Baba ve oğul
O sesi çok iyi tanıyordu. Pantolonun kemer takılan yerine iliştirilen anahtarlığın üzerinde ki birkaç anahtarın her adım atılışında çıkardığı o iç gıcıklayan ses. Bu anahtarlıktan onlarca kişide vardı, ama onca ses arasından onunkileri ayırt edebiliyordu. Anahtarların birbirine vuruş sıklığından anlayabiliyordu, gelişin hayır mı şer mi olduğunu. Eğer belli belirsiz çarpıyorlarsa birbirlerine, hem de seri bir şekilde o zaman engel olamadığı bir korku kaplıyordu içini. Ama anahtarlar yavaş aralıklarla çıkartıyorsa o garip şıngırtıyı, bakmıyordu bile o tarafa. Tehlike yok demekti çünkü.
Babasına dair hatırladığı tek şey bu anahtar sesiydi. her akşam işten eve geldiğini belirten , emsalsiz bir habercisi olmuştu onun. O kapı her açıldığında farklı bir hissiyata bürünürdü. Zaten babasının yüz ifadesinden anlaşılırdı, o günün nasıl bir akşam olacağı.
Babası aynı gün içinde hem Dünya’nın en iyi babası, hem de en acımasız yaratığı olabiliyordu. Zamana ve gün içindeki yaşantısına göre değişkenlik gösteren bir ruh haline sahipti. Oğlundan istediği bir bardak suyun yeterince dolu olmamasını bahane ederek tüm odayı dağıtabilir, bu işlemi gerçekleştirmek için de onun kolunu,kafasını ve kulaklarını kullanabilir, adeta seri atışlar yapan bir bilardocu gibi tüm duvarlara ondan bir iz bırakabilirdi. Aksine eve getirdiği karnesinde ki zayıfları görmezden gelip onu akşam gezmesinde en sevdiği lunaparka da götürebilirdi.
Dalgalı seyreden ruh halinin anlaşılması en babayiğit psikologların bile harcı değildi. Yediği ilk dayağın sebebi babası mutfaktan çıkarken onun yolunun üzerinde oturuyor olmasıydı. Aynı gün içinde ikinci büyük hatasını da yapmıştı.Odasında ki eskimiş perdeyi kapatmaya uğraşırken yırtıvermişti. O gün öğrenmişti insan vücudunun direncinin ne kadar yüksek olduğunu. Yediği ikinci dayak ilkine nazaran çok daha alengirli olmuş,adeta yeni yöntemler üzerinde çalışılmıştı. Babasının o günden sonra her gün biraz daha kendisini geliştiriyor olması ve bu durumda onun da payının olması onu gururlandırıyordu doğrusu.
Bu konuda annesinin eline su dökememişti hiçbir zaman. En kesif yumrukları, en estetik tekmeleri o yemiş, en isabetli atışların vazgeçilmez hedefi hep o olmuştu. Zaman zaman onun bu dirayetini ve engellenemez yükselişini kıskansa da babası asla onu annesinden daha altta görmez, onun da kırılmaması için elinden geleni yapardı.
Sigarasından çektiği son nefesin ardından düşündü, uzun zamandan beri tatmadığı duygulardı bunlar. Tüm çocukluğunu kaplayan, yeni bir gerilim serisi gibi hatırlıyordu her şeyi, ve bu şekilde geçirdiği on beş seneyi. Bir an annesi geldi aklına. O gittiğinde ne yapmıştı acaba. Babası ona eksikliğini hissettirmiş miydi, onun yokluğunda ona düşen hisseyi de annesine mi yüklemişti yoksa.
Şimdi onlardan ayrılalı tam yirmi sene olmuştu. Çok sonraları öğrenmişti ikisinin de evlerinde asılı bulunduklarını. Babası finali etkileyici yapmıştı. Herkesin zihnine yer etmiş, oskarlık bir son hazırlamıştı ailesine.
Sigarasının bittiğini fark edince söndürmeye karar verdi. Eğilip söndürmek için bastırdığı yerden gelen kendi oğlunun sesi ile çıktı geçmişinin içinden.
“Baba ne olur yapma,söz veriyorum bir daha yapmayacağım”
Fikri TEZBAŞAR
[email protected]