- 636 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Not V
Mağarada bir birine öylece bakan iki adam vardı. Birisi kafayı yemiş gibi bakıyordu, kaşları kalkıyor çizgisiz alnı sanki hiç büzülmemiş gibi büzülüyordu. Kendi içinde bir muhakeme yapıyor gibiydi, dayanamayıp karşısındaki adama doğru hırslıca konuştu:
—Bu gerçek olamaz, rüya değil miymiş? Ben nasıl bir yere nasıl bir oyun içine düştüm.
—Sakin ol Erhart, ben sana en ince ayrıntısına kadar anlatacağım her şeyi. Sen sadece telaş yapmadan dinle aklında ki boşlukların bir bir dolduğunu göreceksin.
Erhart, öyle meraklanmış ve öyle umutlanmıştı ki; sonunda birinden gerçeği duyacaktı. Oturduğu sandalye dar geliyordu karşısındaki adamın diyeceklerini merak ettikçe. Fakat adamın hiç acelesi yokmuş gibiydi, mağara bölüm bölüm ayrıydı bir birinden. Mağaranın içinde parçalanarak yapılmış tezgâh gibi bir şey vardı. Üzerine çakılmış tahtadan bir tereklikte de tabak çanak duruyordu. Adam tezgâhın önüne yürüdü:
—Yorulmuşsundur, su ister misin? Dedi abartılı bir naziklik ve sakinlik ile.
Erhart ise çok heyecanlı ve korkulu bakışlarıyla ‘istemiyorum’ kelimesini ima etti.
—O notu nerede buldun, sen anlatacaksın ben dinleyeceğim ama merakımdan delirecek gibiyim dokuz cinayetle bir alakan mı var. Çünkü dokuz cinayet mahallinde de bulunmuştu bu notlar. Senin eline nasıl geçti, lütfen anlat!
İri yarı adam bir sandalye çekip gıcırdatarak oturduktan sonra bardağındaki suyu kana kana içti. Bardağını kenara bırakıp Erhart’a dönüp güldü.
—Gazeteden kestim, arkasına bak diyerek gülüşü alaya dönüştü.
Erhart elindeki kâğıdı çevirdiğinde; bir yemek tarifinin malzemeler kısmını gördü. Evet, bu gazete parçasıydı. Erhart, soru yağmuruna başlamadan adam anlatmaya girişmişti bile:
—Sen burada dört aydır kandırılırken, karın ve kızın olmamasına rağmen sanki varmış gibi kandırılan. Sanki yıllarca bu kasabada yaşıyormuşsun gibi inandırılırken, sen kendini bir bakkal dükkânı işletiyor zannederken; bu süre zarfında çok meşhur oldun. Dünya genelinde aranan bir teröristsin.
Erhart, gözlerini ve kulaklarını açıp dinlerken birden oturuşu bozuldu, dikkati dağıldı:
—Ben cinayet falan işlemedim, öldürülen dokuz kişi çok önemli birilerimiymiş, neden böyle oldu?
—Senin katil olmadığını biliyorum Erhart, fakat dünya seni katil olarak ilan etti bile hemde dört aydır. Az önce dediğin gibi o öldürülen dokuz kişi önemli kişilerdi. Dünya genelinde seni terörist yapan bu değil, sen buradayken dört ay içinde dünyanın türlü yerlerinde üç yüz seksen üç kişi öldürüldü. Bu kadar insan bıçaklanarak öldürüldü ve hep aynı not vardı “Ben Erhart”
—Olamaz, olamaz! Nasıl olurda böyle kandırılıyor ve nasıl olurda böyle bir dümene geliyorum. Peki, ben neden hafızamı kaybettim. Bunlar rüya olmalı, evet rüya. Birazdan kızlarım gelip beni uyandıracak.
Adam oturduğu sandalyeden kaşlarını muazzam bir şekilde çatarak kalktı. Erhart’ın yakasına yapışıp okkalı iki tokat salladı.
—Bu tokatlar sana rüya gibi mi geldi. Hayır, yani; sen halen kendini rüyada zannediyorsan seni akşama kadar tokatlayabilirim. Bak bakayım ben o iki şıllığa benziyor muyum? Anlasana Erhart, sen sadece bir araçsın, seni gizliyorlar seni kandırıyorlar çünkü sen onlara lazımsın. Birileri ölmek zorundadır birilerine göre ve cinayet işlendiğinde de okların dönüp dolaşıp kendilerini göstermesini istemeyen o kadar insan var ki; sen onlar oyuncağısın Erhart.
Kanıt ister gibi bakışları vardı Erhart’ın ve soruları da kanıt ister gibiydi:
—Peki, tamam. Mademki ben hasta değilim bunlar bir oyun. Neden unutuyorum halen, kızların isimlerini her gün duymama rağmen her gün unutuyorum. Hasta değilsem neden unutuyorum.
—Be adam! O hapları boşuna mı kullanma diyorum ben. Haplar unutmanı sağlıyor, yeni hatırladıklarını, günlük yaşadıklarını unutmanı sağlıyor. Düşünmeni engelleyerek beynini uyuşturuyor, seni oyuna getirmek için söylenmiş birkaç yalandan biri sadece bu hap.
