- 933 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
TÜRK HAVA YOLLARI İLE KIRIM YOLCULUĞU
Bir gün bir dostum bana Kırım’a gitmek ister misin? Dedi. Ben elbette. Neden olmasın diye cevap verdim. Dedelerimizin o yörelerdeki ayak izlerini görmek, attığı savaş naralarını duymak ve bıraktığı güzel değerleri bilmek isterdim. Dostumun bu teklifinden sonra bende Kırım’a gitme isteği gün geçtikçe artarak devam etti. Nihayet gün gelip çattı.24 Ekim2013 günü Polatkan bulvarında 4 otobüs hazırdı. İlçelerden gelen öğrencilerle hareket ettik.Ankara yolunda bir petrolde durdu arabalarımız Türk Dünyası Kültür Başkenti Ajanslığının hazırladığı komanyaları yedik ve yola revan olduk 3 saatlik bir yolculuktan sonra Esenboğa hava limanına ulaştık. Çocuklarda ilk defa yurt dışına çıkmanın verdiği bir heyecan ve bir tedirginlik gözleniyor.Bu hali kimsede saklama ihtiyacı duymuyor.Bu zamanın çocukları da bir başka.Esenboğa hava limanını Yeşilköy hava limanı ile kıyaslamak mümkün değil. Zira çok fark var. Gerçi Esenboğa hava limanını da Akmescit ile kıyaslayamazsınız.
Gece 12.30 sıralarında Akmescit hava limanına indik. Görevlilerin ablukası altında 20 metrelik yolu otobüsle gittik. İnanmadınız değil mi o zaman gidenlere sorun. Bu bir iltifat mı? Yoksa bir korku mu? Bilemedim. Otelimiz moskcov’a yerleştik. Otelimizdeki pozisyon ve iç dizaynı bayağı bir eski. Evladı fatihan ’dakilerden biraz daha geri ama yinede güzel bir uyku uyumuş oldum. Eğer biraz bilgi vermek gerekirse:
Kırım Özerk Cumhuriyeti bir zamanlar Türk’lerin cirit attığı, hâkimiyet sürdüğü verimli toprakların ve zenginlik kaynaklarının bulunduğu kuzey Karadeniz bölgesinde yer alan bir Rüyanın adıdır.
Karadeniz’in kuzeyinde bulunan Kırım yarımadasında kurulu Kırım: Atalarımızın 15. yüzyıldan sonra elde ettiği ve imarını yaptığı, kültürünü götürüp oralarda yaşattığı nadir güzel yerlerden birisi diye biliyorum. Altınordu devletinin kurduğu Kırım şehrinden ismini almaktadır. Baş anlamına gelir.15.yüzyıldan itibaren Kırım Hanlığı ve Osmanlı İmparatorluğu himayesinde yaşamış; stratejik yarımadalardan birisidir. Sonradan Osmanlı himayesinden çıkmış ama kimliğini ve kişiliğini hiç kaybetmemiştir.
Bir Türk yarımadası olmasına rağmen nüfusun çoğunluğunu tatarların dışındaki milletler oluşturmaktadır. Ancak yüzde on üç gibi bir çoğunluğu vardır. Kırım’ı kırım yapan başkenti Akmescid’tir. Kırım’ın 26 000 km metreye yakın yüzölçümü ve iki milyona yakın nüfusu vardır. Kırım Azak denizi ve Karadeniz ile çevrili bir yarımadadır. Ukrayna’ya bağlı demek istemiyorum tamamen Kırım Cumhuriyeti demek geçiyor gönlümden. Ama hayali bile güzel bence.
Osmanlı gittiği her yere kültürünü, ilkelerini, mimarisini, milli ve manevi değerlerini de götürmüş. Kırımın yapı itibariyle bir Türk yurdu olduğu bellidir. Ne kadar Ukrayna’ya bağlı olsa da Kırım bir Türk yurdudur. Kerç yarımadası ile doğuya doğru uzanır. Kuzeye doğru çorak bozkırlar hafif engebeler ile 1000-1500 metreye doğru yükselir. Dikenli fundalıkları, koyun, keçi üretimiyle Akdeniz’i andırır.
Güney yamaçları sert eğimlerle, kayalık körfezlere iner. Kuzey rüzgârlarına kapalı olan bu alanda Akdeniz iklimi egemendir. Ortalama sıcaklık Yalta’da 13C° dir ve yılın ancak 70 günü yağmurludur; fakat kışları oldukça serttir. Yağışlar kış ve sonbahar mevsiminde olur.
Eskiden Ukrayna topraklarına Perekop yarımadası ile bağlanmakta olup yapılan kanalla Ukrayna ile fiziki bir bağlantısı kalmamıştır. Tatarlar asimile edilmeye çalışılmışsa da dillerini örf adetlerini, inançlarını ve kültürlerini korumuşlardır. Eskişehir kırımdan gelip yerleşen tatar vatandaşlarımızın en yoğun olduğu yerlerden birisidir.
