- 690 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
SİNEMACI fikret - 3
Saat gecenin on birine vardığında, , kahvecinin de uyarısıyla, oyunlar sona ermeye, hesaplar ödenmeye, müşteriler de evlerine gitmek için kahveden çıkmaya başladılar. Jandarmanın emri bu şekildeydi çünkü.
Oyun masalarının en az yarısıyla, hesapta itilâfı oldu kahvecinin. Çay sayıları, her zaman tartışmalı olurdu. Yanlarda içilen çayları, yenilenler, kabullenmek istemezlerdi bir türlü. Oysa, oyun lehine devam edenler, adeta, adam ararlardı, çay ısmarlayacak. İş, hesap ödemeye gelince, zor gelirdi nedense ödemek.
Ağzında küfürlerle, elinde süpürge, boşalan kahveyi süpürmeye koyuldu adam. Ocaklıktaki bulaşıkları da yıkayınca, yatağını sermek için, beş tane sandalyeyi, duvara dayalı peykelerden birine dayayıp yerini hazırladı. Akşamdan , geçici olarak yatırdığı çocuğu , asıl yatağına götürmeden, çişi olabileceği aklına geldi ve sessizce uyandırıp sordu.
- Fikret, çişin var mı oğlum ?
Çocuk, uyku haliyle, geçici bir şaşkınlık yaşadı. Daha, nerede olduğunun bile bilincine varamamıştı ki , büyük çişinin geldiğini fark etti
- Kakam var..
İşte işin zor tarafı buydu. Küçük çişi için kahvenin bitişiğindeki duvarı öğretmişti gündüzden çocuğa ama büyük için köy tuvaletine gitmek gerekiyordu. Asfaltın öbür tarafındaki köy tuvaleti, en az 70-80 metre uzaktaydı ve elektrik olmadığından karanlıktı. Cebindeki muhtar çakmağı aklına gelen adam, çocuğu kucakladığı gibi tuvalete götürdü. Karanlıktan korktu önce çocuk. Babası çakmağını çakıp cesaret verdi ona. Pantolon ve çamaşırını sıyırıp çömdü çocuk. Zorlanmadı, zaten sıkışmıştı. Yarım bidondaki sudan yandaki maşrapayı doldurup uzattı babası. Temizlendi çocuk. Muhtar çakmağı elini yakmaya başladı adamın. Arada bir söndürüp, yeniden yaktı.
Baba oğul, rahatlamış olarak kahveye döndüler. Bu defa yastık, yorgan ve yatakları vardı. Çocuğu yatırdıktan sonra, tavandaki lüksü de söndürüp, yanına uzandı adam. Ona sarılmakta zorlandı önce. Daha önce hiç sarılıp yattıklarını hatırlamıyordu. Ayrıldıklarında kızı üç, oğlu ise, daha bir buçuk yaşındaydı. Yavaş yavaş, şefkatle sarılmaya başladı. Sarıldıkça da duygulandı, gözleri yaşlandı. Bu göz yaşlarının mutluluktan mı, kederden mi olduğunu hiç anlayamadı.
Derin bir uyku uyudu o gece çocuk. Büyük bir karmaşa halinde, nerede olduğunu bile unutup, sağına soluna bile dönmeden uyudu .
Sabah, ezan vaktinde uyandı adam. Yanında çocuğu, melekler gibi uyur bulduğunda, yeniden gözleri doldu. Yine bilemedi sebebini , bu göz yaşlarının. Tavandaki lüksü alıp yaktı önce. Sonra mangaldaki sönmemiş ateşi harlayıp, kömür ilâve etti bir miktar. Çayı olmaya başladığında , müşterileri de tek tük gelmeye başladılar. İlk gelen Hamza dayı oldu. Aslında o, bu kadar erken gelmezdi kahveye.
- Aklım çocukta kaldı be İncirli ! Nasıl, rahat uyuyabildi mi acaba ?
- Uyudu, uyudu çok şükür.
- Yahu, evde anlattım da, kadın benden fazla merak etti. Neredeyse, benimle birlikte kahveye gelecekti. Yahu İncirli, gel razı ol da, şu çocuğu eve götüreyim ben. Buralarda sürünmesin. Daha çok küçük be yahu !
- Sürünmez, sürünmez, sen merak etme. Ben bakarım oğluma.
- Hay Allah ! deyip, yaklaştı çocuğun yanına.
- Vah, yavrum, vah ! Sandalyeyi çekip, yatağın yanına oturdu, uyuyan çocuğu setretti. Çayını, onu seyrederek içti. Daha sonra, yaşlı Sabri Kâhya, İsmail Kâhya, Kör Tahsin, hepsi de önce çocukla ilgilenip, bir kaç söz söylediler kahveciye. Hepsinin de ortak fikri, çocuğa yazık olduğu şeklindeydi. Hepsi de acıdılar ve onu buraya gönderen annesinin aleyhinde sözler söylediler.
Sabah olmuş, tatlı tatlı uyuduğunu gören adam, çocuğu bir türlü uyandırmaya kıyamamıştı. Çocuk, kendiliğinden uyandığında, şaşkın gözlerle etrafına bakınmaya başladı. Tam da ablasını, annesini arayacaktı ki, nerede olduğunun farkına vardı. Yüzüne bir mahzunluk geldi. Ağlayacak oldu fakat utandı, ağlayamadı.
Onu fark eden babası, sevecen bir sesle seslendi.
- Uyandın mı yavrum ? Hadi kalk, giyin de, birlikte kahvaltı yapalım.
Hemen kalkmak istedi çocuk. Fakat, altında bir ıslaklık hissedince, öylece kaldı.
- Hadi oğlum, hadi yavrum, kalk artık. Bak, güneş çoktan doğdu.
Başını öne eğdi çocuk. Ne yapacağını bilemedi. Kızardı, bozardı, bir şey söyleyemedi.
Çocuk bütün ısrarlara rağmen kalkmayıp, bir şey de söylemeyince, durum anlaşılmıştı. Hırsla gelip, yorganı açan babası, yataktaki ıslaklığı görür görmez, kendini kaybetmişçesine, öfkeyle bağırmaya başladı .
- Anan mı öğretti ulan ? Kasten mi siydin yatağa ? Ben seni geceleyin götürmedim mi helâya, orada işemedin mi ?
Ellerini yüzüne kapayıp ağlamaya başladı çocuk. Adam, kolundan tutup yataktan kaldırdı onu. Vurmasından korktuğu kadar da, utanıyordu aslında. Fakat adam vurmuyor, dayaktan daha ağır sözler söylüyordu.
Hamza dayı atıldı .
- Ne oluyor ulan serseri herif ? Çocuk bu ulan, çocuk. Ne olmuş siymişse ? Yıkarsın geçer. Böyle bağırılır mı ? Baksana , nasıl da korktu garip !
İlk gecenin sabahı böylesine kapkara geçmişti. Belli ki, çok daha kara günler onu bekliyordu. Ama, yapabileceği hiç bir şey yoktu. Kaderinde ne yazılı ise ,görecek ve yaşayacaktı işte...
Devam edecek.
Fikret TEZAL