Yetim Karne
Yetimin "Yıldızlı&Yetim" Karnesi
Oldukça soğuk bir İstanbul akşamı; daha apartmanın kapısından girer girmez dışarıyla olan ısı farkı bariz belli oluyor. Merdivenlerden çıkarken:
-“Allah kimseyi aç ve de açıkta koymasın.” Diye dua ediyorum. Daha zile dokunmadan evimin kapısı açılı veriyor. Büyük oğlum, (büyük dedimse altısında henüz) arkasına sakladığı bir kağıtla öyle afacan ve tatlı duruyor ki karşımda görmelisiniz. Yüzündeki gülümseme dışarıdaki ayazı kaybediyor adeta.
-Baba! Diyor ben bir yandan içeri girmeye çalışırken.
-Bir süprizim var sana, ama…
-Aması ne bakalım küçük bey.
-Hediye mi isterim, çok yıldızlı bir karne getirdim, geceleyin gökyüzü gibi.
-Demek “Pekiyi”ler yıldızlı, ne güzel ama bu ara karne olsa gerek; biliyorsun yarı yıl karnesi Ocak ayı sonunda.
-Ben ödevlerimi yapıyorum ki hep; öğretmenimi de çok iyi dinliyorum sınıfta; o karnemde yıldızlı olur.
-Yıldızlı karnenin formülünü çözmüşsün sen aferin sana. Ne hediye istiyorsun bakalım bu bol yıldızlı karneye.
-Iııımm; kar yağar mı baba Ocak’ta?
1982’nin Ocak ayı, karlı mı karlı bir Cuma. Nerden baksanız bir metreye yakın karın yüksekliği. Bir kişinin yürüyebileceği genişlikte açılan çığırdan peş peşe dizilerek, yarım saate yakın bir yürüyüş sonrası ulaştık okula. Bugün çantalarımız yok ama sırtımızda, çünkü karne günü. Birazdan ilk karnemi alacağım, notlarımın çok iyi olduğunu biliyorum ama yine de çok heyecanlanıyorum. Çok sürmüyor bekleyişimiz; Mehmet öğretmenim elinde karneler ve yanında velilerle giriyor sınıfa.
-Günaydın çocuklar.
-Günaydın öğretmenim.
-Çocuklar, biliyorsunuz bugün yarıyıl karnelerinizi alacaksınız ve bu sizlerin ilk karneleriniz olduğundan çok önemli. Bu günü ömrü boyunca unutmayacak birçoğunuz zira ben şuan ilk karnemi aldığım günü çok net hatırlıyorum adeta dün gibi. İşte bugünün önemini bildiğimden arzu eden ve imkanı olan velilerinizi de davet etmiştim. Misafirlerimize hoş geldiniz demediniz ama.
-Hoş geldinizzzz…
-“Hoş bulduk.” Yanıtı bizim ki kadar gür olmasa da geldi hemen.
-Yavrularım, istedim ki ilk karnelerinizi anne babalarınızın elinden alınız. Sakın velisi gelemeyenler üzülmesin. Bazılarınızın babası işte, evi uzak çoğunuzun ve anneler de kardan gelemediler.
Öğretmenimizin konuşması sürerken daha üç hafta önce Rahmete uğurladığım “babam” da sanki orada velilerin arasındaydı. Yüzümde beliren gülümseme yanaklarımı ıslatan gözyaşının beni sınıfa döndürmesiyle kayboldu. Bu arada karneler numara sırasıyla verilmeye başlanmıştı bile.
Ayşe, Ömer ve Hüseyin babasından, Hasan amcasından aldılar karnelerini. Sacide’nin annesi gelmişti o verdi. Arada velisi gelemeyenlere Mehmet öğretmenim veriyordu. Ve benim adımı söylediğinde sanki o mükemmel karne benim değilmiş gibi çekine çekine kalktım sıramdan. Beni çok iyi tanıyan ve sınıftaki atmosferden etkilendiğimi anlayan öğretmenim sarılıp yanına çekti beni. Kolunu boynuma doladı ve o ana kadar zar zor da olsa tutmaya, saklamaya çalıştığım gözyaşımın sel olmasına sebep olan cümleleri kurdu.
