- 620 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Not IV
Hesaptan kitaptan zerre anlamayan ve ticaretle arası hiç olmayan adamın bakkal dükkânı vardı. Küçük sevimli ve kendine çekmeyi başaran bir dükkân. Kaç haftadır kötü rüya görmüyordu ya da kaç aydır. Hatırlayamıyordu açıkçası bunu Erhart. Her zaman ki gibi hiçbir şeyi düzgün bir şekilde hatırlayamıyordu. Haplar yaramasına yarıyordu fakat yine unutuyordu adam. Her gün dükkânına geliyordu küçük sevimli kasabanın sokaklarından geçerek. Erhart, burada yaşayan insanları tanımıyordu fakat o insanlar Erhart’ı tanıyordu. Her gün aynı yollardan geçerken aynı insanlar “Günaydın, nasılsınız” diyerek karşılıyorlardı pek hoş görülüce adamı. Sanki Erhart’ın yapacaklarını Erhart’tan daha iyi biliyor gibiydiler. Karısı her gün kızlarının isimlerini hatırlatıyordu fakat adam unutuyordu; tekrar tekrar unutuyordu. Unuttukça da belli bir süre önce yaşadığı serüvenin rüyadan ibaret olduğunu kesin bir şekilde inanıyordu. Peki, bu olayı neden unutmuyordu.
“Bu unutkanlıkta ne saçma bir şeymiş” diye düşünüyordu hatta çoğu zaman.
Erhart, her gün aşırı düzenli kasabanın yeni sabahına uyanıyordu. Her gün onu kaldıran kızına sarılıp kahvaltısını yapıyor sonrada dükkânını açmaya gidiyordu. Haplarını aksatmamaya özen gösteriyordu. Birkaç hafta önce aksatmıştı ki; kafası yeniden allak bullak oldu, düşünceler soruları ve sorularda cevapsızlığı kovaladı. Başı o gün çatlayacak gibiydi ve o günden bu yana aksatmadan kullanıyordu bu ilaçları.
Erhart’ın kafasına ilaçları kullandığı halde tek bir şey takılıyordu; neden halen bu kadar duygusuz ve soğuktu insanlara karşı. Çocuklarına sarılırken yalandan gülmek zorunda kalıyordu. Karısıyla sohbet bile etmiyordu. Aynı yatağa girmelerine rağmen karı koca olarak hiçbir ilişkiden eser yoktu, Neden?
Geçip giden günlerin birinde yine akşam vakti dükkânının kepenklerini indiriyordu. Paslı demirler bağırıyordu aşağıya inerken. Bugün öğle yemeğinden sonra ilacını kullanmamıştı ve dükkânı hemen kapatıp eve koşup kullanacaktı. Çünkü şimdiden rahatsız olmaya başlamıştı. Sesli sesli düşünüyordu bile:
—Aklım bu kadar karmaşıkken, olaylar, hayatım her şey bu kadar karmaşıkken bu yere batasıca kasaba niye bu kadar düzgün.
Bu saatlerde kimse olmazdı sokaklarda, istisna dahi olmazdı. Kıyamet kopsa dahi kimse çıkmayacaktı sanki bu vakitlerde dışarı. Erhart bu vakitte kendiyle çok konuşurdu, hapın bazen tesiri az gelir ve sesli sesli kafasını karıştırırdı Erhart, sonra susar ve sessizce evine giderdi. Düşüncesi sokağın derinliklerinden havaya yükselip gitmişti ki, arkasından kaba bir ses duydu, irkildi. “Kimse ama kimse olmazdı bu vakitlerde” diye düşündü içinden o sırada kaba ses kendini tekrarladı ve bu sefer anlaşılır bir şekilde:
—İlacını kullanmadın mı Erhart!
Erhart korkmuştu, heyecanlanmıştı kalbi yerinden çıkacak gibiydi. En son hatırladığına göre rüyasında bir kere daha böyle hissetmişti, kulübedeyken. Birden arkasına döndü ve karşısında iri, güçlü bir adam duruyordu fakat bitkin düşmüş, yorulmuş gibiydi. Suratı tam gözükmüyordu sokak ışığın azizliğinden. Temkinli ve titrek bir ses ile:
—Sende kimsin? Bu vakitte ne arıyorsun burada.
—Peki, sen bu vakitte ne arıyorsun burada.
Kelimeleri tekrarlayarak, ürke ürke konuşuyordu Erhart:
—Ben, ben dükkânımı kapıyordum.
