- 541 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Not VI
Kim yapmış olabilir bu caniliği diye düşünüp duruyordu tırnaklarını ağzına götürerek. Bir ısırıyor bir tükürüyordu. Dükkânda deliye dönecekti, kasabanın en sakin saatlerini bir adama soru sorarak ve bir şeyler öğrenerek geçirecekti bugünü. Bunun yerine mezar kazdı, adamı öyle bırakabilirdi aslında ama borçlu hissetmişti kendini Erhart. Hiç yoktan kendisinin bir çukurda, tezgâhlanan bir oyunun içinde olduğunu söylemişti o adam. Erhart, düşüncelerini tutmuyor, hapsetmiyordu artık:
—Peki, bu adam kimdi, ben bir seri katil olarak tanıtılırken etrafa, bana yardım etmek için gelen bu adam beni nasıl bulmuştu. Bu dört tarafı çevrili yere nasıl girmişti ki, gerçi mağara uzun zaman önce yapılmışa benziyordu. Acaba adam bayağı bir zamandır burada mıydı? Benden daha neler saklanıyordu. Keşke dün dükkânı açmak için gitmeseydim de her şeyi dinleseydim adamdan.
Kafasını dövüyordu iki eli ile, birden kafasına giden eli durdu. Panikli bir ifade oluştu yüzünde.
—Ya beni de bulurlarsa, o adamı öldüren her kimse ya beni de bulursa. Acaba benim o adamla konuştuğumu mu fark ettiler. Dün evdeki kim olduğu belirsiz kadın bana nasılda bakıyordu. Her an ağzımdan çıkacak bir kelime ile beni boğazlayacak gibiydi. Ya bugün dükkânı kapatıp eve gidince beni de öldürürseler, ne yapmalıyım, ne yapacağım?
Düşündükçe düşünüyor kafasında oluşan çelişkileri düşünceleriyle yok etmeye çalışıyordu. Arada sırada dükkâna giren müşteriler garip bakıyorlardı adama. Sanki bir saat önce Erhart’ın gördüklerini onlarda görmüştü, sanki herkes her şeyi biliyor da Erhart’ın bir şey bilmediğini sanarak müdahale etmiyordu. Adam vakit geçtikçe korkmaya başlıyordu artık ve kendi canının tehlikede olduğunu düşünerek her dükkâna giren insana şüpheyle bakıyordu. Peynir kestiği büyük bıçağı kasanın yanına almıştı bile. Hiç adam öldürmemişti ama öldürebilirdi artık. O kadar ileri gitmişti ki etrafındaki her şey, artık her olacak olaya hazır gibiydi.
Akşam çöktüğünde dükkânı kaparken içi şüphe doluyken bıçağı aldı çokça biledi. Mavi gömlek giyiyordu Erhart bugün ve normalde kollarını düğmelemez dirseğe kadar sıyırırdı. Düğmeleyip bıçağı gömleğinin altına soktu, evdekilerden korkuyordu. Etrafına bakınarak dükkânın kepenklerini indirdi. Temkinli adımlar ile sokakları bir bir geçerek evine geldi. Kapıdan girdi herkes masada oturmuş adeta Erhart’ı bekliyor gibiydi. Bu durumdan hoşlanmayan Erhart, durum ile yüzleşmek için masaya yaklaştı:
—Gecenin bir vakti neden burada oturuyorsunuz, çok mu acıktınız; bu vakitte yemek mi olur dedi.
Bakışlar hiç aksamadan dik dik Erhart’ın üzerindeydi. Kadın ellerini açarak masaya bir şeyler fırlattı; Erhart’ın olduğu tarafa doğru.
—Bu hapları bugün yatak odasının camının altında buldum, haplarını içmiyor musun? İçmelisin Erhart diyerek adamın üzerine yürüdü oturduğu yerden kalkarak.
Erhart çok telaş yapmıştı ve üzerine gelen kadını gömleğinin altından çıkardığı bıçak ile bir kerede çelmişti. Birden üzerine iki kız atladı. Adamı resmen yumrukluyor, dövüyorlardı. Birisi Erhart yerdeyken silah doğrultmuştu Erhart’ın başına ve tam o sırada başını eğen Erhart, kendine gelen birinci kurşundan kaçmıştı. Birkaç saniye içinde bu kadar olayın yaşandığına halen inanmıyordu. Bunlar gerçek kızları ise niye üstüne atlıyor, silah çekiyordu; hem on iki yaşındaki kız silahı nereden bulmuştu ki, akıl sır erdiremiyordu Erhart bu saniyeler içinde olanlara. Evin içinde kaçacak delik ararken ikinci ve üçüncü kurşunda ıska geçmişti. Masayı ters çevirerek elinde silah olmayan kızın başına indiriverdi. Masayı indirirken “neydi bu kızın ismi anni miydi, yok yok bu öteki diye düşündü” Oracıkta kızın başından kanlar aklamaya başladı. Dördüncü ve beşinci mermilerden biri masayı siper almaya çalışan Erhart’ın sağ omzunu sıyırıp geçti. Adam orada acı ile bağırarak masayı kaldırdı ve daha kız bir kere daha ateş etmeden masayı fırlatıp kızın üstüne koştu. Müthiş bir cesaret ile silahı tokatlayarak sola fırlattı. Bıçağı yerden kaptığı gibi kızın çenesinin altından yukarıya doğru sapladı. Her yer kan içindeydi, elleri de kan içindeydi ve omuzu da aşırı şekilde acıyordu. Üç yüz seksen üç cinayeti Erhart işlememişti fakat buradaki üç cinayeti işlemekten büyük zevk almıştı. Tek bir duygunun çalıştığını fark etti bedeninde. İntikam duygusuydu bu hem de en şiddetlisinden.
