- 722 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HAK BİRDİR
Anayasa/Kanun /Yönetmelik.
Aşağıdaki kısa notu internetten edindim, bu denemeyi, ya da fikri buradan yola çıkarak anlatmaya çalışacağım.
Not; Bir hukuk düzeninde mevcut olan, anayasa, kanun, tüzük, yönetmelik gibi normlar, dağınık halde ve rastgele değil, alt-alta, üst-üste bulunur.
Bu normların arasında altlık-üstlük ilişkisi vardır. Buna “normlar hiyerarşisi” veya “hukuk düzeni piramidi” denir. Bu hiyerarşide alt basamakta yer alan norm geçerliliğini ANAYASA’ dan yani üst basamaktan alır. Dolayısıyla her alt basamak üstüne uygun olur. Örneğin kanun ANAYASAYA, Yönetmelik Kanuna aykırı olamaz.
Notumuz bu kadar.
Şimdi, ortada bir ANAYASA var, onun tam özü /doğrulayıcısı olan bir de kanun var diyelim.
Bu kanuna uygun olarak, sırasıyla dört yönetmelik hazırlanmış ve o yönetmelikle hareket edilmiş.
Yıllar sonra bu yönetmeliği hayatında bilfiil icra eden birileri hayatından memnun olmadığını söylüyor.
Yönetmeliğin hazırlanma döneminde, kendine haksızlık edilmiş olabileceğini savunuyor. Bu nedenle icraatları diğer yönetmeliklerle tam uyuşmuyor.
Misal; Şimdi bu yönetmelik hazırlanırken bir hata oldu ise, bu yönetmelik neden diğerlerinden farklı, sorun nerede diye dönüp kanuna bakılmaz mı? .
Yönetmelik uygulanırken haksızlığa uğradığını düşünen, tekrar kanuna başvurarak çözüme gidebilir.
Fakat! Bu yönetmelik, kanuna dönmeden direk merkeze, yani ANAYASAYA bakmak isteyebilir.
Bu durumda oldukça sağlıklıdır çünkü, ANAYASAYA ve kanunda bir uyuşmazlık yok!
Bu nedenle ANAYASA bu yönetmeliğe, en doğru yolu gösterecektir. Böylece o yönetmeliğin yolu ANAYASADAN sonra mutlaka kanundan geçecektir.
Fakat bu yönetmeliği uygulayanlar, kendi mercilerine başvurmadan, sorunlarını gidip başka bir ülke kanunu, anayasası ile çözmeye çalışırlarsa, o zaman bulundukları ülkeden iltica etmiş olurlar. Hatta bu yönetmelik, kendi ülkesi ile zıtlaşmaya başlarsa, vatandaşlıktan da çıkarılabilir.
Oysa aslen bu dört yönetmelikte, anayasayı ve kanunu uygulamışlardır.
Şimdi düşünün! Bu ANAYASA KUR’AN-I KERİM, BU KANUN HAZRETİ MUHAMMET! (s.a.v) ve ikisini de
Gönderen ALLAH (c. c.)
Bu yönetmeliklerde, dört halîfe olsun, ve bu ülkede İSLAMİYET.
ALLAH (c.c.) uygulanmasını istediği anayasayı, kendi seçtiği kanunla, yani peygamberi ile ilan ettirmiş. Bu peygamber, bu anayasayı yaşamış ve anlatmış ve görevini hakkıyla yerine getirmiş. Bu yönetmeliğin sırasıyla hazırlanmasında bir adaletsizlik olmaz ya, diyelim ki oldu.
Ne olduysa oldu! Bu olanlar, bu halifelerin, Kur’an ve Peygambere uymaktan başka amaçları olmadığı gerçeğini değiştirmez.
Sonradan gelen nesillerde, yaşadıkları problemin çözümünü bu yolun dışında arayamaz. Çünkü bu sorunlar, bu ülkede, yani İslam’da yaşanıyor.
Bu ülkenin, yani İslam dininin dışında çözüm aramak, başka yere iltica etmek, sınır dışına çıkmak, insanı ülkesinden değil dininden çıkarır.
Bu halifelerden birine haksızlık yapılmışsa eğer, bu haksızlık hilafet döneminde olmuştur.
ALLAH’ın (c.c.) gönderdiği peygamberin bunda bir kabâhati olduğunu kim düşünebilir?
