- 1719 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
AŞKIN FELSEFESİ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Ben yürürem yane yane aşk boyadı beni kane ne deliyem ne divane gel gör beni aşk neyleydi, demiş yunus emre,
Gül’ün / bülbüle,
Toprağın / suya,
İnsanın / sevgiliye olan özlemdir aşk,
Kainattaki her canlıyı sarıp sarmalayan yaşamın, hareket noktası, varoluşun nedenidir aşk, nasıl ki, ruhu olmasa da biyolojik her canlı bir başka canlıya yaşamak için muhtaçsa,
toprağın suya, tabiatın güneşe muhtaçlığı gibidir aşk,
Aşk yalnızca kadın ve erkeğin arasındaki tutkulu duygunun ifadesi de değildir.
Hayatın tümünü içine alan derinlikleri olan sosyal hareketliliğiyle yaşamın en güzel tarafıdır Aşk,
Birkaç gün önce arkadaşımın bana attığı mail’de gülümseten esprili bir yazıyı dostlarla paylaşmak istiyorum.
Bir kadın güzel ve âşıksa kork,
Güzel âşık ve yalnızsa daha da kork,
Güzel âşık yalnız ve kırılmışsa,
Hemen ölü taklidi yap,
Yazının ilerleyen bölümlerinde aşk yüzünden işlenen cinayetleri yaşanan cinnet nöbetlerini ve derin travmaları konu alan, neden ve sonuç ilişkilerini irdeleyen, kaynaklardan elde etiğim bilgileri okuyucuyla paylaşacağım,
Aşkı ve insanı anlatan okuduğum onlarca kitaptan edindiğim ilginç ve enteresan bilgileri olabildiğince anlaşılır, bir biçimde özetlemeye çalışacağım, yazının giriş bölümünde paylaştığım, espri ile ilgili hanım kardeşlerimizin engin hoş görüsüne sığınıyorum.
(Aşk’ı ) tek başına, (çok sevmek ) şeklinde bir anlayışla izah edemeyiz,
Gazete ve televizyon haberlerinde tanık olduğumuz aşk cinayetlerinin aslında çok sevmekle bir ilgisi yoktur.
Aşkın düşünce ve davranışlarımızı şekillendiren çok derin, kökeni olan genetik etkileşim (soya çekim) sürecinden başlayıp, bebeklik, çocukluk ve yetişkinlik sürecinden, (fiziksel güçsüzlük) yaşlılık sürecine kadar yaşamın her döneminde farklılık gösteren biyolojik ve psikolojik nedenleri olan önemli bir konudur,
İstisnasız her insan aşkı tatmıştır.
Çünkü aşkın hareket noktası, burası çok önemli mutluluğa olan, (muhtaçlıktır.) bebeklik döneminden başlayan muhtaçlık bebeğin açlık içgüdüsünü getirdiği anne’sinin memesine duyduğu aşk’la başlar çünkü doymak ve dolayısıyla mutlu olmak için annesinin memesine muhtaçtır. Annesinden ayrı kalan bebek ağlar, hırçınlaşır fakat memeye kavuştuğu zaman susar ve mutlu olur, etrafa gülücükler saçar, buradaki aşk annenin kendisine değil memesine duyulan ilgidir. Bu ilgi bebeğin, çocukluğa geçiş evresiyle annenin kendisine duyulan aşka dönüşür.
Çocuk fiziki güçsüzlüğünün farkındadır. Etrafında olan biteni anlayamaz ve tanımlamakta güçlük çeker doğal olarak korkar.
Annesine olan bu ilgi yoğunluğu bebekliğinden gelen muhtaçlık bağıyla da, doğrudan ilgilidir. Ve anneye olan aşkı güçlendirir, İlerleyen zaman çocuğun gençlik evresine geçişiyle aşka bakış açısı gelişir, ve değişir, bambaşka bir şekil alır. Çünkü artık işin içerisine anne karnında başlayan ve hep var olan, tüm canlıları kapsayan cinsellik girer.
Cinsel dürtüler doğası gereği çocukluktan çıkmış, kız yâda erkek her genci etkisi altına alır. Bu çok doğal, sağlıklı gelişme Gencin kendi bedenine ve karşı cinse duyduğu ilgiyi artırır, başka bir deyişle yeni bir ( muhtaçlık ) belirir ortaya çıkar genç karşı cinse duyulan ilgiyle âşık olmayı ister yani aşka ihtiyaç duyar bu sağlıklı davranış biçimi, genci olgun bir birey haline getirir.
Bu sağlıklı oluşumun çeşitli nedenlerle yok sayılması bastırılması ve reddedilmesi gencin yetişkin olduğunda toplumla ve insanlarla iyi ilişkiler geliştirmesini dostluklar kurmasını güçleştirir.
Yapılan psikiyatrik araştırmalarda eşine çocuklarına ve çevresine şiddet uygulayan insanlardaki ortak özelliklerin, ilk gençlik çağlarında cinsel içgüdüleri ile alakalı yaşadıkları olumsuzluklarla doğrudan ilişkisi olduğunu ortaya koymuştur. Bu
süreçlerde doyuma ulaşamamış insanlarda saplantılı düşünce yapısı, daha da etkili olur. Saldırgan ve şiddete eğilimli düşünce ve davranış biçimine sahip olan, bu tür insanlar bazen de kendilerine dönük şiddet uygulayıp intihar eğilimleri de göstere bilirler.
Yaşlılıkla beraber insanlarda yeni bir muhtaçlık dönemi başlar. Dine eğilimleri artar, ibadete yönelirler sevgiliye yani insana duyulan aşkın yerini tanrı alır yaratana duyulan aşk daha bir yoğunlaşır buda çok normal ve sağlıklı bir durumdur bu şekilde yaşamla ölüm arasında motivasyon sağlanmış olunur.
Muhtaçlıklarımızın hiç bitmeyeceği aşkları doya doya yaşayalım.
Serhat BİNGÖL
24/10/2013