- 1726 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
DERTLİ-RUHSATİ-SEYRANİ TAŞLAMALARI ve BİZİM VATANDAŞ OSMAN
Mustafa CEYLAN
************************
Evet, "Hiciv" deyince Divan Edebiyatı nasıl aklımıza geliyorsa, "Taşlama" denilince de Türk Halk Edebiyatı ve âşıklarımız aklımıza gelmektedir. Taşlamaya bir bakıma hiciv’in öteki adıdır diyebiliriz.
Türk Halk Edebiyatı’ nın temelleri olan âşık-ozanlarımızın hangisini ele alırsanız alınız, en çok aşk-sevda şiiri söyleyen Karacoğlan dahi, Köroğlu, Dadaloğlu vb hepsi de yaşadıkları döneme ışık olmuşlar; taşlamaları ile o dönemin hatalarını dile getirmişlerdir. Halkın gözü, kulağı, yüreği olan âşıklarımız, bozulan adalet siteminden tutun da toplumsal anlaşmazlıklar ve yanlış gidişe korkusuzca karşı durmuşlar, Anadolu dağlarından, kayalıklarından kopardıkları kelam taşlarını ilgili ve yetkililerin kafalarına, gözlerine fırlatmışlardır. Bunu yaparken çoğu ölümü, kıyımı, sürgünü göze almış; bunlardan bazıları da eleştirilerini canlarıyla ödemek durumunda kalmışlardır.
Bugün, Dertli, Ruhsati ve Seyrani’ den örnekler sunacağım ve günümüzün korkusuz taşlamacısı Vatandaş Osman’ımızdan bahsedeceğim.
Ruhsatî’ nin Seyyid Efendisi var. Bugünlere kadar yaşamış mıdır, yoksa onun izinden giden bir çok Seyyid Efendiler mi var bilinmez. Dertli’ nin Aynoraz’da papazlananları ve kadı dinlemeyen telli sazı var. Aynı şekilde, Seyrani’ nin de rüşvet musluğu kenarına bağdaş kurup oturan hukuk adamları var. Hepsi, ama hepsi, hemi de cümbür cemaat, el ele tutuşup 2013 yılına nasıl geldilerse gelmişler; bizim Vatandaş Osman(Harun Yiğit)’ın karşısına Bakkal Şuayip veya Angutlar olarak çıkmışlar; Osman habire Toroslardan kaya üstüne kaya koparıp fırlatmaya devam etmekte...
*
"SEYYİT EFENDİ
Sana bir destan söyliyem
Şaşasın Seyyit Efendi.
İntizar bilmem ki diyem
Şişesin Seyyit Efendi.
Uçtun özeni özeni
Bana ettin bu düzeni
Mekânın katran kazanı
Eşesin Seyyit Efendi.
Babanı saymam sayıya,
Seni benzettim ayıya
Kendi eştiğin kuyua
Düşesin Seyyit Efendi.
Ruhastî’ye emin kuldun
Bir kaz buldun iyi yoldun
Şeytanlıkta bir sen kaldın
Yaşasın Seyyit Efendi."
RUHSATÎ
*
"GÜZELLER
Toplanıp toplanıp gelmen yanıma
Zati yürek yaralıca güzeller.
Hakk’ı severseniz girmen kanıma
Gam yükümüz kiralıca güzeller.
Bir yanık âşıkım, kel hoca sanma
Gönlümüz alçaktır hiç yüce sanma
Adımı duyup da pek (koca)sanma
Daha közüm çıralıca güzeller.
Bak yine açılmış yolu bağların
Misafir alıyor başı dağların
Yeni gelmiş sarılacak sağların
Öpülmeniz sıralıca güzeller.
Ne yapayım yeşilim yok, alım yok
Sana lâyık şekerim yok, balım yok
Ruhsatî’ yim mangırım yok, pulum yok
Ararsınız paralıca güzeller..."
RUHSATÎ
*
"BELLİ DEĞİL
Bir vakte erdi ki bizim günümüz
Yiğit belli değil, mert belli değil.