Yukarıdaki fotoğraf Akmescid’in doğal görünüşü
Akmescid ismini aşağıdaki beyaz camiden almıştır
Akmescit Kırım Özerk Cumhuriyeti’nin başkentidir. Ruslar tarafından Simferopol olarak adlandırılan şehrin nüfusu 364.000’dir (2001). Kırım’ın yönetim, bilim, kültür ve endüstri merkezidir. Akmescit Kırım’ın en merkezi yerinde kara, hava ve demiryollarının kavşak noktasında, Salgır ırmağı kıyısında, Çatırdağ’ın kuzey yamaçlarında yer alır. Eskişehir’de olduğu gibi bütün yolların kavşak noktası olan tek uluslararası hava alanın Akmescit’te bulunması şehri Kırım’a gelişlerde ilk uğrak noktası durumuna getirmiştir. Bizde uçağımızla Akmescit’e indik. Gece olduğu için pek bir şey anlamamıştık. Sabah güneş doğmadan kalktım. Odamın penceresi tam doğuya bakıyordu Yani şalgar dağını izliyordu. Güneşin doğuşunu izledim. Güneş sanki hemen yanı başımızdan doğar gibiydi. Böyle bir yeşil alan ancak samsun ordu Trabzon, Rize’de görmek mümkün. Kendimi Rize’de zannettim. Düz ve dik çok katlı binalar bile bu yeşili kapatamamış. Otelimiz mockba’nın önü meydanlık. Güzel bir üçgen alana kurulmuş. Oteldeki kahvaltı anlatılacak.Akmescit’deki
Bölgesel meclis binasını ziyaret ettik. Oradan Osmanlının hakim olduğu bir dönemde yapılan camiye gittik orada Özbekistan’a sürgün edilen
Abdullah amca ile resim.
Abdullah amca ile konuştuk ve ağlayarak kırımdan sürüldüklerini evlerinin nasıl yok edildiğini mezar yerlerinin nasıl kaybedildiğini anlattı.1992 de tekrar döndüklerinde Şehir’e sokulmadıklarını tarlalıklardan 40 ar 50 şer metre ev yeri ve 7 şer sekizer dönümlük yerler verdiklerini ve çadır köyler oluşturduklarını ağlayarak anlattı. Camilere girişlerde kızlarımıza mutlaka eşarp giydiriyorlar ayakuçlarına kadar abaye giydiriyorlar. Buradan ayrılıp gözleve doğru yola koyulmamız gerekiyor.
Akmescit’den gözleve’ye doğru yola çıktık Abdullah amcanın anlattığı. Çadır köyleri de seyrederek gözleveye doğru gittik Nihayet gözleve’ye vardık. Gözleve’de üç yer gezdik birisi; Odunpazar’ı kapısı, Bir diğeri Mevlevihane tekkesi, Üçüncüsü ise, Mimar Sinan’ın yaptığı cuma camii.
ODUNPAZARI KAPISI
Odunpazar’ı kapısı
Osmanlı kültürünü görebildiğimiz Gözleve’nin Odunpazar’ı kapısının restore etmişler üç katlı olan Odunpazar’ı kapısının en üst kısmında gözleve’nin minyatürünü yapmışlar.33 cami varmış ama sonradan Rus erozyonu sonrası sadece Cuma Camii kalmış minyatürde bu otuz üç caminin ezanlarını ekolü bir şekilde okutmuşlar burada o an insanın bütün hücrelerini titretiyor. Sağlık meslek lisesi öğretmeni Ummahan Hanım burasını kamera kaydına aldı. İnşallah onu buraya alabiliriz de o havayı sizde hissedersiniz. Üçüncü kattaki bu bölmeyi müze haline getirmişler tatarların milli kıyafet
lerini ve takılarını sergilemişler. Cuma camiine gitmek üzere ekip hareket etti.
Cuma camii
CUMA CAMİİ
Osmanlının dehası, Mimarı, Sinan’ı bütün dünyada olduğu gibi kırım’da da göstermiş maharetini gözleve bölgesinde Cuma camisini öyle ustalıkla inşa etmiş ki baktığın anda hemen kendini belli ediyor. Kırım halkı gibi o da çok çekmiş Bolşevik zulmünden, işkencesinden. Oda nasiplenmiş Bolşevik işkencesinden harap edebilmek için çok üzerine gidilmiş ama bir türlü yıldıramadıkları tatarlar gibi o da dayanmış işkencelere. İhtilal onunda içini kanatmış. Kâh depo kâh müze olmuş ama en sonunda yine asli durumuna kavuşmuş. Mümin’e yeryüzü mescit derler ya aynen öyle işte dünyanın hiçbir yeri yok ki ezan okunmasın hiçbir yeri yok ki namaz kılınmasın hatta hiçbir saniyesi yok ki ezansız kalsın. Oysa Kırım bizim canımız ve ilk yarımız
Aynı önemli camilerini inşa eden Mimar Sinan eşsiz mimarlık dehasını ile Cuma camiyi bize kadar ulaştırmış. Gözleve’de inşa ettiği Cuma Camii yüz yıllarca buradaki Müslümanlara hizmet etmiş. Bolşevik İhtilal inden sonra ise Rusya genelinde dini yapılara verilen tahribatlardan Cuma Camii de nasibini almış ve yıllarca önce depo, daha sonra da ateizmin müzesi olarak kullanılmış. Tam bir Osmanlı eseri. Çocuklarımıza Giydirilen tesettürler çok yakıştı.