Omzundan kanlar akarken yatak odasına koşup oradaki camdan dışarı atladı, bahçeden hızlıca koşup dükkânı da geçip patikaya yöneldi. Evin yanında insanlar toplanıyordu fakat Erhart bir şey fark etmişti, polis yoktu, ötüp duran sirenler yoktu, hiçbir görevli yoktu etrafta. “İnsanlar beni arayacaktır ve bulacaktır” diye düşündü. Koşuyor, tırmanıyor, terliyor ve kan kaybediyordu. Telaşı vücudundan pek çok şey götürmüş gibiydi yüzü bembeyaz kesilmiş, gereksiz bir şekilde de yorulmuştu. İnsanlar madem bu adamı bu kapalı kafesin içinde bulacaktı ve madem bu adamın kaçacak yeri yoktu. E ne diye delicesine koşup tırmanıyor, can havliyle de bir şeylerden kaçmaya çalışıyordu. İnsan tabiatı olsa gerekti bu; hep umut besliyordu içinde acınacak seviyede, acizlik tüm uzuvlarından fışkırıyordu. Kaçacak yeri yokken bile duvara tırmanmayı deneyen fareden ibaretti insan. Erhart’ta salmamıştı kendini, buradan çıkacağı konusunda içine bir şeyler doğuyor gibiydi. Bir doğuyor bir batıyordu, ne garipti şimdi bu; kan kaybından mı şuursuzlaşmıştı adam. Düşünmeye çalıştıkça beyni “yorma kendini” diye delirerek koşuyordu sanki adamın üstüne ve geçmişle ilgili tek bir kırıntısı olmayan beyniyle sarılıp çıkıyorlardı güya bu mağaradan bu dağlarla kaplı zindandan. Büsbütün kafayı yemişti evet, mağarada sandalyeye oturmuş etrafı inceliyordu çaresizce ve üstündeki mavi gömlekte kan kırmızısına boyanmıştı bile. Omuzdan başlayan müthiş bir desen gibiydi.
—Birazdan gelirler, belki vururlar, belki işkence yaparlar ya da daha kötüsü hafızamı tekrar silerler her nasıl yaptılarsa. Peki, kim bu gelecek olanlar; beni bu kasabaya tıkanlar mı? Ya kadınla çocuklardan başka birileri yoksa bana düşman olan, bu yerin dibine geçesiye yerden nasıl çıkacağım.
Düşünüyordu, güldü, belki de intikam duygusundan sonra hissettiği ikinci duyguydu bu. Bir şey komiğine gitmişti garip olarak ve söyleniyordu:
—Onlar gelmeden kan kaybından ölürsem planları suya düşer mi acaba? Denemek lazım!
Diyerek alaya bile almıştı halini, Erhart duygularını kullanmaya başlamıştı. Omzunda küçücük bir sıyrık ne kadar kan akıtmıştı adamdan ve adam bu zor haldeyken ilk kez yaşama tutunma isteğiyle yanıp tutuşuyordu. Gözü bulanıyor gibiydi Erhart’ın, gözleri kararıyor ve bir açılıp bir kapanıyordu göz kapakları. Bir an uyku durumuna geçmiş gibi hissetti kendini gözlerini bir kez daha araladığında beyaz önlüklü iki çirkin adam gördü. Göz kapakları yeniden karanlığa büründü, beyni patlayacak gibiydi, kendi içinde bir muharebe vardı; zorluyordu kendini gözlerini açmak için. Ortada olanları görmek istiyordu, ortalıkta her ne varsa, yine nasıl bir oyunun içinde olduğunu görmek istiyordu. Gözleri birkaç damla gözyaşı ile açılır gibi oldu. Göz kapakları yırtınıyor gibiydi şimdi de kapanmamak için. Sanki bir daha açılmayacaklarını hissedercesine kapanmamak için kavga ediyorlardı; nereden geldiği belli olmayan güneş ışığıyla. Kavgayı gözler kaybetmiş gibiydi. Kapanmak bile denemezdi buna; Erhart’ın sağ gözünden bir gözyaşı süzülmüştü o gün. Sözde üç yüz bilmem kaç kişiyi öldürmüştü bu adam ve gözünden süzülen son gözyaşıydı bu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.