ruhun kimyası,bir şehir ve direniş
Bir akşam daha gelip çatarken ruhumda kaynayan ve her an buharlaşan bu derinliği anlatmazsam birazdan yüreğimdeki bu kazan patlayacak..patlayan bir kazan sadece kendine değil çevresindekilerine de zarar verir..ben de insan olarak bu zarardan korunmak için yazmayı hep silah olarak kullandım.
belkide yaşamın içinde en etkili ve en anlamlı silah buydu..yazı..bütün despotların,emeğe karşı olanların,alın terini sömüren bütün iktidarların karşısında en önemli ve en etkili silah olma özelliğini hep korumuştur..böyle bir açıklamadan sonra yazının ne kadar değerli olduğunu belirtirken yaşadığımız şu toplumda bizi etkileyen milyon tane bakterinin var olduğunu söylemek istiyorum birinin içimize girmesi ruhumuzun kirlenmesi ve yaşamımızın alt üst olması için yeter de artar da....bizler bu ölümcül bakterileri içimizden atmakla meşguluz onlar ise daha iyi nasıl öldürebiliriz diyorlar....bakalım bu süreç ne zamana kadar devam edecek..
lakin insanlığın onuruna hep saygı duyan ve insanın bütün yaşamsal haklarını gözlerinde büyüten birinin yada birilerinin bu savaşı kazanacağını şuradan belirtmek istiyorum...yaşam hep haklılığın yanında olmuştur..hiç bir zaman bozan yada bozucular bu savaşın içinde galip ayrılamamıştır...bizler onurlu ve şerefli bir yaşam için ruhumuzu bozmaya gelenlere cevabımızı alınlarının tam ortasına yapıştıracağız..yaşamı ve insanları ne kadar sevdiğimizle hep gurur duyacağız...
ve yaşam sevgi pınarında bir direniştir.. en üst düzeyde mücadele ister hiç sıkılmadan ve hiç durmadan.... ve bizi ne denli yorarsa yorsun bu mücadele arzusundan hiç bir zaman kopmamalıyız...koptuğumuz an kendimizi de bitirdiğimiz andır..koptuğumuz an ölümcül bütün bakteriler için bir zafer olduğunu unutmamalıyız.
ruhumun kimyasını bozmaya çalışan bu virüslerden bahsetmek istiyorum...yazımın başında demiştim ya bir akşam daha gelip çatı....evet bir günü de bitirmeye ramak kaldı..akşamın alacası şu an...gözlerimle gökyüzünü izlerken yıldızların vals eder gibi kaydıklarına tanık oluyorum..başımı tekrar önüme bırakıp oturduğum yerden dudaklarımın arasına sonbaharın yakan bir sıcaklığı dokunuyor.gerilen bir ruhun içinden bir üff çıkıyor.sonrası iki üç diye ardı ardına birbirini takip ediyor...öyle ki bazen bunaltıyor beni bu ruh aralığım..yaşamaktan beni uzaklaştırıyor.fakat bunun her zaman bir kaçış olduğunu anlıyorum..kaçmak bize yakışmadığı gibi ve bize yakışmayan bu elbiseyi hiç giymek istemedik. ve herhangi bir insana da bu elbiseyi giydirmek istemiyoruz.
Biraz sakinleşmek için yürüyorum direnişin sembolü bir şehirde..bu şehirde doğdum büyüdüm..etrafı surlarla çevrili bu şehrin direnişi de bize benziyordu..kim bilir belkide birbirimize benzedik zamanla..bu şehrin içini de bin yıllardan beri bozmaya çalışıyorlar,bin yıllık bir geleneği,bin yıllık bir kardeşliği ve daha sayamadığım bir çok şeyi... lakin unuttukları tek şey vardı bunların;direniş ve mücadele...ki bu şehir etrafına ördüğü surlarla onulmaz bir set yapmıştı kendine...içini bozmaya gelenlere bu güne dek yıkılmadığını direnişiyle hep gösteriyordu..
Şimdi bu direnişin sembolü şehrin en arka sokaklarındayım..bazalt taşlarına bakarak yoluma devam ediyorum..bakınca bu taşlara çocukluğum aklıma geliyor..oyun oynadığım bu sokakların bir zamanlar biz çocuklar için ne kadar geniş ve büyük olduğunu anımsıyorum...
Henüz ilkokul öğrencisiyim..okuldan gelirken bedenimden büyük olan boya sandığını alarak bir kahvenin köşesine kuruluyorum..bir iki saatlik çalışmadan sonra arkadaşlarımızla toplanıyoruz...şu an gözlerimde büyük görünen bu sokaklarda çocukluğumuzun oyunlarını oynardık...saatlerce hiç bıkmadan hem de..aldığımız zevkin bir tarifi yoktu...gece gündüz eve gitmesek oyun oynasak derdik...mamafih o dönemlerde bize erken eve gitmeyi öğütlüyordu büyüklerimiz..sokaklarımız bilmediğimiz tehlikelerle doluydu...barut kokusu her an burnumuza geliyordu..fakat küçük bedenlerimiz ve düşünce dünyamız bunu o dönem algılayamıyordu...tehlikenin ne olduğunu ve ölümün tanımını bilmiyorduk..