Çok şükür bizde burada ibadetimizi ifa ettik. Canlı canlı islamı yaşayan bir cami. Burada İslamın o mistik havasını içimize derin derin çektik. Ama beni bir keder bastı. Neden elimizde tutamadık. Madem tutamadık neden ihmal ettik diye. Çünkü Şu an Kırım topraklarının Çin’e 49 yıllığına cüzi bir şekilde kiralandığını duydum. Buda beni çok üzdü ve hüzünlendirdi. Osmanlı döneminde yurt tuttuğumuz bazı topraklarımızı kaybettik diyelim neden ihmal edipte çinin Rus’un eline bıraktık. Türk dünyası bu gezi ile işte her Türk çocuğuna ecdadının aldığı, yurt tuttuğu bu toprakları tanımaları ve gelecekte yapabileceği bir şeyleri olduğunda yapmalarını sağlamak için çok önem arz ediyor.
Kızlarımızın tesettürlü halleri
KIRIM MEVLEVİHANESİ: Her ne kadar yaşadığımız ülkeler farklı olsa da hâlâ onlarla düşüncelerimiz, tasalarımız, yaşam ilkelerimiz, duygularımız, dünyaya bakış açılarımız aynıydı. O uzak topraklarda, sınırların ötesinde aynı dinin mensubu olmanın, kardeş olmanın hazzını yaşadık. İşte bu gezilerimiz sırasında tanıştığımız kıymetli dostlarımızdan birisi de Kırım’da Gözleve Mevlevî Hanesi’nin gönüllü hizmetkârlığını üstlenen kahraman elife ana
Annemiz ELİF YASLASKAYA idi. Elife Hanım neredeyse Mevlevî hanenin koruyucu meleği.
Hayat hikâyesi ise son derece hazin. Ailesi ile birlikte Kırım’dan sürgün edilenlerden. Uzun yıllar Özbekistan’da sürgün yaşadıktan sonra ülkesine geri dönen Elife Hanım, burada çok mücadeleler vermiş ve bu Mevlevî haneyi korumayı kendine vazife edinmiş. Kırım’daki Tatar varlığı konusunda ve Mevlevîlikle ilgili kitaplar yazmış. Tahsilli bir pir-i fani... Çok güzel ve anlaşılır bir Türkçe ile konuşan Elife Hanım aynı zamanda iyi derecede Rusça biliyor. Kırım Mevlevî hanesi ile ilgili birde Rusça kitabı yayımlanmış.
Dünya tatlısı bir ihtiyar olan Elife Anne aynı zamanda şuurlu bir Müslüman. Zaten iyi bir insan ve iyi bir Müslüman olduğu her halinden belli idi. Hatta biz orada iken müzeyi gezmek için uygun olmayan kıyafetlerle gelen Rus ziyaretçileri bile uyarıyor ve müzeye almıyordu. Tabi bu hadiseden sonra hepimiz çok duygulandık. Elife Anne yaşadığı sürgün günlerini öyle içtenlikle anlatıyordu ki duygulanmamak mümkün değil.
Elmas Hanım kızımız güzel Türkçesiyle bize Mevlevihane tekkesini anlattı. İçeride Mevlevi semazeni bir gösteri yaptı burada bu acizde tasavvuf ile ilgili kırık dökük bilgilerini anlattı videoya aldılar. İmkân olursa onu da anlatırız, izletiriz.
Mevlevîhane, Han Camii’nin yakınında, surların içinde eski Odun pazarı semtindedir. Mevlevîhane hakkında pek tatmin edici bilgi yoktur. Derviş Tekkesi, Cuma Camii, Aziz Baba Mevlevî Tekkesi olarak da bilinir. Elife Hanım’ın anlattığına göre 2. Yekaterina zamanında mevlevîhaneyi tahrip eden Ruslar, Mevlevî dervişlerini de idam etmişler.
Mevlevîhane 1944 sürgünü sırasındada Rus uçakları tarafından bombalanmış. Cami ve tekkenin restorasyonu sırasında avlu içerisindeki kuyuda Müslümanlara ait yüzlerce iskeletin bulunması da bu anlatılanları doğrular mahiyettedir. Mevlevîhane den günümüze sadece yıkık bir cami ve semahane ulaşmıştır. Semahane oldukça sağlamdır ve şu anda eğitim amaçlı olarak kullanılmaktadır. Mevlevîhane’ye ait bir su kuyusu, bazı mezar taşları ve birde kime ait olduğu bilinmeyen mezar mevcuttur.
İşte Mevlevi hanenin yanındaki cami
Cami harap vaziyettedir. Sadece dört duvarı ve yarım minaresi ayakta kalmıştır. Çatısı içine göçmüştür. Semahane muntazam taştan inşa edilmiştir. İçten ve dıştan kare planlıdır. Semahane içerisinde 20 gözden oluşan derviş hücreleri sıralanır. Derviş hücreleri farklı büyüklüktedir. Semahanenin batı cephesinde tek girişi vardır. Semahane 1996 yılında restore edilirken tuzlu kum kullanıldığı için bir müddet sonra duvarlardaki sıvalar toz halinde dökülmektedir. Daha sonra başlayan ikinci restorasyon ise kaynak yetersizliğinden ağır ilerlemektedir.
