- 1029 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ANNECİĞİM SAHİDEN DÜŞERSEM KARIŞMAYACAK MISIN
ANNECİĞİM, SAHİDEN DÜŞERSEM KARIŞMAYACAK MISIN?
8 Ekim 2013 günü ulusal bir televizyonda kaliteli yaşam proğramı yapmak için, İstanbul’a hareket etmek üzere Antalya Havalimanındayım. Kapıdan uçağımıza gitmek üzere otobüse bindik. Karşımda bir anne ve 2-3 yaşlarında oğlu var. Çocuk bir süre oturduktan sonra ayağa kalktı ve yürüyen otobüsün içinde tutunarak etrafı seyretmeye başladı. Anne tedirgin bir vaziyette çocuğa azarı bastı:
-“Düşersen karışmam”.
Belli ki annenin benzer durumlarda her zaman kullanmaya alışkın olduğu bir dildi. Aslında hiçbir kötü niyeti yoktu. Çocuğunun düşmemesi için tedbir amaçlı bir söylemi gayri ihtiyari söylemişti. Annelik duygusunun koruyucu eyleminin bir tezahürü idi. Öyle alışmıştı. Belli ki benzer durumlarda da, benzer söylemlerle çocuğunu veya çocuklarını korumayı amaçlıyordu.
Cümleyi analiz ettim. Çocuk henüz düşmemişti. Düşebilirdi de… Ancak otobüsün içi halı kaplı idi. Üstelik hızlı da gitmiyordu. Yani düşse de, muhtemelen çocuğa önemli bir sıkıntı vermeyecekti.
Anneciğim lütfen biraz dikkatli ol, diyebilirdi. Hiçbir şey söylemeden kontrolü altında da tutabilirdi. Allah korusun çocuk düşse, bizlerden önce yine kendisi yardıma koşacaktı. Peki, neden düşersen karışmam diye çocuğu tehditvari bir şekilde ikaz ediyordu? Çocuk düşmeden niçin düşeceğini varsayıyordu? Bir problem olursa karışacağını, yani yardıma ilk o koşacağını bile bile, niçin karışmam diyordu?
Örnek.2:
Yaklaşık 10 ay önce Antalya merkez bankasının önünde giderken, yine olumsuz bir olaya şahit oldum.
2 yaşlarında bir erkek çocuğu olan bir anne-baba paralelimde yürürken, birden bire baba çocuğu kollarından sürükleyerek ve tartaklayarak tramvayın rayları üzerine götürdü. Arkasından herkesin duyacağı bir şekilde çocuğu azarlayarak: “Bir daha donuna çişini yaparsan seni gelen trenin altına atarım” dedi. Zavallı anne bu manzarayı üzgün ve tedirgin bir şekilde izledi ve hiç sesini çıkaramadı. Belli ki kocasının hışımından nasibini alacağını iyi biliyordu veya kendisi de kocasıyla aynı zihniyetteydi bilemiyorum…
Çocuğun yüzündeki korku, telaş ve tedirginlik görülmeye değerdi. Çocuk adına çok üzülmüştüm. Adama ikaz etmeyi çok düşündüm. Alacağım cevabı tahmin ettiğimden dolayı sessiz kalmayı tercih ettim. Güya kendisine göre baba, çocuğuna eğitim veya disiplin veriyordu. Hem de kendi çocuğuna kim ne karışırdı ki?
Halbuki, bir yılı aşkın bir süre bezini tuvalet olarak kullanmayı alışkanlık haline getirmiş bir çocuğun, tuvalet eğitiminin öyle olmadığının baba tarafından bilinmesi gerekmiyor muydu? Çişi tutacak olan kasların vazifesini yapmayı öğrenmiş olup olmadığını düşünmek gerekmiyor muydu? Çocuğu biçimsiz bir şekilde korkutmanın faydadan çok zarara sebep olacağını tahmin etmek o kadar zor muydu? Çocuklara gösterilmesi gereken affetme, bağışlama, hoş görme, iyi niyet, tebessüm, yakınlık, destek verme, katkı sunma, örnek olma, değer verme gibi kaliteli yaşam unsurları bu ailede izine mi ayrılmıştı?
Örnek.3: Bu gün karşılaştığım bir durum. Anne, annanne ve çocukları giderken, anne bütün haşmetiyle çocuğa azarı basıyor: “Elimi tut kaybolursan karışmam!!!