Herkes yarasına derman arıyor,
Dava belli değil, dert belli değil.
Fark eyledik âhir vaktin yettiğin,
merhamet çekilip göğe gittiğin
Gücü yeten soyar, gücü yettiğin
Papak belli değil, kürt belli değil.
Adalet kalmadı hep zulüm doldu
Geçti şu baharın gülleri soldu
Dünyanın gidişi acaip oldu
Koyun belli değil, kurt belli değil.
Başım ayık değil kederden yastan
Ah ettikçe duman, çıkıyor baştan
Haraba yüz tuttu bizim gülistan
Yayla belli değil, yurt belli değil."
RUHSATÎ
*
"ŞİKÂYETNAME
Bu nasıl hükümet, bu nasıl gidiş?
Yarım kıl bütünü soracak Allah.
Semaya çekildi insaf, adalet
Bir dahi hükümet kuracak Allah.
Böyle mi gönderdi hükm-ü Kur’an’ı?
Böyle mi indirdi emr-ü fermanı?
Böyle mi severler dini, imanı?
Ne yüz ile sana verecek Allah?
Yaradanı hiç, aldın mı zikrine?
Devamı var mııdr, acep şükrüne?
Bir kez de ölümü getir fikrine
Verdiği bu ruhu alacak Allah.
Kul eyledi nefis seni Şeytana
Tapdırdı liraya sime divane
Soyunup çıkarsın yarın meydana
Bak ne muamele kılacak Allah?
Çıkarırsın ardı gelmez nizayı,
Kendine gel tahsil eyle rızayı
Ruhuna verirler türlü ezayı
Adaletce hükmü verecek Allah.
Hazır edip Cehennemi, Cenneti
Kabul etmez beşibirlik minneti,
Adil kullarına verüp rahmeti
Zalimi Nirane sürecek Allah.
Haram helal demez seçmezdin yerdin
Elbet kalır sandın mekânın, yurdun
Zulmile bu kadar devlete erdin
Hak mizan terazi kuracak Allah.
Hele fikret nere varacak halin?
Gün be gün dolmakta yakın zevalin
Bir top bezden fazla var mıdır malın?
Yarattığın rızkın verecek Allah.
Daim yanar gider RUHSATÎ sekil,
Sıdkile diyvana ihfaye çekil,
Her bir umuruma eyledim vekil
Benim dâvalarım görecek Allah."
RUHSATÎ
*
"BEN SENİN ASLINDAN ALDIM HABERİ
Ben senin aslından aldım haberi
Âşıklık bilmezsin, densizlenirsin;
Nafile söyleyip usta eş’arı
Geçip de üst yana şlfazlanırsın.
Bir yerde kurarlar bezmi divanı
Ararsan görünmez mahbub zamanı
Kimden ezber ettin sen bu yalanı?
Güzeli sevdikçe elfazlanırsın.
Yutabilir misin sen bu lokmayı?
Öğretirler sana ders okutmayı,
İncecik eğürüp, sık dokutmayı
Gider kahvelerde kurnazlanırsın.
Dertli’ye gevherden çekme hesabı,
Âşıkın yanında var mı cevabı?
Okuyabilmezsin İncil kitabı
Hemen Aynoraz’da papazlanırsın."
DERTLİ
*
Ve gelelim şimdi de Seyrânî’ye... Bizim Vatandaş Osman, günümüz hukuk sisteminin işleyişinden, hususiyetle de bir "destanşairi" olarak Ergenekon, Balyoz gibi davalar ve onların işleyişinden nasıl şikâyetleniyor; çoğumuz onun sohbetleri srasında, yaptığı şakalar ve kaleme aldığı hicivlerden bunu gayet iyi anlamaktayız. Seyrânî’ nin bugünkü versiyonu olsa gerek Osman...
Seyrânî demiş ki:
"Mahkeme meclisi icad olduğu
Çeşme-i rüşvetin akmaklığından.
Kaza belâ ile âlem dolduğu
Kazların kadıya uçmaklığından.