Mevlevîhane’nin arsasına inşa edilen yeni bir bina Etnografya Müzesi olarak kullanılmaktadır. Semahane ve caminin batısında yer alan bina yakın bir zaman önce inşa edilmiştir. Su kuyusu bu bina ile cami arasındadır. Mevlevîhane, etrafı duvarlarla çevrili geniş bir arazi içerisindedir. Batıdaki cümle kapısının üzerinde Kırım Hanlığı’nın simgesi vardır. Bu binaların korunması ve Etnografya Müzesi’ne dönüştürülmesi büyük oranda Elife Hanım ve Onun gibi şuurlu Kırımlı kardeşlerimiz sayesinde gerçekleşmiştir. Etnografya Müzesi aynı zamanda Kırımlı Müslüman kardeşlerimize bir halk eğitim merkezi gibi hizmet vermektedir. Burada Elife Hanım gözetiminde el işleri, güzel sanatlar, Kuran-ı Kerim kursları düzenlenmektedir. Müzede sergilenen eşyalar Kırım bölgesinden toplanan kıymetli etnografik eserler ve Rus zulmünü belgeleyen fotoğraflardan oluşmaktadır. Mevlevîhane’nin bahçesi çok bakımlı ve mamurdur. Ayrıca Etnografya Müzesi’nin ana kapısından giriverince sağ duvara bitişik bir çeşme yapılmıştır. Bu çeşme Gözleve ile kardeş şehir olan Silifke Belediyesi tarafından yaptırılmıştır.
Gözleve’de Osmanlı döneminden kalma en önemli eser ise Han Camii’dir. Kırım Hanı 1. Devlet Giray Han’ın Moskova’ya düzenlediği seferden zaferle dönmesinin şerefine 1552 yılında Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Cami 1830 depreminde ciddi biçimde hasar görmüş ve iki minaresi yıkılmıştır. II. Dünya Savaşı’nda Alman işgal kuvvetleri tarafından cami ve minareleri tamir edilmiştir. 1944 sürgününden sonra domuz ahırı olarak kullanılan cami, daha sonra yine Komünist yönetim tarafından 1970 yılında propaganda amacıyla tamir ettirilmiştir. Bu tamirden sonra cami "Ateizm Müzesi" olarak kullanılmıştır. 1991 yılında Kırım Tatarları tarafından geri alınarak yeniden ibadete açılmıştır.
Kırım dünyanın çok sahip olmak istedikleri hem stratejik hem de güzelliği ile büyüleyici bir güzelliğe sahip bir ülke. Osmanlı’nın elinden çıkmasıyla Rusların devlet başkanları tatillerini bu yarımadada geçirirlermiş. Osmanlı padişahları ise bir elçi gönderir hoş geldiniz dedirterek kırımın bir Türk yurdu olduğunu ima etmişlerdir.
Gözleve de yaptığımız bu günkü ziyaretlerimiz Mevlevi tekkesinin görülmesiyle bitti yeniden otelimize dönmeye ve ertesi güne hazırlanmaya niyetlenmiştik bir saat kadar bir yolculuktan sonra otelimize ulaştık. Bir markete gidip biraz yiyecek ya da içecek aldık. Dinlenmeye çekilerek TRT Türk’ten haberleri dinleyerek uyuduk. Cumartesi günü sekizde hareket ettik nereye mi?
BAHÇESARAY
1-Bahçesaray:
Kırım Özerk Cumhuriyeti’nin güney kısmında bulunan bir şehir. Kırım Hanlığı’nın başşehrinin. Doğusunda küçük bir şerit halinde Karadeniz’e kıyısı vardır.
Şehrin tarihi gelişimi Salacık semtinden başlamıştır. Bu mahalde I. Mengli Giray ve I. Hacı Giray hanların türbeleri ve Kırım Hanlığı’ndan kalma birçok eser vardır.
Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya Çarlığı arasındaki 1677-81 savaşını bitiren ve Dinyeper’in Batı kıyısını Osmanlı İmparatorluğu’na, doğu kıyısını ise Rusya’ya bırakan Bahçesaray Antlaşması 1681 yılında bu şehirde imzalanmıştır.
Hacı Giray Han’ın türbesi, Zincirli Medrese, Kırım Müftülüğü’nün de bulunduğu Salacık, Bahçesaray’ın önemli bir semti konumundadır. Tarihi kabristan alanında Kırım hanlarının yanı sıra, Kırım’ın Milli Şairleri İsmail Gaspıralı, ile sürgünde öldükten sonra Bahçesaray’a mezarları getirilen Ahmet Özenbaşlı ve Mustafa Edige Kırımal’ın da mezarları bulunmaktadır.
Sovyet yönetimi döneminde tahrip edilen han türbeleri Türkiye tarafından tamir edilmekte olup, TİKA tarafından onarılan Hacı Giray Han Türbesi 2009 tarihinde ziyarete açılmıştır. Bizde ziyaret maksadıyla 9.30 da Bahçesaray’a vardık. Değirmen cafe
de bulunan Bahçesaray kentinin eski hali maketini görmek için girdik. Girdiğimizde loş bir görüntü vardı. Fon müziği ve ışıklandırma eşliğinde. Rehberimiz Musa Bey günümüzde kalan bölümleri gösterdi, gördüğümüz makete göre çok az bir alan günümüze ulaşmış. Sunumdan sonra bol bol fotoğraflarımızı çekerek
Kahve içilen bölüme geçtik ayrı ayrı bakır fincanlarda önümüze gelen acı ve sütlü Türk kahvelerimizi yudumladık, yanında lokumsuz olur mu. Artık aramızda Kırım da kırk yıllık hatır bağı kuruldu. Kırımdan birkaç hatıramız olsun diye ve döndüğümüzde yakınlarımızın bu muhteşem tatları tatmaları için Kırım tatlılarından yanımıza aldık ve Han meclisine doğru yola çıktık.
