- 1687 Okunma
- 13 Yorum
- 3 Beğeni
ŞAHİKA HANIMIN YÜZÜ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Yılların acıları sızıyordu yüzündeki derin çizgilerden. Gözleri demir atmıştı Marmara’ya, neredeyse bir asra yaklaşmış zaman ötesinden. Anıları gibi bulanıktı bakışları. Öfke miydi içindekiler, özlem mi, yorgunluk mu belli değildi. Dağılmış, beyazlamış, çatık kaşları öfkeyi hissettiriyordu. Neden öfkeleniyordu acaba? Daha dikkatli bakmalıydım, görmek için, görebilmek için.
Yüzüne vuran ışıkta bir çocuk canlanmıştı adeta. Kumral bukleli saçlarını tutturduğu kırmızı kurdelesi titriyordu döndükçe. Bir bayram sabahı atlıkarıncadaydı, dönüyordu rüzgârla yarışarak. O dönüyor, zaman dönüyor, gelenler geldiği yere dönüyordu, o gün babasının döndüğü gibi. Telaşla gelen dayısı, durdurup mutluluğu, indirmişti acı dolu dünyaya. Kalabalık evlerinin önünde belki de ilk kez gözlerindeki ışık sönmüştü, saçlarının buklesi gibi. Kırmızı fırfırlı elbisesinin rengi solmuştu birden, göremiyordu parlak ışıklarını, yüzü de öyleydi. Çözümleyemediği nedenler karıştırıyordu kafasını. Şimdiki yüzünü kaplayan kırışıklıklara benziyordu aynı. Nereden gelip nerede bittiği belli olmayan çizgiler bir anda o bayram sabahına götürmüştü yaşlı kadını benim gözümde.
Zor yıllar geçmişti peş peşe, çocukça aşklar başlamış, bitmişti masmavi gözlerinde. İçindeki küçük titreşimler unutturmuştu bazen sıkıntılarını. Ama sadece bazen…
O gün bindiği atlıkarınca gibiydi hayat, dönüyordu sürekli. Bazen mutluluktu gördüğü, bazen hasetle bakan insanlar, bazen de karanlık yüzler, aynı ölüm gibi.
İçinde büyüttüğü isyanlar okunuyordu yüzünden, belli ki ses çıkaramamıştı haksızlıklara, yokluğa, itilmişliğe. Burnunun duruşu anlatıyordu bunu bana. Güzel bir kadın olduğu bu yaşta bile belliydi, zamanında havada duran burnu yeri gösteriyordu şimdi. “Az kaldı” diyordu sanki.
Sımsıkı kapalıydı dudakları, alışkındı belli ki susmaya. Konuşmaya susamış gibiydi, çatlak ve kuru. Ne söyleyecekti ki konuşabilse. Belki de hor görülmüştü yıllarca, dayak yemiş yemek istediklerini yiyemese de. Gözlerinden sonra en büyük acı izi solgun dudaklarında kalmıştı.
Yine bir bayram sabahıydı, çocukları izliyordu. “Kim bilir hangi kızın hayatı sönecek bayramı yaşarken?” diye düşünüyordu. Yüzündeki derin çizgilere inat geçmişin silik izleri vardı yüzünde.
Lunaparkta atlıkarınca dönüyordu, dünya gibi, gelenlerin gideceği gibi, rüzgâra inat, zorluklara inat. Başı dönüyordu kadının, atlıkarınca gibi.
Afet Kırat
Fotoğraf: Şahika Öner
YORUMLAR
Şairler nesirde de harika işler çıkarıyor gerçekten de... zaman bulup da yazmak ne kadar hoş ve faydalı bir iş...
Bu yazıyı okurken bir yandan da sesli olarak dinledim, hakikaten hem teması ve hem anlatımı oldukça etkiliydi;
Ülkemiz kadınlarının yaşamlarında gözardı edilenler de cümle cümle yayılıyordu...
Teşekkürler kaleminize ablam, ses olan kardeşimize de...
Allah sağlık, sıhhat ve huzur ihsan etsin cümlenize...
Saygı ve selam ile...
Hayranlıkla okuduk.
Yorum nasıl yazacağını şaşırıyor insan bu tür yazılara, böyle kalemlere.
Cümlelere hükmetmekte, bu denli başarılı olan insanlar karşısında,
susuşları yazmak,
belki de yapılacak en başarılı yorumdur.
Bir gün,
ömrümüz yeter de,
çalışmayı bırakır, köşemize çekilebilirsek;
sadece ve sadece kendi yürek sesimize kulak verme zamanlarımıza erişebilirsek,
böyle yazılar kaleme almak isterdik sözün doğrusu...
Edebiyat,
kullanmasını bilenin elinde güzel...
Tebrik ediyoruz efendim.