Bismillahirrahmanirrahim
“Bakara 108 - Yoksa siz peygamberinizi, bundan önce Musa’ya sorulduğu gibi, sorguya çekmek mi istiyorsunuz? Halbuki her kim imanı küfürle değiştirirse artık düz yolun ortasında sapıtmış olur.”
Peygamber efendimiz; “ Benim sahabelerim yıldızlar gibidir, hangisine uysanız kurtulursunuz”
“Her nebinin nesli kendindendir. Benim neslim Ali’nin neslidir” buyurmuş.
Ya da (haşa) ALLAH yanlış yasamı gönderdi ki, onun hükmü olan Kur’an-ı Kerim niye bir kenara itilsin.
Bismillahirrahmanirrahim
Bakara 107 - Bilmez misin ki, hakikaten göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır, hepsi O’nundur. Size de Allah’dan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.
Hem halifelik sıralaması, peygamberimizin vasiyeti değildi, Kuranı Kerim ayeti de değil, öyleyse Alevi kardeşlerimizin, farz olan Kur’an hükümlerini ve sünnet olan peygamber davranışlarını terk etmeye
bir sebep ve bahâneleri yok! (tabiî bizimde yok)
Bismillahirrahmanirrahim
Bakara 110 - Siz namazı hakkıyle kılmaya bakın ve zekatı verin! Kendi nefsiniz için her ne hayır yaparsanız, Allah katında onu bulursunuz. Muhakkak ki, Allah bütün yaptıklarınızı görmektedir.
Alevi sorununa İslam dışı kimseler yada görüşler, muhatap olamaz.
Eğer oluyorlarsa ve çözümleri Alevi kardeşlerimizi, Kur’an’dan ve peygamber sünnetinden uzaklaştırıyorsa, bu o kimselerin, kendi şahsi çıkarlarının, kendi siyasi emellerinin peşinde olduklarını gösterir.
Hem Hz. Ali İslam dininin her mezhebi için, çok özel ve önemlidir, çünkü
Pegamberimizin soyu Hz. Ali ve Fatıma annemizden devam etmiştir. Bu yetmez mi! Hz. Ali hepimizin baş tacı ALLAHIN Aslanı bu yetmez mi?
Bizi ötekileştirmeye çalışanlar var ya! Onlar bunu başaramazlar.
Onların derdi ne Alevilik ne Sünnilik. Onlar yalnız çıkar peşinde! Ne yazık ki çıkarları için büyük ölçüde imanı tahrip etmeyi başardılar. Fakat onlar bu oyunlarını yıllardır aynı istikamette oynanmaya devam ediyorlar, bu nedenle sobelendiler.
Bakın Risale-i Nurda Bediüzzaman Said Nursi, şöyle diyor; “Matteessüf (üzülerek) Ehl-i Sünnet ve Cemaat perdesi altında Vehhabilik ve Haricilik fikri kısmen girdiği gibi, siyaset mevhumları ve bir kısım mülhidler, Hz. Ali’yi (r.a.) tenkit ediyorlar. Haşa “Siyaseti bilmediğinden hilafete tam liyakat gösterememiş, idare edememiş diyorlar. İşte bunların haksız ithamlarından Aleviler, Ehl-i Sünnete karşı küsmek vaziyetini alıyorlar. Halbuki Ehl-i Sünnet’in düsturları ve esas mezhebleri, bu fikri iktiza etmiyor belki aksini ispat ediyorlar. Harici ve mülhidlerin tarafından gelen böyle fikirler ile Ehl-i Sünnet mahkum olamaz, ………………………………………..)
“Ey ehli Sünnet ve Cemaat! Ve ey Al-i Beytin muhabbetini meslek ittihaz eden Aleviler! Çabuk manasız, haksız, zararlı olan nizaı aranızdan kaldırınız. Yoksa, şimdiki kuvvetli bir surette hükmeyleyen zındıka cerayanı, birbirinizi diğeri aleyhine alet edip ezmesinde istimal edecek. Bunu mağlup ettikten sonra, o aleti de kıracak! ” Siz ehl-i tevhid olduğunuzdan uhuvveti ve ittihadı emreden yüzer esaslı rabıta-yi kudsiye mabeyninizde varken, iftirakı iktiza eden meseleleri bırakmak elzemdir.”