2-Han meclisinin toplantı salon kapısı
Bizi çok güzel bir kapı karşıladı, o zamanın en yetenekli İtalyan mimarları Han ı restore etmeye geldiğinde kapı kemerlerindeki yazıları ve nakışları çözememiş yardımına Kırımlı nakkaşlar yetişmiştir. Burada birde hayat çeşmesi var. Burada üç kademeli olan çeşmenin ifade ettiği anlam çok müthiş. İnsan hayatı üçe ayrılmaktadır. Doğum, yetişkinlik ve yaşlılık işte insanın hayatını anlatan üç katlı çeşme. Kırımdaki ecdatlarımız ne güzel de düşünmüşler ve yapmışlar.
Giriş kapısının tam kapısının karşısında Genişçe bir alan içerisinde Gözyaşı çeşmesini görüyoruz. İlk bakışta suyu çekilmiş bir çeşme gibi düşündürüyor. Halbu ki bir anlamı bir aşkı anlatabilmek için yapıldığı anlatıldığında hayrete düşüyorsunuz.1.Mengri han’ın yüreğinde hissettiği sevginin coşması ve sevdalanmasını ifade ettiğini anladık. Gerçekle tarihin aynı olması yazımın dikkatle yazıldığı anlamına gelmelidir.
Bu sevdayı anlatan bu gözyaşı çeşmesini size biraz anlatalım istedik. Başardıysak ne mutlu bize.
1.Mengri Han Dilara Hanım’a sevdalanmıştır. Ancak Dilara hanımda bu aşkın karşılığı bulunmamaktır. Dilara Hanım vefat ettiğinde Mengri Han o kadar üzülmüş ki bu üzüntüsünü gelecek nesillere aktarmak istemiş. Dönemin ünlü mimarlarında sufi Ömer’i huzuruna çağırtarak taşıdığı bu üzüntü ve kederi anlatacak bir yapı inşa etmesini istemiştir. Bu kederi nasıl betimleyeceğini çok düşünen sufi Ömer bir çeşme yapmaya karar vermiştir. Dünya durdukça bu çeşme var olsun ve Mengri hanın gözyaşlarının nasıl içine aktığını gelecek nesillere aktarsın istemiştir. Çeşmeden su damlayarak akmakta 3 aşamada birikmektedir. Kâselerin üç aşama olmasının sebebi insan hayatının çocukluk, gençlik, ihtiyarlık olması, bu hayat sonunda da ahirete varılacağı düşüncesiyle en altta spiral yer almaktadır. Önemli olan suyunun nereden geldiğinin bilinmemesidir. Yüzyıllardır ister kuraklık olsun ister bol yağış olsun, su daima damla damla akıyor.
308 yıl Osmanlı İmparatorluğu hâkimiyeti altında kalan Kırım’ın birçok yerinde Osmanlı mimarisinden eserler de görmek mümkün. Kırımda ve Türkiye’de Dilara isminin neden çok konduğunu biliyor musunuz, hiç düşündünüz mü? Belki hiç de bilmiyorsunuz. Kırım hanı Cengiz Giray’ın vefat eden sevgili eşidir. Ne kadar kar yağsa ne kadar yağmur yağsa suyu yine damla damla akıyor. Puşkin’in yazdığı şiir çok güzel anlatmış çeşmeyi. Bu şiirde iki gül var. Puşkin’in şiirindeki iki gülden kırmızı olanı Giray Han’ın eşine olan sevgisini sarı olan ise ona karşı acısını dile getiriyor. Bu iki gül hiç solmazmış hep yenilenirmiş. Osmanlı döneminde yaşadıkları ihtişamlı yaşantısını kaybedince çektikleri geçmişlerini gözyaşı ile yıkayan tatarlar hala o acıları yaşamaktadırlar. Hep damlayan gözyaşı ağlayarak dinmeyen bir acıyı, sonu gelmeyen bir üzüntüyü hatırlatıyor.
Aşk fıskiyesi, ölümsüz çeşme!
Sana armağan olarak iki gül getirdim.
Seviyorum bitimsiz konuşmanı
Ve şiirsel gözyaşlarını senin.
Çiseyen gümüşsü tozların
Serin çiğlerle kaplıyor beni:
Ak, ak durmaksızın sevinçli pınar!
Anlat, anlat bana bildiklerini…
Aşk fıskiyesi, kederli çeşme!
Okudum ben de mermerinde senin
Uzak bir ülkenin övgüsünü;
Fakat Marya’dan söz etmedin…
Ey, solgun yıldızı haremin!
Burada mı unutuldun yoksa?
Yoksa sadece mutlu düşler miydi?
Marya ve Zarema
Ya da sadece imgelemin uykusu mu?
Tenha bir alacakaranlıkta resimledi
Kendi bir anlık sanrılarını,
Ruhumun bir anlık idealini?
