- 697 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ZENGİNLER VE YOKSULLAR
ZENGİNLER VE YOKSULLAR
Dilimize pelesenk olmuş eski bir sözümüz vardır: “Parayla saadet olmaz”. Bu, insanımızın madde karşısındaki tavrını sergilemesi bakımından çok asil bir yaklaşımdır bence. İnsanlar hayatını sürdürmek zorunda oldukları para veya maddi güçler ile ömür boyu sıkı bir ilişki içindedirler. Ancak bu yakınlık onların insanî kimliğinin belirlemesi yönüyle de bir mihenk taşı özelliği taşır. Bir güç demek olan para kimisi için her şey , demek iken; kimisi için sadece bir zorunluluktan ibarettir. Bu ata sözündeki gibi onların mutluluklarının kaynağı para değil ; sevgi, saygı ve paylaşmadır.
Aslında zenginlik ve yoksulluk dünyadaki zıtlıkları en iyi sergileyen temel kavramlardandır. Tarih boyunca zenginlik refahı; yoksulluk perişanlığı, zenginlik yönetmeyi; yoksulluk yönetilmeyi, zenginlik gücü; yoksulluk acizliği, zenginlik zulmetmeyi; yoksulluk zulüm görmeyi, zenginlik gülmeyi; yoksulluk ise hep ağlamayı temsil ede gelmiştir. Eski “Yeşilçam” filmleri bile bunun örnekleriyle doludur. Yaşadığımız dünyada herkesi zengin yapamayacağımıza göre, birilerinin varlıklı, diğerlerinin de zar zor karnını doyuruyor olması hiç de alışılmadık şeyler değildir. İnsanlar tarih boyunca ya asalet yoluyla veya zeka güçleriyle zenginlikler elde etmişler, birçoğu da bu gücü başkalarına karşı baskı ve yönetme aracı olarak kullanmışlardır. Kölelikler böyle doğdu ve uygulandı. Para ve sermayeyi elinde tutanlar zayıfları ezdiler. Ezilenlerin yapabileceği tek şey vardı; efendilerine hizmet etmek ve onları memnun etmek için çalışmak. Efendisi onu alır, satar, kullanır, hatta öldürür. Kölelerin tek suçları vardı: maddî güçten yoksun olmak…
Yeni dünyanın keşfiyle beraber artan iş gücünü karşılamak için Avrupalıların 18. Yüzyılda başlattıkları yeni kölecilik ve sömürü dönemi dünyanın büyük bir bölümünü etkiledi. Amerika kıtası, Afrika, Avustralya, Uzak Doğu Asya, bu sömürüye en çok maruz kalan bölgeler oldu. 19. yüzyılda fiili köleliğin kaldırılmasına rağmen, bu sefer “örtülü kölelik” diyebileceğimiz ekonomik sömürü dönemleri başladı. Öncekilerden çok daha etkili olarak, teknoloji yardımıyla sömürme. Bu sefer sadece insanlar değil, ülkeler köle muamelesi görmeğe başladılar. Teknolojik gücü elinde tutan devletler, yoksul geri kalmış ülkeleri hem maddî, hem de manevî yönden iliklerine kadar sömürdüler. Bunlardan büyük servetler elde ettiler. Aynı zamanda onların yönetimlerini istedikleri gibi belirlediler. Bugün de bu alışkanlıkları hâlâ devam etmektedir.
Peki insan hayatını, toplumları bu kadar etkisi altına alan sermaye veya zenginlik insanları mutlu eder mi? Veya dünyada mutlu olmak için zengin olmak mı gerekir? Öncelikle şunu bilmek gerekir ki, buna inanan, inançlı, inançsız pek çok insan görürsünüz. Bunlar biri üç, üçü beş yapma sevdasındadırlar. Dünyadaki pastadan daha çok pay alacaklar, sevenleri onlardan daha çok memnun kalacaklar, düşmanlarına da göz dağı verecekler. Kendilerinden sonra gelenler ise onları şükran duygularıyla anacaklar(!)
İnsanların zenginlik hevesleri ne sakat bir takıntıdır. “Nasıl olursa olsun zengin olayım” anlayışı ekonomik hayatta tekelleşmeleri doğurmuş, haksız rekabeti azdırmış, faizi tetiklemiş; definecilik, yolsuzluk, soygun, fuhuş, dolandırma, kaçakçılık, alkol ve uyuşturucu ticareti gibi bir çok yasa dışı olaya zemin hazırlamıştır. Bunun sonucu dünya fazla yemekten şişmanlık (obesity) ile, açlıktan ölen insanların arasına sıkışmış kalmıştır. Basınımızda bir çok istatistik yayınlanıyor, Refah ile mutluluk araştırmaları yapılıyor. Zenginleşen bir ülkede intihar vakaları birden artıveriyor mesela… İyi bir gözlemle zenginlerin en az fakirler kadar zorluklar içinde olduklarını görürsünüz.Bir yandan servetlerini korumak, diğer yandan rakipleriyle mücadele etmek zorundadırlar. Ayrıca bir çoğu aşırı beslenmenin getirdiği hastalıklardan mağdur durumdalar. İyi bir gözlemci paranın bir müddet sonra sahibini esir aldığını rahatlıkla görür. Çünkü gönüllerde artık aşk, dostluk, samimiyet yerine , rakamlar, kâğıtlar , metaller, saraylar, arabalar yerleşmiştir..
Güzeller mihriban olmaz demek yanlıştır ey Bakî
Olur vallahi billahi heman yalvarı görsünler.
(Ey Bakî, güzellerde merhamet olmaz demek yanlıştır/Hele bir parayı görsünler, vallahi, billahi merhametli olurlar.)
Görülüyor ki insanlık 16. yüzyılda da sevgiyi parayla tartan anlayıştan rahatsızdı. Fakat sermayeyi elinde tutan zavallılar o devirde de paranın çok şeyi satın alabileceğini keşfetmişlerdi. Yaratılış gayesini sorgulamayan insanlar tabii ki bu tuzağa çabucak düşüverirler. Çünkü, ancak gönül gözü ile yaşayanlar dünyanın fânîliğini kavramışlar, bütün zenginliklerin insanı denemeye yarayan birer araç olduğunu görmüşlerdir.Bu anlayışa göre iman ancak “ sarı altın ile beyaz tenin karşısında” belli olurdu. Böylece sahte güzelliklerden uzak durmuşlar, isimlerini ölümsüzler arasına yazdırmışlardır. Bu açıdan bakıldığında ne Hoca Ahmet Yesevi’yi, ne Mevlânâ’yı, ne Hacı Bayram Veli’yi, ne Hacı Bektaş-ı Veli’yi ölümsüz yapan şeyin güç ve para değil gönül olduğu görülür. Gönlüyle yaşayan insanlar, kendileri varlık içinde yaşayıp, başkalarının sefilliğine nasıl razı olabilirler ki?
Tabii ki amaç hiçbir zaman sermaye düşmanlığı veya insanların sömürülmesi olmamalı hiçbir zaman.herkesin derviş ruhunda olmasını bekleyemeyiz. Ancak zengin ve fakirler arasındaki uçurumun azaltılması zarurettir.
Zenginlik ve yoksulluk hayatın kendisi gibi gerçektir. Hayat olduğu müddetçe onlar da olmağa devam edecek. Ancak insanların dünyada yalnız olmadıklarını, her toplumda ve her yapıdaki insanın birbirinin parçası olduğunu bilmesi, dünyayı egoistçe, hoyratça kullanmamayı öğrenmesi gerekir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.