O dahili ve harici bedbahtlar yüzünden birbirimize, yıllarca senin Ali’n benimde Ali’m diyemedik.
O bedbahtlar yüzünden Allah bir, Kitap bir, Peygamber bir diyen insanlar, birbirine kız alıp veremedi. Gençlerde çâreyi aileye ve dine isyanda buldu. Oysa Hz. Ali bizimde pirimiz, bizim içinde Allah’ın Aslanıdır.
Peygamber efendimiz “ Münafıkların kalbinde dört kimsenin muhabbeti toplanmaz; Ebubekir, Ömer, Osman, Ali” diye buyurmuş.
Şimdi vicdanla düşünüp, Ülkemizdeki asimile olan kesimden bahsedecek olursak, en asimile olan değerimizin inancımız olduğunu görürüz.
Asimile olmak aslından özünden uzaklaşmak ise, ülkemizde, özünden uzaklaşan en büyük kesimin hangi mezhep olursa olsun Müslümanlar olduğunu görmek zor olmasa gerek.
Sokağa bir çıkıp bin kişiye sorsanız, doğru dürüst namaz kılan yüz kişi zor bulursunuz. Pek çok ünlü sanatçı ve yapıtlarını ezbere bilen milyonlar vardır. Süpermen, betmen, alis harikalar diyarında, biz hangi diyardayız? Herkül, zeyna, zorro, bir sahabe ismi sorsalar bize, ooo … çok zor! O.
Sonra düşünürsünüz, bu nasıl bir siyasi akımdır, nasıl bir modadır ki, Müslümanlığı cephe almış, bizi nasıl bu kadar asimile etmiş, biz artık kendimizden çok onlara benzemişiz ve şöyle dersiniz.
İşte bu müstevlilerin siyasi emellerini tevhit eden, memleketin dahilinde, iktidara sahip olmaya çalışanların eseridir.
Cebren ve hile ile memleketi zapt ettiklerinin bir kanıtıdır!
Lakin bu dahili ve harici bedbahtların hesap edemediği bir husus vardı ki! Bu emellerine ulaşamayacaklarını bu nedenle anlayamadılar. İktidar hevesi hep kursaklarında kaldı.
Bu husus, ALLAH’ın (c.c.) Kur’an-ı ve ona sarılanları koruyacağı idi.
Bakın ALLAH Kur’an-ı Kerimi öyle bir korudu ki, onun bir kelimesini değiştirmeye dahi kimsenin gücü yetmedi!
Ve bakın! Allah Kur’an’a en çok sarılan rahmet peygamberini öyle bir korudu ki, Onu inkar etmek için kendi kitaplarının ayetlerini değiştiren, Hıristiyan ve
Yahudilere bile, onlar farkında olmadan onu zikrettirdi. Siz inkâr etseniz de, diliniz inkar edemeyecek dedi. Onlar ne kadar gizleseler de onu ALLAH korudu ve bugün hala İncil ve Tevrat’ta Peygamberimizi müjdeleyen bir çok ayet var. Üstelik İncil’in Türkçe karşılığı Müjde demekmiş.
Bismillahirrahmanirrahim
Bakara 135 - Bir de: ’yahudi veya hıristiyan olunuz ki, hidayet bulasınız.’ dediler. Sen onlara de ki: ’Hayır! Hanif olarak hakka tapan İbrahim’in dinine (uyarız) ki, o hiçbir zaman müşriklerden olmadı.’
Bismillahirrahmanirrahim
Bakara 136 - Deyiniz ki, ’Biz, Allah’a iman ettik ve bize ne indirildiyse İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’a ve torunlarına ne indirildiyse, Musa’ya ve İsa’ya ne indirildiyse ve bütün peygamberlere Rablerinden ne verildiyse hepsine iman ettik. Biz onların arasında fark gözetmeyiz ve biz ancak O’na boyun eğen müslümanlarız.’
İşte, dahili ve harici bedbahtlara rağmen bu hazineden mahrum olmayabiliriz ve bu ahval ve şerait içindeyken, damarlarımızdaki asil kanla, aslımızı bulabiliriz.
Artık atalarımızın sözlerini doğru anlamanın zamanı gelmedi mi?
Biz “Hak birdir” diyoruz, Alevi kardeşlerimiz de “Gelin Canlar Bir Olalım” diyor… doğru söz budur! Saygılarımla…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.