Son Kez Ölüm 3
NOT: FİNALE BİR KALA
Aramakta olduğum şey tam da buydu. Kaderin benimle işi hala bitmemişti anlaşılan. Dedektif kılıklı adamdan gazetesini rica ettim. Haberi okudum. Ankara’da Bilimsel Araştırma Laboratuvar’ı eski profesörlerinden Mahir Ellerin akıl almaz buluşunun dikkate alınmadığından bahsediyordu.
Gazeteyi sahibine teslim edip yerime geçtim. Kahvemi yudumladım. Nefes alabildiğimi fark ettim ve bir de amacım olduğunu. Umutlarımız, amaçlarımız hayata devam edebilmemizin tek sorumlusu galiba ya da insan olmanın, bir toplum içinde. Doğamız gereği savaşmaya meyilliyiz. İçsel bir savaş. Kazananın ve kaybedenin kendimiz olduğu.
Hesabı ödeyip çıktım oradan. Gözlerim taksi aramaktaydı ve bu çabaları olumlu sonuçlandı. Ardından kolum devreye girdi ve taksi durdu. Sonra ayaklarım çalışmaya başladı. Beynimse profesörü nasıl ikna edeceğimle ilgileniyordu. Taksi şoförü ise havaalanına ulaşmakla ilgiliydi.
Havaalanı girişinde tehlike arz etmediğimi söylediler ve gişeye doğru koştum. İlk uçakla Ankara’ya biletimi aldım. 22.30. Yarım saatim vardı. Yolcu kapısına yöneldim. Koltuğumu buldum.
Koşmaya başladım. Sırılsıklam olmuştum terden ama koşmak zorundaydım. Hatıralarım yine peşimdeydi ve bu sefer biraz daha yaratıcı olmaya karar vermişlerdi. Daha küçük bir çocukken bana arkadaşlık eden köpeğimi de peşime takmışlar ve hepsinin ellerinde silahlar da vardı. Belki de onlardan kurtulabilecek bir yol bulduğum için bu kadar sinirliydiler.
Her seferinde düştüğüm uçuruma yaklaşmaktaydım yine. Bir yerlerden “beyefendi, beyefendi” diye sesler duydum. Başta anlam verememiştim. Narin bir bayan sesi. Şu güzel hostes olmalıydı. Adını düşünmeye çalıştım koşarken. Bu sefer rüyamda ölmeden uyanabilirdim. Adı Şebnem’di. İsmini bağırmaya başladım. En sonunda gözümü aralamaya başlamıştım.
“Şebneeeeemm” diye bağırarak uyandım. Benimle birlikte hostes de çığlığı bastı.
“Hey, hey. Sakin ol. Sadece uyandırdığın için teşekkür edecektim. Bir nevi ilk kez hayatım kurtuldu sayende” dedim.
“Anlamadım” dedi ağlarken. Tekrar teşekkür edip uçaktan indim. Taksiye binip laboratuara gittim. Belki küçük bir ümit, profesör orada olabilirdi.
Şoföre iki dakika beklemesini söyledim ve binanın girişine doğru yürüdüm. Tahmin ettiğim gibi kimseler yoktu. Saatime baktım, 02.37. Normal insanların uyku saatlerine alışabilmiş değilim. Profesörün ev adresini yola çıkmadan aldığım için şanslıydım. Önsezi ömrünüz boyunca en az bir kez hayatınızı kurtarabilir. Adresi taksiciye gösterdim. Yola çıktık.
Evin önüne geldiğimizde taksinin ücretini verdim. Saat 03.12. Şehrin gövdesinde neşter yarası gibi uzanıp giden cadde çırılçıplak bir karanlığın ortasında, ürkütücü bir sessizlikle birlikteydi. Onları rahatsız etmeden kapının zilini çaldım. Bir daha bastım zile, sonra bir kez daha. Kapının arkasından yorgun ve bitkin mi yoksa uykulu ve huysuz mu, tam karar veremediğim bir ses geldi.
“Kimsin sen gecenin bu saatinde?” diye sinirli bir şekilde haykırdı.
“Profesör Mahir Eller siz misiniz?”
“Ne işin var burada?”
“Profesör sabaha kadar birbirimize kapı arkasından soru mu soracağız?” dedim. Profesör on saniye kadar sessiz kaldı. Dayanamadım:
“Profesör tekrar uyumamışsınıdır umarım?”
“Hala soru soruyorsun sen ama. Bu saatte geldiysen söyleyeceklerin önemli olsa iyi olur. Anlatmaya başla evlat”
“Benim için bu kadar önemli olmasa emin olun gelmezdim bu saatte. Ayrıca sizin şu zaman makinesiyle de ilgili. Geçmişe gitmem gerek ve sizinde bir deneğe ihtiyacınız var. İkimizin de çıkarı için. Bence hemen giyinmelisiniz. Daha fazla bekleyemem” dedim. Yine sessizliğe büründü fakat bu sefer fazla uzun sürmedi. “bekle, geliyorum hemen” dedi. On beş dakika kadar sonra kapı açıldı.
Eddie Murphy’nin Çılgın Profesör filmindeki karaktere benzeyeceğini hiç ummamıştım. Tek farkı beyaz olmasıydı. Geniş bir gövde, tombul ve sempatik bir yüzü vardı. Otuz yıl önce olsa “dedeciğim” diye sarılabilirdim. Ama sadece elini sıkabildim. Yol kenarındaki klasik Chevrolet marka arabaya doğru yöneldi. Şaşkınlığımı gizleyerek arabaya bindik.
Yol boyunca sorular sordu. Kaliteli siyasetçi gibi aslında hiç cevap vermemiş ama aklındaki soruları tatmin etmiştim. Aslında tek amacı o iğrenç sessizliği gidermekti. Yoksa birbirimizi tanımak önemli değildi. Tamamen karşılıklı çıkarlarımız için gecenin köründe yola çıkmıştık ve nihayet o yolun sonuna gelmiştik.
Kalp atışlarım hızlanıyordu. Birkaç yıldır çektiğim çile son bulabilirdi birazdan. Öte yandan beynimden silinen, bilinçaltımın rüyalarla benden intikam almalarının amacı olan, lanet geçmişim daha da esiri edebilirdi beni. Aslına bakarsanız kendimi o kadar kötü biri olarak da görmüyordum. Böyle bir nefreti hak edecek ne yapmış olabilirdim?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.