- 605 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
'Bu izlerinde bir sahibi var'
...
Her şey birikir
Gösteren parmaklar, gören gözler
Susan konuşan birikir
Yargılarlar davasız dosyasız
Silahsız sözcüksüz kansız kavgasız
Dağ mı değil, ova mı
Kent mi alan mı, değil
Bir ülke insan birikir
Gülten Akın
Hangi trajedi ölümü daha güzel gösterebildi? Yaşarken ölmesine izin verdiğimiz pek çok şey daha berbat bir halde kaldılar. Kirlenmişti sonra dünya. Biliyorsun, arınmak için gezinmeye başladık. Kollarımız yoruldu. Bileklerimiz öncelikle biz kötü insanların bileği olmak istemiyoruz dediler. Oysa biliyorduk ki, hiçbir günahı sahibinden başka kimse sahiplenmezdi. İzin verdik günahlara. Cennet gizli bir bahçeydi. Cennet’i buldu günahlarımız. Hiçbir iyilik sahibini düşünmezdi. Günahlarımız iyiliklerin peşi sıra cenneti buldu. Çamura batmış bin yamalı ruhumuz kendini kurtartmak için mütevazı rolünü üstlendi. Unutmadım, dedin ki:’ Çamura batmış olanlar isterler arınmayı. Zaten ırmakta olanların öyle bir derdi, tasası yoktur.’
Tasamız vardı. Çok iyi sebeplerle boşalıyordu gökten. Göğün yüksek olduğunu dahi kabullenemez olmuştuk. Endişe içinde, hep bir dert ve yaşam mücadelesi. Soğuğu aynı karamsarlıkla yuttuk. Nefes aldın bir kere, bin kere içime çektim karbonu. Yaralanmıştık. Endişeleneceğim nice şey karşısında, lütfen beni uyar dememiştim. Seni uyarmalıydım sonra, bunca zaman sonra en azından bunu başarabilirdim. Yüzüne direk direk söyledim unutmamak için. İçimde bastırdığım milyonlarca kelimeden sonra buydu bağımlılığım. Arka sokakların en endişeli çocuğuydu gözlerim. Kıyamadığın için kıymetli değildi. Kıyılması gerektiğinden değerliydi gözlerimiz. Gördük. Oysa sen demiştin, nasıl da kötü, nasıl da berbat bu dünya! Yine de yaşıyoruz ve yine de masadan kalkmıyor ellerimiz.
Beklentilerimiz yüksek olduğu kadar, bekleyenlerimiz olmadığı zaman daralıyor içimiz. Şimdi desem ki; lütfen endişelenelim! Hayır, bu uğultu, bağımlılık, bastıramadığımız yüzlerce sokak ve cadde nasıl olur da bir anda unutulabilir? Kızma, anla! Geçmişte hep bir başkasının ter izi var! Suçumuz sabit. Kriminolog kızın yumuşak ve soğuk elleri kadar deliydik. Hemen aklına başını getireceğim tatsız düşünceleri saymaya başlamayayım! İzin ver anlatayım. Olmadı kilo alalım korkmadan, ölelim sonra, ihtimaller dâhilinde soralım, bilelim, hezeyanlarımız olduğumuz olası bizi korkuttuğundan dolayı utanmaya başlasın.
Hayır, hayır şimdi diyeceksin nereden kaybolmaya başlayalım? Gözünü açacaksın yoksa göğüslerini mi, dokun en hassas noktana ve kaybolmak derken tamamen kaybolmaktan, yok olmaktan bahsettiğimi dinle. Unutmanın imkânsız olduğunu bilecek kadar yaşamanın o pis kokusuyla beraber devam et. İncittikçe inciteceğin klişeleri unut! İnsanlar nasıl da acımasız ve saygısız… Şimdi bildiğim ve bilmediğim ne varsa canı cehenneme diyorum. Bir cennet varsa, o bile cehennemden sonra ‘az sonra’ kuşağı olarak gözlerimizin torbalarına boşalacak.
Noktaların aciz kaldığı, ipe geçirildiği, acı acı telefonların çaldığı, sesinin irkildiği, telaşlandığın, koltuk altlarının ıslandığı, sesinin yetişmediği, hemen evden çıkamadığın, çorabının tekini bulamadığın, delik botundan dolayı isyan edip, cebindeki pakette bir sağa bir sola sallanıp duran tek sigaranın dudağının arasında olduğunu hayal ettiğin şiirin içindesin. Aynı adamı seven aynı adamlar ve ayrı kadınlar arasında, aynı kadını ayrı ayrı sevmeyenlerin büyüdüğü kıskançlık rüzgârında gırtlağının sıkıldığını, karşılıklı çapraz koltuklarda mahkûmunu sorgulayan gözlerle kadına küfreden adamlar var. Şimdi nereden esti diyeceksin bu öykünme?