Çocuk niye kaybolsun? Kuş mu bu hemen uçacak? Anne olarak senin vazifen nedir? Onu izleyip, takip ederek bütün olumsuzluklardan korumak değil midir? Kaybolma ihtimali % 1 iken, bunu % 100 müş gibi değerlendirmeye ne gerek vardır? Çocuk günlük yaşantısında çocukluğunu yaşayacaktır. Hoplayacak, zıplayacak, hareket edecek, bazen düşecek, bazen biryerlerini acıtacak, hatta anne ve babaya nazlanacaktır. Büyük insanlar gibi sürekli oturmak, onlarla aynı hizada ağır-ağır yürümek çocuklara göre eylemler değildir. Elini annesine vererek özgürlüğünün elinden alınmasını asla istemeyecektir.
Eğer, yukarıdaki annelerin dediklerini yaparlarsa, yanlarından hiç kalkmadan otururlarsa, sürekli ellerini tutup onlarla birlikte ağır-ağır yürürlerse, sessizliklerini korurlarsa, işte o zaman envai çeşit problem var demektir.
Ey anneler ve babalar lütfen çocuklarımız için empati yapmayı öğrenelim. Dünyaya onların gözünden bakmayı bilelim. Hiçbir sebep, ama hiçbir sebep ister eğitim maksatlı, isterse disiplin maksatlı olsun; onların kalbini kırmak, özgürlüklerini sınırlandırmak, çocukluklarını yaşamalarını engellemek, duygusal ve fiziksel şiddet uygulamak, azarlamak, rencide etmek, küçük düşürmek, değersizleştirmek, yok saymak, hak ettiği imkanlardan mahrum bırakmak, sevgi sunumunu ertelemek için GEÇERLİ MAZERET DEĞİLDİR.
Hem, ortaya çıkma ihtimali hemen hemen hiç olmayan (kaybolma, düşme vb.) olumsuz varsayımlar için çocukları üzmeye, korkutmaya, hırpalamaya, tehdit etmeye ve kalplerini kırmaya ne gerek vardır?
Hele hele, ortaya çıkma ihtimali hiç olmayan olumsuz varsayımların sonucu olarak: “karışmam”, “kaybolursun”, diyerek çocuklara ilave korkular ve endişeler yüklemenin alemi nedir?
Bu anneler pozitif düşünmeyi, iyimser olmayı, hayra yormayı, ümitvar olmayı hiç duymadılar mı acaba?
Amacım bu türden anneleri üzmek değil. Elbette onlar da yaptıkları eylemleri en iyi tercihleri olduklarını kabul ettikleri için yapıyorlar. Öyle öğrenmişler, öyle duymuşlar ve öyle uyguluyorlar. Demek ki eylemlerimizi analiz edip, olumsuz eylemlerimizi tespit edip, onların yerine panzehirleri olan olumlu eylemleri uygulamayı sürekli tekrarlayarak, alışkanlıklarımızın arasına sokmamız gerekiyor.
İki Cihan güneşi Peygamberimize bir adam gelir ve çocuğunun bazı olumsuz davranışlarını şikayet eder. Efendimiz şöyle cevap verir: Çocuğun en önemli örnekleri anne ve babalarıdır. Sizlerde ne görürlerse aynısını uygularlar. Çocuğunuzun iyi veya olumsuz davranışlarının tamamının müsebbibi sizlersiniz. Onlara karşı davranışlarınızı güzelleştirirseniz, onların davranışları da güzelleşecektir…
Dağa hangi sesi verirsek, dağın da bize aynısını geriye yansıttığı gibi, çocuklarımıza ne verirsek aynısını geriye almaktayız. Onlara bağırarak, azarlayarak, kızarak, küserek, yok sayarak, rencide ederek, haklarını azaltarak, özgürlük sınırlarına müdahale ederek, aşağılayarak, değersizleştirerek, başkalarıyla karşılaştırarak, ben senin yaşındayken şöyleydim diyerek, disiplin amacıyla korkutup, sindirerek, onlara güvenmeyerek, çok sıkarak, çok takip ederek, hatalarını araştırıp, yüzlerine vurarak hiçbir kazanç elde edemeyiz. Aksine mevcut problemlerimizi amip gibi çoğaltarak içinden çıkılması çok zor bir hale getiririz.
Onları karşılıksız ve sürekli kaliteli bir şekilde severek, affederek, hoşgörerek, öğrenmeleri için hata yapmalarına izin vererek, örnek olarak, katkı sunarak, destek vererek, onure ederek, değer vererek, özgürlük sınırlarına saygı göstererek, empati yaparak, gelişim ve değişimlerine destek verip saygı göstererek, sabırlı, istikrarlı ve yumuşak olarak yaklaşırsak, elde edeceğimiz kazancın haddi hesabı olmayacaktır.
Selam, sevgi ve dualarımla… Allah’a emanet olunuz…
21 Ekim 2013 Saat: 21.30 Pazartesi. Antalya
Yrd.Doç.Dr. Süleyman COŞKUNER