-Hepinizin karnesi çok güzel ama elimde tabiri caizse karnelerin babası var. Ve o karnenin sahibi işte bu delikanlı. Biliyorum çok üzgün; çünkü, babasını özlüyor. Üzülme demek yersiz olur, daha acısı çok taze de demeyeceğim; biliyorum ki onda bu acı hep taze kalacak. Nasıl yirmi yıl önce kaybettiğim babamın acısı tazeyse bende. Aslında hepimiz “Yetimiz, Yarım Bir Yanımız” bugün değilse yarın. Böyle bir karneyi sana vermekten çok büyük mutluluk duyuyorum oğlum, hem kendim hem de baban adına. Altı ay önce seni okula ilk getirdiği gün;
-“Hocam, önce Allaha sonra size emanet oğlum, çok istiyorum okusun” demişti. Bugün iki karne aldın aslında biri bizden işte elimde, diğeri babandan. Her ikisi de birbirinden güzel ve ömrün boyunca sakın unutma her işinde bir karnede babandan alacağını. Karnemi verip öpmek için eğildiğinde gördüm Mehmet öğretmenimin de gözlerinde de yaş vardı. Silmek için uzattım elimi…
Ve o an yanağımdaki yaşları silmeye çalışan oğlumun eliyle irkildim.
-Ama baba!!! Ne oldu? Sen dinlemiyor musun beni?
-Dinlemez miyim oğlum.
-Neden cevap vermiyorsun? Hem niye ağlıyorsun?
-Ağlamıyorum oğlum, af edersin duyamamışım son söylediğini.
-Ocakta diyorum kar yağar mı?
-Allah bilir. Sanırım yağsın istiyorsun. Yağar inşallah.
-Tamam o zaman sıkı dur karne hediyemi söylüyorum.
“ Seninle kardan adam yapmak. ”
-“Burnuna havuç da takarız koca adam” derken sarıldık sıkı sıkı. Çocuk yüreği işte bu; “küçücük şeylerden kocaman mutluluklar çıkartıyor” diye geçirdim içimden. O an oğluma sarılan ben aslında yirmi sekiz yıl önce o gün babama da sarılıyordum sanki. Binlerce yetimin alacağı “Karnelerin Yetimliğini” ve Mehmet öğretmenimin söylediklerini düşündüm bir kez daha.
-Acısı taze demiyorum, çünkü hep taze kalacak biliyorum.
-Aslında hepimiz yetimiz, yarım bir yanımız. Bugün değilse yarın…
Bu acıların tazeliğini gidermek değil ama paylaşmak mümkün. Yarım olan yanlarımız birleştirerek de bütünü oluşturabiliriz fikrinden hareketle sizleri onların başarılarını ödüllendirmeye, yanlarında olduğumuzu göstermeye ve her şeyden çok şefkate ihtiyacı olan bu yavrularımızın saçlarını okşayıp yüreklerine dokunmaya davet ediyorum.
"Kendi yetimini veya başkasına ait bir yetimi himaye eden kimseyle ben, cennette şöyle yan yana bulunacağız."
Hadisin ravisi Malik İbni Enes, -Peygamber Aleyhisselam’ın yaptığı gibi- işaret parmağıyla orta parmağını gösterdi.
Müslim, Zühd 42.
18.12.2010
Remzi Gümüş
YORUMLAR
Gerçekten harika bir yazı okudum.
İçinde kendimden çok şey buldum...
Bilemiyorum mesleğiniz nedir ama,
umarım okumuş ve babanızın arzusunu yerine getirmişsinizdir.
Öğretmeninizin de gayreti çok olmuştur sanırım üzerinizde.
Zaten onların görevi sizleri başarılı kılmak ama,
sizinkinin özel bir durumu var.
Bir de babanızın emanetini devralmış üzerine.
İnsanın, böyle öğretmenleri olması ne güzel...
Benim babam 86 yaşında...
Allah, uzun ömür versin ve başımızdan eksik etmesin...
fakir bir insandı...
İlk okul mezunuydu...
Anam da, okuma yazma bilmezdi...
Bizleri okula gönderdiler büyük bir şevkle ama,
doğrusu okumamıza çok faydaları olamadı...
Ekonomik yönden ellerinden gelen desteği gösterdiler.
Bir gün,
oğullarından biri,
mühendis diplomasını koydu önüne...
Sonra diğeri...
Diğer oğlu öğretmen oldu...
Bu cahil insanların sevinçlerini görmenizi isterdim...
İnanılmayacak kadar güzel manzaraydı o anlar...
Sizi okuyunca, o günler geldi aklıma...
Güzel şeyler bunlar...
Hayatın güzel anları...
Ocakta çok kar yağsın da,
kardan adam yapın oğlunuzla...
Havuç koymayı unutmayın burnuna...
Gözleri de kömürden olsun...
Ve,
ufaklığın gözlerinden öpün bizim adımıza da...
Başarısı için...