- 635 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Hiç Sormuyorlar
Kim “dur” diyecek içimdeki, sınırlara düşman, zevk düşkünü o bencil yaratığa o zaman? “Sen de gelsene” demesi kolay da, o kapıdan bir girersem sabah yüzleşmek zorunda kalacağım aynanın karşısında gözlerime dimdik bakabilecek miyim? Yoksa ikiye mi bölüneceğim aynaya bakan ve aynadan yansıyan diye?.. “Ben bakan tarafım” diye arama bir sınır mı koyacağım karşımdaki o kadınla? Bir daha aynaya bakabilecek miyim o zaman?
Onlar hiç sormuyorlar bu soruları kendilerine. Aynadaki gölgelerini kendilerine düşman edecek kadar yabancı birine dönüştükleri o karanlık süreci yok saymayı seçiyorlar. Birkaç saati bir parantezin içine koyup kaldırıp atıyorlar uzaklara. Sanki o ‘zaman parçası’ içinde bir an bile var olmamışlar gibi; şimdi aynanın karşısında gözlerini ovuşturup ‘geceden kalma’ olmanın ağırlığından bedenlerini sıyırmaya çalışırken, çay yine önceki önemine kavuşup damaklarında sıcaklığını şimdiden hissettirmeye başlamış, kızarmış ekmek, kapıya bırakılmış gazete de onun peşinden tamamlamaya girişirken yeni bir güne başlamanın resmini; karşılarındaki yüzde bir şeye takılıp kalmıyorlar onlar birden. Çünkü o yüz tam olarak kendilerine ait… Gece dönüştükleri yabancıya ait en küçük bir yer yok orda.
Ama eğer ben onların çağırdığı o yerlerden birine gidersem, alkolün etkisiyle geçirilmesi kaçınılmaz o dönüşümden nasiplenip hafiflemiş, tüm yüklerimden sıyrılmış bir halde kahkahalar atıp durmaya başlarsam ben de; sonu nereye varacağı belirsiz bir akışta kaybolduğum o birkaç saat içinde her neye dönüşüyorsam o şey korkarım aynadaki yüzümün bir yerinde mutlaka var olacak benim. Çünkü benim onlardan farklı olarak, beni çağırdıkları o dünyayı uzun uzun seyredecek bol bol zamanım oldu. Onlar gibi daha hakkında bir fikir bile edinmeden, yolun sonunu görmeden hevesle adımlarımı atmadım o efsunlu loşluğa birden. Şekillerin sınırlarını yitirdiği, her şeyin havada yüzercesine hafiflemiş, dışarıda içlerini dolduran tüm anlamlarından sıyrılmış bir kimliksizlikte gezindiği o yerlerde giyineceğim yeni kimliğin, sabah kahvaltı sofrasında çayımı rahat rahat yudumlayamayacak kadar beni kendime düşman edebilecek kadar bana uzak bir yerde durduğunu yeterince öğrenebildim bu uzun mu uzun seyretme süreci içinde… Alkolün gerçek anlamına varabildim.
Onlar neden düşman olsun ki hem, geceki o hallerine? Onun düşman olduğunu bile bilmiyorlar ki! Zaten çoktan ona dönüşmüşlerdi bir gece, onun hakkında daha bir değerlendirmede bile bulunabilecek fırsatları olmadan. Yani onların dünyasında pekâlâ güle oynaya, el ele gezebilir gece içlerinden çıkan o canavarla, gündüz kahvaltı yapan o kadın ya da adam. Onlar canavarlarına çoktan alışmışlar… Kendilerinden ayırabilmişler onu çünkü zihinlerinde… Tıpkı yaramaz ama sevimli bir çocuğa gösterdikleri türden sınırsız bir hoşgörüyle yaklaşıyorlar ona.
Ama ben hala korkuyorum canavarlardan. İçimde uyuttuğumsa aralarında en korktuğum… Uyandırmamı istiyorlar ısrarla onu. “Boş ver!” diyorlar, “Ne yaparsa yapsın, ondan sen sorumlu değilsin ki!..” Gözleri aynen bunu söylüyor bana. O da benim bir parçam değilmiş gibi sanki…
Bana bunları söylerken aslında kendilerini aklıyorlar bir yandan da. Yeniden anne oluyorlar mesela “sen canavarından sorumlu değilsin” derken. Çocuklarını okula hazırlıyor, reçel sürüyorlar ekmeklerine. Gece geçirdikleri günah dolu birkaç saati çıkarıp atıyorlar kişisel tarihlerinden. “Ben yaşamadım ki zaten o anları!” diyorlar, bir çay daha doldururken boşalan bardaklarına, çay da ne güzel demlenmiş diye içlerinden geçirirken. “Ben kocama ihanet etmedim ki! Onun iş seyahati o kadar uzamasaydı ben de kendimi yalnız hissedip o kadar çok içmeyecek, o hale gelmeyecektim. İçimden o canavar çıkmayacak, o adamla birlikte olmayacaktım ben de. O adamla birlikte olan da aslında ben değilim ki zaten! İçimden çıkan canavar yaptı her şeyi. Ortada bir ihanet falan yok yani.”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.