İLK YARIM
Ey kırım ilk gelişim ve ilk gidişimsin
İlk bilişim ilk görüşüm sevişimsin
Yorulup sevinçte, dirilişimsin
Özleyişim arzulayışım didişimsin
Duy sesimi can kırım, ilk yarım
Gelsem sana adım adım bilir misin?
Silkinip bana doğru gelir misin?
Bu günüme şükür yarıma bismillah
Sevgime karşılık giray’ a yakışanımsın
Duy sesimi can kırım, ilk yarım. (Mehmet Talip BİLGİL)
ZİNCİRLİ MEDRESE
Zincirli medrese ismine nazır kapısındaki zincirden almaktadır. Tasavvuf önderlerinin yaşantısına bakılırsa yaptıkları medreselerin kapılarını ya boy olarak küçük yapmışlar ya da işte böyle başı eğdirecek başka şekiller koymuşlardır. Huzura girilirken ya da medreseye girilirken dervişlere saygıyla eğilerek girilmesini öğütlemiş olmaktadır. Tekke kültüründe bunu görmek mümkündür. Bizde zincire başımızı vurmamak için eğilerek içeriye girdik. Bu ne güzel bir adet saygıyla girmek ne güzel bir davranış. İçerisinde kazılardan çıkarılmış kalıntılar, el yazmaları, tasviri resimler, fotoğraflar bulunmaktaydı. Girdiğin anda sağlı sollu Dervişlerin eğitimini yaptıkları okuma hücreleri var. Ortada ise hepsinin toplanabileceği bir genişçe koridor var. Bildiğimiz veçhile Osmanlı dönemlerinde yapılan medreseler zamanlarının En büyük üniversiteleridir aynı zamanda. Buralarda ilmi siyaset(bu cümleyi okuyanlardan bazı arkadaşlarım umarım epeyce güleceklerdir.)Astronomi, Fizik Tıp, Psikoloji gibi ilimlerde tahsil edilirmiş. Rehberimizin söylediğine göre zincirle medrese zamanının Oxford’u imiş. Osmanlı dünya devletleri arasında üniversite eğitimini en iyi başarabilen bir sistemi uygulamıştır. Sizlerde biliyorsunuz Havran üniversitesi buna bir örnek olarak gösterilebilir. Medresenin etrafında Hamamların olması Osmanlının temizliğe verdiği önemi göstermesi bakımından önemlidir.
Zincirli medrese çevresinin eski hali, tarihimiz gözümüzde canlandı.
ÇUFUT KALESİ:
Bu kale ilk kırım beylerinin kurduğu bilinen bir kale. Daha sonra Tatarlar kaleden onun çevresine bahçe sarayı yaparak büyük bir külliye kurmuşlar. Tepedeki kaleyi de yine Türk asıllı olan Karaylara bırakmışlardır. Karay Türkleri Hıristiyanlığı din olarak seçtikleri içinde Yahudi anlamına gelen çufut demişlerdir. Çıkmak çok zahmetli olduğu için bu kaleye çıkamadık
Çufut Kalesi
TÜRBE:
Kırımlı tatarların sürgününden sonra türbedeki atalarını görmek üzere türbe bulunun kapısı açılıyor. Görüyorlar ki ecdadın mezarları yok. Kırımlar arasında Rusların çaldıkları ya da yok ettikleri fikri, yayılıyor. Bundan dolayısı ile tarihlerinin silindiğini düşünmüşler. Aklıselim insanların öğütleriyle türbenin altı kazıldığında görülüyor ki ataları ecdadının mezarlarını saklamışlar 18 kişiye ait olduğu söylenen mezarları buluyorlar. Devam eden kazılarda türbenin sol tarafında yeraltına inen iki metrelik merdiven bulunuyor, inildiğinde kaybedildiği düşünülen tarih, 18 mezar tüm ihtişamıyla karşılarındaydı.
9-İsmail gaspıralı
Var idik var olacağız diyen İsmail Gaspıralı dilde, fikirde, işte birlik fikrini 19. yüzyılda ortaya çıkararak cesurca söyleyebilen bir şairdir. İsmail gaspıtalı karşısında fitne düşmanları sinmiş saklanmışlar, yapay ayrılıklar ise sinmiş, şeytan saklanmıştır. Kaşgarlı Mahmut, Kültigin, Nevai gibi Türkçeyi ön plana çıkarmaktı derdi. Ahmet Yesevi gibi ferasetli, Özbek han gibi heybetli idi. Rus bilim adamı, Rusya Savcısı’na gönderdiği mektupta; “Bu adam Rusya’daki Müslümanları (Türkleri) çağın bilgisiyle donatmak ve onları özellikle Türkiye Türkçesi’nin etkisiyle birliğe götürmek istiyor.” Diyordu Bir kişi Rusları titretebiliyordu. Var idik var olacağız diyende İsmail gaspıralı idi. Kırmlılarİsmail gaspralının yattığı yeri merak ediyorlardı. Kalıntıları uzun süren çalışmalarla bulunuyor emin olmak için de uzun çalışmalar gerekiyordu. Bulunduğunda tatar şairlerinden birisi. Eski haline uygun olarak yeniden yapılıyor. Burada sürgüne gönderilen Özbekistan’da vefat eden vasiyetleri üzerine kırıma getirilen Mustafa Edige Kırımal ve Doktor Ahmet SEYİTABDULLAH’ da Kırım kahramanlarındandır.