—Neden kimselerin olmadığı vakitlere dek açık kalıyorsun ki; neden hiç kimse dışarıda değilken sen dışarıdasın ve benim dışarıda oluşumu nasıl sorguluyorsun.
—Ben kimseyi sorgulamıyorum, genelde bu vakitte kimse dışarıda olmazda hem siz benim ismimi nereden biliyorsunuz. İsmimi bir kenara bıraktım ilaç kullandığımı nereden biliyorsunuz, bugün son ilacımı içmediğimi nereden.. derken birden adam sözünü kesti:
—Sen hasta falan değilsin Erhart, o hapları kullanmayı bırak ve benden kimseye söz etme! Diyerek sessiz adımlarla uzaklaştı. Dağlara doğru yürüdü ve aradaki patikada karanlıkla kayboldu. Erhart duydukları ile yeni bir kriz geçiriyordu galiba. Hemen dükkânının önündeki kaldırım taşına çöktü, başı yine muazzam bir şekilde ağrımaya başladı çünkü düşünüyordu yeniden. Yüzünü bile göremediği adam kimselerin dışarı çıkmadığı vakitte karşısına dikilmiş; ismini, ilaç kullandığını, hastalık olayını bilmişti ve kafasını karıştıracak bir cümle kurmuştu. ‘Sen hasta değilsin’ Şaşkınlığını üzerinden atamadan eve girmiş ve doğruca yatağa yatmıştı. Karısının verdiği ilacı kullanmamış ve kullandım diyerek yalan söylemişti. Tanımadığı bir adamın iki cümlesiyle hastalığının ilerlemesine izin mi verecekti. Arada böyle düşünüyordu fakat o normal bir adam değildi o birçok şey biliyordu ya da biliyor olmalıydı. Erhart, bir karar verdi, yarın adamın gittiği patikaya gidecek, kasabada adamı arayacak, adamı bekleyecekti.
Ertesi gün yine bir kızı Erhart’ı uyandırdı, Erhart yalandan gülümseme ile sarıldı ve kahvaltısını yaptıktan sonra karısı yine ilaçları getirip adamın eline verdi. Erhart, cebine koydu, dükkânda içmesi gerekilen ilaçları yolun kenarındaki çöpe attı. Başı sanki yola saçılacak gibiydi, kafasını sanki büyük büyük kayalarla eziyordu birileri. Bu yaptığından pişman olası geliyor ve eve koşarak gidip karısından ilaç istememek için kendini zor tutuyordu. Dükkânı açmadı, doğrudan dağlara doğru ilerledi ve oradaki patikadan yukarı doğru yürüdü. Kasaba aşağıda kalıyordu gittikçe, tırmanırcasına yürüyüş adamı soluk soluğa bırakmıştı ki; yine aynı kaba sesi duydu çok net bir şekilde:
—Birileri hap kullanmayı bırakmışa benziyor. Öğrenmek istiyorsun değil mi?
Bu cümleyi duyup başını kaldırdığında kendine doğru gülen bir adama rastlamıştı. Erhart’ta bu cümleye kafasını sallayarak yanıt vermişti.
—İnan ki başındaki ağrı öğrendikçe azalacaktır, bir şeyleri çözdükçe en aza inecektir.
Erhat, iyice şaşırmıştı artık, başının ağrıdığını nereden biliyordu bu adam. Ürperiyor ve şüpheleniyordu adamdan. Açıkça konuşmak istercesine Erhart, adamın yanına doğru tırmandı, tam konuşacaktı ki adam arkasını dönüp ilerledi. Erhart’ta:
—Hey! Bekle nereye gidiyorsun bekle beni bende geleyim!
Erhart, dağlık taşlık arazide zor bir şekilde yürüyerek adama yetişmeye çalışıyordu ve bir mağara belirdi önünde, adamın oraya girdiğini görünce arkasından meraklı bir yürüyüş ile içeri girdi. Karanlık mağarada ilerliyordu birden karşısına adam çıkıp Erhart’ı tutup ev haline bürünmüş mağaranın içindeki bir sandalyeye oturttu:
—Bende sana ait olduğunu sandığım bir şey var.
Elini cebine atan iri yarı adam, cebinden katlanmış bir kağıt çıkarıp Erhart’ın eline verdi. Erhart katlı kağıdı açarak içinde yazan şeyi okudu; kağıtta “Ben Erhart” yazıyordu. ..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.