Selefin rüşvetle hüccet yazması
Halefin anlayıp hükmün bozması
Yıkılan binanın birden tozması
Asıl sermayenin tozmaklığından.
Asıl sermaye-i niyabetleri
Emvali eytamdır ticaretleri!
Davet-i rüşvete icabetleri
Sıdkile gönlünün alçaklığından!
Bülbülün aşkıdır dalda öttüğü
Çobanın sütedir koyun güttüğü
Toprağın Habil’i kabul ettiği
Şüphesiz yüzünün yumşaklığından!
Dünyadan Ahrete gidip gelmemek
Olmasa iktiza eder ölmemek
Balık baştan kokar bunu bilmemek
Seyrânî gafilin ahmaklığından.
SEYRANÎ
*
"ZULÜM SİRKESİ
Zulmünden vekili âli rasülün
Hicabtan sikkenin kızılı çıktı.
Şer’in ahkâmında zevil ukulün
Reylerinden halk usanıp bıktı.
Varsa söyle zulmün boyun bükmezin,
Bul ehl-i irfanın çile çekmezin,
Adalet küpünün dolup pekmezin
Bu zulüm sirkesi küpünü sıktı.
Seyranî mazlumun malın yiyenin,
Mertebem Tanrı’dan yüce diyenin
Dünyada Tanrılık tacı giyenin
Hak derya çamurun ağzına tıktı."
SEYRANÎ
*
Ve bizim Vatandaş Osman’a kulak verelim şimdi de. Onun bakkal Şuayip’i ne yapmış, neler yapmış; dinleyelim hele, olur mu?
"BAKKAL ŞUAYİP
Bakkal açtı mahalleye geçen gün
İlk gün hesap karıştırdı Şuayip
Milleti soymanın yolunu bulup
Bakkalları yarıştırdı Şuayip
Utanmadan ‘Karı’ dedi kadına
Şakşaklayıp büst yaptılar adına
Alışmıştı ağzı küfür tadına
Bol, bol verdi veriştirdi Şuayip
Bağdaş kurdu sofrasına katilin
Barut yüklü fıçıdaki fitilin
Ateşleyip değiştirdi sitilin
Müşteriyi vuruşturdu Şuayip
Elin sokağına tertipli gitti
Hindi gibi şişip horozca öttü
Kabadayı olup köylüyü üttü
Kâr’ı kendi kırıştırdı Şuayip
Oğlu kızı bilmez hiç alın teri
Köyün bütçesinden geçinen biri
Yolun bulup köy içinde muhtarı
Hırsızlarla görüştürdü Şuayip
Yok ediyor burnumuzda tüteni
Sapan ile avlar dalda öteni
Sır kalmadı, köyde olup biteni
El köyüne eriştirdi Şuayip
Aklı olmasa da Yiğit huyluyu
Köylüce severiz fidan boyluyu
Bakkalına uğramayan köylüyü
Birer, birer soruşturdu Şuayip
Harun Yiğit
14.02.2009
*
Taş... Taşlık... Taşbaş...
Kabından (taş)ıverir bazen ozan dili de, tutamazsınız onu ve taşbaşlara vurur ha vurur... Taşlıktan geçerken kaş yapmaya çalışır kardan adama da, adama benzeyen veya benzemeyenlerin gözünü çıkarmaz ama, taşa çalar derdini, atar taşını başı bulutlardan aşağıya inmeyene...
Taş ile traş kafiye olsalar neye yararki? Taş taşlığını bildirir çarpan surata da traşın yağlısı ve köpüklüsünü de yağdanlıklar yapar işte. Taş, kaya, sert, katıdır, lâkin; yumuşak ve de yavşak değildir. Taşı taşımak zordur. O yüzden konkasörler icad edilmiştir ki o devasa bantlı ve demir dişli aletler, kırar, ufaltır taşları. Taşlıktan "taşmescid"e uzanan nice yiğid tanırım ki, şimdilerde tek bir şair de yok medrese-i yusufiye’de nedense?..