ÇİĞBÖREK ZİYAFETİ:
Mola zamanı geldiğinde Bahçesaray’ın güzelliği etkisindeydik. Yerlerimizi aldığımızda el kesmesi erişte, havuç, patates ve sarımsak ile tatlandırılmış enfes, sıcacık çorbamızı güzel bir sohbet eşliğinde bitirdikten sonra beklediğimiz çiğböreklerimizi de afiyetle yedikten ve Akyar kentine gitmek üzere otobüslerimize bindik.
11- AKYAR ( Sivastopol )
Kırım Özerk Cumhuriyeti’nde başkent Akmescit’in 70 km güneyinde Karadeniz kıyısında 342.000 (2001) nüfuslu tarihi liman kenti. Ruslar tarafından Sivastopol (Sivastopol) olarak anılır. Ukrayna’nın en hareketli ticari ve askeri limanı ile en büyük ikinci kentidir. Aynı zamanda ülkenin ve Doğu Avrupa’nın en önemli endüstri, bilim ve kültür merkezlerinden biridir.
Kent dünyaca ünlü Karadeniz filosuna ev sahipliği yapar. Metalürji, gemi yapımı, besin sanayi, kereste sanayi şehrin başlıca sanayi dallarıdır. Akyar’a girişimizde bizi tersaneler karşıladı. İlk etapta şehit olan Türk askeri anısına dikilen şehitlik anıtına uğradık.
Daha sonra panorama müzesine doğru ilerledik. Girdiğimizde 360 derece panorama ve onun önünde de savaş tasviri görüntüleriyle karşılaştık. Bize resim çektirmediler. Kendi paralarıyla epeyce bir para istediler. Bizde inatla oradan resim almadık. Dolayısıyla para da vermedik. Kırım savaşının sadece birinci gününü tasvir ediyor. Savaşta Türk askerlerinin denizde durdukları girmedikleri söylendi. Onun içinde buraya resmetmedikleri söylendi.14 metre resim önünde gerçek savaş zemini haline getirilmiş. Sonrasında Akmescit’e doğru yola çıktık.
YALTA
Yatla şehrinin çevresi ve içerisi tamamen turizme hizmet ediyor. Turistik oteller ve kaplıcalar bu bölgeyi önemli hale getirmiş.Ukrayna’ya bağlı Kırım Özerk Cumhuriyeti’nin güney kısmında, Karadeniz kıyısında yer alan bir sahil şehridir. II. Dünya Savaşı’nın sonucu bu şehirde yapılan ve adını bu şehirden alan Yalta Konferansı ile belli olmuştur.
ALUPKA
Kırım Özerk Cumhuriyeti’nde Yalta bölgesinde 12.000 nüfuslu küçük ama güzel bir sahil kasabasıdır.Mishor’u geçtikten sonra inci dizisi gibi birbirini takip eden pek çok sayfiye yerinden biridir. Ay Petri dağının eteklerinde kurulmuş küçük bir kasabadır.
Dar ve kıvrımlı sokaklarıyla Kırım’ın ilginç tarihi bölgelerinden biridir. Denize nazır muhteşem sarayları, villaları ve sağlık merkezleri vardır. Çam sakızı kokulu havası İnsanı dinlendirir. Kırım’ın en güzel zirvesidir. Kasabadan heybetli bir görünüşü vardır. Aypetri dağına teleferikle çıkılabilmektedir. Zirvede küçük barlar ve restoranlar mevcuttur. Kırım’ın en yüksek zirvesidir.
Romankoş (Dağ sırası)olmasına rağmen turistler arasında en popüleri Aypetri’dir. Dağın eteklerinde Yalta şehri ve inci taneleri gibi dizilmiş küçük tatil kasabalarının bulunması bu dağı daha da popüler yapmıştır. Aypetri dağının eteklerindeki pek çok otel ve sanatoryum her yıl binlerce turisti ağırlamaktadır.
Kırım’ın güney sahilleri boyunca uzanan bu dağ silsilesi Yalta sahillerini kuzeyden gelen kışın soğuk, yazın yakıcı ve kuru havadan koruyarak ılıman bir iklimin bu bölgede etkisini göstermesini sağlamaktadır. Deniz seviyesinden epeyce yüksek Aypetri dağı çam ormanlarıyla çevrilmiştir.
Dağ ziyaretçilerine dört mevsim farklı güzellikler sunabilmektedir. Dağın doruğundan bütün Yalta sahillerini seyredebilir, Karadeniz’in engin ufuklarını gözleyebilir, güneşin doğuşu ve batışını bütün ihtişamıyla takip edebilirsiniz. Ayrıca kışın bu dağda kayak ve diğer kış sporları da yapılabilmektedir.
Yüzyıllardır birçok devleti ve liderlerini kendine hayran bırakan, ağzının suyunu akıtan Kırım bugün de dünyanın güçlü ülkelerinin ve birçok yerinden gelen milyonlarca insanın iştahını kabartmaktadır.