Ah bu insanlar hiçbir şey anlamıyorlar değil mi? Bugün hiçbirini tanımadığım ve hiçbirinden tek lira para almadığım onlarca insan için saatlerimi verdim. Bazı şeyler karşılıksız yapılır değil mi? Bazı acılar sırf tek başına çekilebilmek adına, karşısındaki en yakın dostu, arkadaşı, sevgiliyi; her neyse artık, kendinden uzaklaştırıp, karşılıksız, sırf başkasına zarar vermemek adına yalnızlaşır insan. İnanıyor musun buna? Yalnız kalmak nedir ki? Bugün razı olduğum yatışmaların kaçında aşktan başka şeyler gördüm? Aşk insana her haltı yaptırıyor olmalıydı ama bu saçma gelen varlıkların içinde saçma bir varlık olmanın sergideki cansız antik heykellerden farkı nedir ki? Niye bu kadar çok soru soruyorum ve neden durulmuyorum?
Bana bir şeyler çalabilseydin iyi olurdu. Kıskanç tüm tırnaklarımı kopartıp yerine yenileri gelene kadar etlerimle hissederdim varlığımı. Şarkıda da geçtiği gibi, biz büyüdük ve kirlendi mi dünya? Aynı adamı seven, aynı şiirleri okuyan, aynı müzikleri dinleyen, aynı kadınlardan nefret eden ne çok kadın var değil mi? Ya benim nefretim? Asra göre iyi sayılabilir miydi? Hem her gün gördüğüm o rüyadan artık kurtulmam geremiyor mu?
Çok soru soruyorum, fakat biliyorum. Asra göre değişmemeli insanlık. Mesela şimdi sızlayan başparmaklarıma inat yazmalıyım ben de. Sarsılmalıyım, gözlerimden yaş yerine mürekkep akmalı. Gülüyor musun yoksa? Herkes inandığı kadar mı var oluyor? Duruyorum ve düşünüyorum, sonra sayfaların yerleri değişiyor. Hemen hemen tüm satır altları çizilmiş insanlar var. Bazı satırları daha belirgin ve birkaç kez çizilmiş. Kimileri mavi, kimileri kırmızı ve çoğunlukla da siyah! Kokusunu içine çekerek, öfkeyi gömüp avuçlarının en tatlı gıdıklanışlarına, oku:
‘Buğday kırılıp ufalandı diye mi üzülüyorsun? Un haline geldi buğday ve dükkâna girdi, ekmek oldu. Ey âşık, ey insan, senin de suçun belli oldu… Artık suyu yağı bırak da kırık dökük bir hale gel!’
İnanmıyorsun değil mi? İnsan kendi yazdığına, konuştuğuna kimi zaman günlerce düşünüp, ‘evet, bir daha asla’ diye kendine ettiği yeminlerden dahi ayrılabiliyorken, bir başka insandan da çok rahat bir şekilde ayrılabilir.
Kiminin senin ellerine,
Kimin gözlerine,
Kimininse yüreğine ihtiyacı var!
Zaman az geldi. Oysa yazacak ne çok şey vardı! Artık hasret çektiğim şeyler adına sokaklarda dolanırken ağlamıyorum. Belki bir gün sağanak bir yağmura yakalanır da, ağlarım dosta vefasızlık olmasın diye. Bu yazdıklarımın bir kokusu, bir dokunuşu, bir nefesi olsaydı… İnsan acımasız, en çok da kendine! Şunu demekten çekinme hala:’ Deli gibi koşturduğumdan olsa gerek, sana ihtiyacım yok mu sandın?’
Zemin kaygan, bu hengâme, bu çıkışı olmayan mesken, çözümsüz denklem… Özlediğini bilirim. Bazen döne döne Şems olursun… Bazen de kendine sarılıp Rumî! Ah görebilseydim o anı! Tüm günahlar iyiliklerin peşine saklanıp, cennete koşarlardı arınmak için!
En çokta yokluğunda, kendi yoksunluğum oluyor bu öykünmeler! İnandığını bildiğim için, ihtimal veriyorum. Yoksa kimi suçladığını bilmediğinden, yoklukta beni suçlamana izin vermeliyim.
De ki:’ Gözünün önünde olsaydın, bu öykü çıkmazdı sandık içinden. Başka türlü düşünmek beni de yoruyor. Beyhude bir çırpınış benimkisi, belki daha anlamlı! Böyle yaşayabileceğimi sanmıyorum.’
En güzel doru atlar cennete koştu. O tatlı bakışlı ölü çocuklar seni bekliyorlar. Utandım. Gözlerimi kapıyorum. Bir an için yok olmanın en kolay yolunu seçsem? Hayır, mukadderat böyle ve yavaşça sokulacak, yavaşça gidecek… Sesini uzaklaşsa dahi duyacaklar. Morlukların kokusu çıkacak.
Merhâmi, en güzel ölümün sessizce ve kimse duymadan olduğunu söylüyordu. Ölüm için şarkılar bestelenmemeli. Bu dünyanın bir karış toprağı için dahi kan akıtılmaya değmez!
Arya yetecek kadar sesim kalmadı. Kimliği olmayan coğrafyaların çocuğuyum ben de. Özgürüm, hürlüğümle delidoluyum. Nice çocuklarım, tıpkı senin yaşayan ve ölmüş çocuklarına benzer!
'Bu izlerinde bir sahibi var' Yazısına Yorum Yap
"'Bu izlerinde bir sahibi var'" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.