Erhart oturduğu sandalyeden kalkıp telaşlı ve düşüncelice mağaranın küçük odasında volta atmaya başladı. Elleri bir çenesine bir kafasına gidiyordu. Birazdan kellesi uçacak biri gibi dolaşıyordu beyninin karanlık zindanlarında. Birden heyecanlanarak bir şey hatırlar gibi oldu; iki elini birbirine vurarak mağaranın çıkışına yöneldi.
—Yahu ben dükkânı açmadım, anlattıkların her ne kadar inanılamaz olsa da inanıyorum. Gerçi hayatımdaki her şey inanılmaz. Mademki bir oyun dönüyor, oyunbozanlık yaptığımız belli olmasın ben dükkânı açayım. Seni dinlemeye geleceğim.
Erhart, adama bunları söyledikten sonra mağaradan fırlayıp çıktı, hızlı hızlı kayalıkların arasından ayakları zor kontrol ederek inmeye başladı. Dükkânına doğru koştu, dükkânın olduğu sokağa girdi ve sokağın önünde bir garip bakışlar ile karşılandı. Sanki hoşgörülü bakışlar gitmiş nefret dolu bakışlar gelmişti. Cehennem sıcaklığı yaşatan bakınmalardan kaçar gibi dükkânına girdi.
Akşamleyin her günün aynısı olan bir günü daha geride bırakarak evine dönmüştü Erhart, karısı olacak o kadın bile garip bakışlar ile karşıladı adamı. Kızları ise adamın üstüne atlayıp tırmalayacak gibi duruyorlardı. Yemek masasına oturduğunda kadın:
—İlaçlarını kullandın mı sen, pek bir acayip duruyorsun Erhart.
Erhart telaşlanmıştı, elleri terliyordu, acaba anlamış mıydılar? “Aman nereden anlayacaklar ki” diyerek içinden, kendini tatmin etmişti adam.
—İçtim tabi, birazdan yemeği yiyelim içmem gereken hapları da içerim. Hem neyim acayipmiş ki, ilaç üzerimdeki acayipliğimi alıyor yani.
Bunu söylemiş miydi, kandırılma duygusu o kadar sinir ediciydi ki; ağzından kaçırmıştı. Anlamasalar bile anlamaları an meselesiydi Erhart’a göre. Garip bakışlar şüpheli bakışlara dönüşmüştü bile ve her an taşlı sopalı bir kavgaya girişeceklermiş gibi duruyorlardı. Kadının suratı birden yumuşayıverdi.
—Unutma Erhart, ilaçlarını almazsan kötü rüyalar ve hayaller görürsün. Senin iyiliğini düşünüyorum, özür dilerim seni zorladığım için istersen ilaçlarını kullanmayabilirsin fakat bir bilinmezin arasına sürüklenmeni ailen olarak istemiyoruz.
Erhart bu kelimeye o kadar çok takılmıştı ki; “Aileymiş, aile Peh! Nasılda rol yapıyorsunuz sizi ciğeri beş para etmezler, bu işin içinden çıkayım bende size bir oyun tertip edeceğim lanet olasıcalar!” diye düşünüyordu kafasında.
Kadın, yemek yendikten sonra ilaçları getirip adamın önüne koydu, Erhart ise inandırıcı olmak için iki tane hapın yanına fazladan bir tane daha istemişti; “tesiri az geliyor” diyerek. Kadında adeta sevinmiş gibiydi bu duyduklarına. Adam dilinin altına koydu ilaçları suyu içip yatmaya gitti, karısı odaya gelmeden pencereyi açıp tükürdü ağzındaki hapları.
Sabah yine aynı şekilde uyandırıldı, kahvaltısını yaptı ve sözde içeceği hapları da cebine koyarak dükkânına doğru yola çıkıyordu ki kadının içindeki şüpheyi yok etmek için çok güzel bir fikir bulmuştu:
—Dükkân nerede diye sordu ve kadında kızlarını Erhart’ın yanına vererek gönderdi.
Adamla konuşacakları için çok sabırsızca davranmak istemiyordu, sabredecek ve kasabanın en sakin vaktin de dükkândan ayrılacaktı. Duyacakları her ne kadar önemlide olsa artık kasabalıyı şüphelendirmeden oyunbozanlık yapacaktı. Vakit ilerledi, ilerledi ve kasabanın en sakin olduğu vakitte geldi çattı. Erhart, kapıdan hızlıca çıktı ve kimseye görünmeden patikaya girdi. Artık sabretmiyordu deli gibi tırmanıyor ve sabırsızlıkla da soracağı soruları hazırlıyordu kafasında.
Mağaranın önüne geldi, koşarak mağaraya girdi ve karşılaştığı manzara ile hayal kırıklığı, umutsuzluk, kafa karışıklığı oluşuverdi yeniden. Başı yeniden çatlayacak gibi zonkluyordu.
—Nasıl olabilir böyle bir şey, alçaklar, köpekler, adi köpekler diye bağırdı mağaranın içinde.
Karşısında bir ceset vardı ve vücuduna da bir bıçak saplıydı. Dün Erhart’a her şeyi anlatacak olan adam, Erhart’ın önünde boylu boyunca yatıyordu. Bıçağın altında bir kâğıt gördü Erhart, o kadar emindi ki kâğıtta ne yazdığından fakat yinede bıçağı çekerek kâğıdı saplandığı vücuttan aldı. Ağlamak isterdi şuan fakat sinirleri çalışmıyordu hiçbir şekilde, aşırı duygusuz ve hissizdi. ..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.