Alupka’nın en gezilecek yeri voronski sarayıdır. Bu saray tatar köyünde yer alıyor. İlk girişte muazzam bir yapıyla karşılaşıyorsunuz. Sahibi Graf voronsovk dur paşa anlamına gelmektedir. Diyabas taşı denen bir taştan yapılmış çok sert ve işlenmesi zor bir taş olduğu için bitmesi 20 yıl sürmüştür. Bu saray Avrupa ve şark olmak üzere iki tarzda yapılmıştır. Uzunca koridorunda 28 gardırop var her biri işlemeli kaliteli cevizden yapılmış. Çalışma odasında ise yatla konferansı sırasında çorçil kalmış ve çalışma ofisi gibi kullanmıştır. Graf voronovk’un eşinin odası Çin mimarına benzetilmiş görülmeye değer bir alan. Çorçil burayı yatak odası olarak kullanmış. Sarayda en kıymetli şeylerden
Biriside İran şahının hediye ettiği Graf voronsovk’ un ve eşi ile çocuğunun resminin olduğu halıdır. Deniz tarafındaki girişinde 6 yerde lailaahe illallah yazılı hemen girişte de İran şahının halısını asmışlar.
Buradan karşıdaki kırlangıç yuvası muazzam görünmektedir.
KIRLANGIÇ YUVASI
Büyük bir uçurumun kenarına Avrupalının kendine has mimarisi ile yapılan küçük bir şatodan almaktadır ismini. Mimarisi itibari ile yapıldığı yüksek ve keskin kaya itibari ile ilgi çekmektedir. Bu şato küçük bir daire şeklinde yapılmış resmini görüpte büyük bir yer düşünmeyin. Bu güzel şato ile bile savaşılabilir. Yıllar öncesi geçirdiği deprem ile üzerindeki kayalardan bir kısmı çatlamasına rağmen şatoya bir şey olmamış ayakta kalmayı başarmıştır.
Buradan sonra Yalta’da serbestçe dolandık ve alışveriş yaptık. O akşam otelimizde gezinin değerlendirilmesi yapıldı Mehmet talip bilgil Bir konuşma yaptı. Teşekkür niteliğindeki konuşmanın ardında tatarların tebessüm gurubu sahne aldı milli sanatçılar türkü söyledi ve halaylar çekildi.
Nihayet gezimiz bitti sayılır. Aşağıdaki Lenin meydanında teşhir edilen bu motora binmek isterdim.
Sonuç olarak kırımın milli kahramanlarından Mustafa cemil kırımlıoğlundan bahsetmek gerektiğini düşünüyorum.
KIRIM KAHRAMANI MUSTAFA CEMİLOĞLU
Kırım’ın bağımsızlık mücadelesini veren insanlar: Mustafa Cemiloğlu ya da Kırımlıoğlu gibi kahramanlık abidesi insanlar boynunu ipe uzatan canını verecek derecede isteyerek bağımsızlığı kazanan kişilerdir. Yoksa kimse durup dururken kırıma bağımsızlık vermemiştir. Yıllarını sürgünde ya da hapishanelerde geçiren toplumun liderleri geri dönüşü hazırlarken de aynı mücadeleyi vermişler ve Tatar toplumunun bir sigortası olmuşlardır. Hoş görüyü şiar edenmiş ve toplumdaki infiali kırarak tatarları hiçbir teröre bulaştırmamışlardır. Verdiği geri dönüş mücadelesinde şu iki şeyin olmasını şiddetle istemiş kısmı olarak da başarmıştır. Bunlardan birincisi toprak mülk sahibi olmak ikincisi iş sahibi olmaktı. Ömrü Rus hapishanelerinde çürüyen Mustafa Bey, 1944’te ana kucağında 6 aylık bebekken sürgün edilmiş. Gençliğinde “Benim milletimi tanımayan devlete ben askerlik yapmam” diye Sovyetler Birliği’ne tavır koyduğu için ilk kez 1968’de 1,5 yıllık hapis cezasını yemiş. “Kırım Tatarları Milli Gençlik Teşkilatını” kurduktan sonra -Kırım’a dönüş izni çıkana dek! Sibirya hapishanelerini teker teker dolaşmış. Problemlerimizi demokrasiye uygun bir şekilde ve Kırım’ın kök halkının istekleri de dâhil, tüm insanlarımızın isteklerini dikkate alarak çözeceğimizi umuyoruz diyor. Sovyet zamanlarında bile umutlu oldukların belirtiyor. Problemlerinin çok olduğundan bahsediyor çok, ama yavaş yavaş o problemleri çözeceğiz diyebiliyor.
Sayın Eskişehir Valim: Büyük bir projenin parçası olan Kırım gezisi Tam sizin istediğiniz gibi Milli manevi ve ananevi kurallara bağlı kalınarak gerçekleştirilmiştir. Sizi bir kez daha saygıyla kutluyor, Verilebilecek her türlü göreve hazır olduğumu beyan ediyorum. Eğer çocuklarımız millî kimliklerini, din ve imanlarını kaybedecek olurlarsa o millet yok olur. Diye de ekliyorum. Aşağıdaki ekip arkadaşlarımın gayretleri ve size olan hayranlıklarını buradan iletmek istiyorum. Eğer lütfeder bu ekip arkadaşlarımızı kabul ederseniz sizi ziyarete gelmek istiyoruz.
Bu resimler ve yazı hiçbir yerde başkası tarafından kullanılamaz. (Mehmet talip bilgil)