ölüm nasıl bişeydi,nasıl ölür bir insan,bir insan neden ölür bilmiyorduk..biz sadece oyunlarımızın rüyasına dalıp giderdik...dalıp gidince bu rüyanın içine her şeyi unuturduk.bir çocuğun rüyası ne olabilir ki...masum isteklerinden başka....
Daldığım bazalt taşlarının düşlerinden az ötede top oynayan küçük çocukların gürültüsü beni uyandırıyor...kısa bir süreliğine de olsa ruh halimden uzaklaşıp unutuyorum her şeyi..yanımda olup bitenden bile haberim olmaz bu anlarımda genellikle...düşünüyorum da tıpkı ruhumuzun kimyasını bozanlar o günden bu güne kadar bu tertemiz sokakları da kirletmeye çalıştılar..ama bugün anlıyorum ki hiç bir zaman başarılı olamadılar...olacaklarını da hiç zannetmiyorum...
Sokakları biraz daha hızlı arşınlayıp daha fazla gezmek istiyorum..bin defa girip çıktığım yerlere bir kez daha girip kendimi dağıtmak istiyorum...eskiden ermeni vatandaşlarımızın oturduğu sokağa geliyorum...bu sokağın eski adı gavur mahallesiydi...şimdiki adı ise savaş mahallesi olmuş...
burada Ermeniler ben çocukken yaşıyordu...hemen hemen bütün evlerde ermeni aileler vardı.. bu evleri bir ailenin yaşadığı küçük bir yapı olarak düşünmeyin..bu şehrin havlulu evleri meşhurdur ve dillere destandır..içine girdiğiniz zaman ne kadar büyük olduğunu görebilirsiniz.bir aile değil bir kaç aile birden yaşıyordu burada...hala da öyle..ama çoğu yıkılıp gitti bakanlık tarafından..yada korunmaya alındı bilmiyorum..ama gönül ister ki bu tarihi doku hep yaşasaydı..
bir tarihi yıkmak bir insanlığı da yok etmekti.buna kesinlikle insan olarak karşıyım..hiç bir tarihi dokunun zedelenmemesi gerekir ülkemizde..ama maalesef durum öyle değil.
biraz ötede ayin yaptıkları kaldini kilisesi var..diyebilirim ki çocukluğum bu kilisenin içinde geçti...binlerce yerli ve yabancı turist akın edip gelirdi.bilmediğimiz bir İngilizce ile gelene hello derdik sırıtarak.bazen yerli turisti de yabancı zannedip onlara da derdik...sonra küçük bir gülümseme ile bunun ayırdına varıyorduk..
ermeni çocuklarla birlikte yaşayıp giderdik..iç içe bir yaşamımız vardı..ve hiç bir sorun yoktu...büyüdükçe anladım ki buraları onlara yaşanmaz kılan güçler vardı..oysa birbirinden farklı renklerin yaşadığı bu yerde genel intiba huzurdu..bozulunca onlarda göç ettiler büyük şehirlere...
Diyarbakırlı ermeni yazar sevgili migirdiç margosyan bütün kitaplarında burada yaşanan çocukluğa dair bütün mutlulukları anlatır..bende yazınca aklıma geldi bir anda..
geçmişin gelgitlerine tur atarken bu sokaklarda ruhumun ne kadar dindiğini hissediyorum..içimde bir anlık beni kımıl kımıl eden mutluluk ile sarsılıyordum ve bu çok hoşuma gidiyordu..
anlık olsa bile sevinçlerimiz bize hep mutluluğun büyüsünü verdi...yaşam zaten bir anlamıyla anlık iletilerden gelen mutluluk ile tanımlanıyordu bende...ve yaşamın doğal akışında hakim olan duygu hep hüzün müydü acaba?
bunca ölümler ve bunca yaşanan haksız senaryolar bunu doğrular nitelikte idi..
bakıyorum da günümüzde gelişen olaylara hiç de yanılmadığımı görüyorum.kan üzerine ve haksızlık üzerine kurulmuş bir senaryo..peki bu senaryoyu yaratan biz miydik yoksa tanrı vergisi miydi bize.bilemiyorum...
hani tanrının merhametine inanmasam tanrının insana çizdiği yol diyeceğim..lakin merhametli bir tanrının işi olamazdı kandan beslenmek.kandan beslenmek sadece kirli ve çaresiz insanların işi olmalıydı.
oysa doğru düşünen namuslu ve onurlu her insan haksızlığa dur demiştir..dün de söyledik bu gün de söylüyoruz.. bu yüzden son olarak diyorum ki;bizi bozmaya ve ruhumuzun kimyasını değiştirmeye kimsenin gücü yetmeyecek...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.