- 1053 Okunma
- 15 Yorum
- 3 Beğeni
Deli...2(Son)
Bakışlarımı, düşüncelerimi, hayallerimi, zor koparıp alıyorum kırmızı erik ağacından. Alçak bahçe duvarının, şekilsiz ve eğrelti dizilmiş olan kocaman taşlarının her birine, çocuğunun başını okşayan bir baba şefkati miseli teker teker dokunarak; ancak iki kişinin yan yana sığabileceği dar kaldırımdan, yukarılara, yokuşun başına doğru, ağır ağır tırmanmaya devam ediyorum.
Bu büyük bahçenin tam orta yerinde, zamanında ne olduğunu hiç merak etmediğimiz bir bina kalıntısı vardı. Yıkık ve oldukça geniş duvarları üzerinde, düşme korkusu yaşamadan, çocuksu bir cesaretle, çeşit çeşit oyunlar oynar, okul harici zamanlarımızın tamamını orada geçirirdik. Tüm mahalle çocuklarının, toplanma ve oynama yeriydi o harabe ev.
Binanın, zamanında hamam olarak kullanıldığını tahmin ettiğim ve çatısı kubbe şeklinde, yıkılmadan ayakta kalabilen ilginç bir bölümü vardı. Kapısı, penceresi yoktu ama, asla yağmur sularını içeri almayan, korunaklı bir bölümdü. Mahallede girmediğimiz ev, bahçe, tırmanmadığımız ağaç yokken,sadece, ama sadece bu kubbeli bina kalıntısına girmek yasaktı bizlere. Bu yasak, birileri tarafından konulmamıştı aslında. Birileri, buraya asla girmeyeceksiniz diye tembihlerde de bulunmamıştı ama, çocuk aklımız, duygularımız, ya da saygımız mı demeli bilemiyorum; asla o kısımda oynamayı aklımızdan geçirmiyor, daima korunması, sakınılması gereken bir güzellik olarak hayatımızın müstesna bir köşesinde, hep beraberce itina ile saklıyorduk.
O özel bölüm, mahallemizin delisi, Deli Şakir’in, yazlık barınma yeriydi.
Adının başına deli sıfatını yerleştirdiğimiz e aldanıp da, onun, öyle bildiğimiz zararlı delilerden olduğunu düşünmenizi istemeyiz burada. Zira Şakir’in, hep özel bir yeri olmuştur hatıralarımın içerisinde ve hayatım boyunca deli kavramını, korkulacak, kaçılacak, dışlanacak değil de; tam aksine sevilmesi, yardım edilmesi gereken, hayata kendi iradesi ile tutunamayan zavallı insanların tümü gibi bir çerçevede algılamama neden olmuştur.
Burada, neden akıl hastası deyimi kullanılmıyor diye düşünenler olacaktır şüphesiz. Şakir, benim çocukluğumun akıl hastası değil de, sadece Deli Şakir’i idi işte. Özel bir insandı Şakir...
Yaz kış sırtından çıkarmadığı açık kahverengi kalın paltosu,fermuarı daima patlak, bir tütün katması(Tütünlerin kurutulmak gayesi ile dizildiği iplik)ile beline sıkıca bağladığı, koyu gri pantolonu, topukları yırtık çorapları, arka kısımları ezik, kenarları patlak kunduraları ve düğmelerinin büyük bir bölümü kopuk olan boyuna çizgili, koyu renk gömleği... Şakir’in değişmeyen giysileriydi bunlar. Bir de, sekiz köşeli kasketi vardı. Güneşliği, daima sağ kulağının üzerine eğik duran, başından asla eksik etmediği, uyurken de yastık niyetine kullandığı en önemli aksesuarı...
Onun, nereden, ne zaman kasabaya geldiğini kimse bilmez, sormak da akıllarına gelmezdi. Kasabanın camisi, okulu, karakolu, fırını gibi, değişmez bir gerçeği ve güzelliği idi Deli Şakir. Hayatı boyunca ne bir insana, ne bir hayvana, asla zararı dokunmamış, dilencilik yapmamış, açım, açıktayım diye kimseye yalvarıp yakardığı duyulmamış, bir kötü olaya sebebiyet verdiği asla görülmemiştir Şakir’in...
Onu, asla saçlı, sakallı görmedim. Değirmi diye tarif ettiğimiz, yuvarlak ve oldukça sevimli bir yüzü vardı.Düzgün kesilmiş bıyıklarının süslediği ince dudaklarından, hiç bir zaman o hoş gülümsemesi eksik olmazdı. İçki ve sigara gibi, zararlı alışkanlıkları da yoktu. İnsanların yüzüne çok bakmamasına rağmen, tesadüf eder de, bakışlarınız bakışları ile çakışırsa, tebessümleri bir yerlerden koşar gelir, dudaklarına yerleşir; sararmış, düzgün ve küçük dişleri ile size sunduğu bu masum gülümseme, sevimliliğini bir kat daha arttırırdı. Bizlerin, sevimli ve yakışıklı delisiydi o...
Şimdi düşünüyorum da, o zamanki berber esnafı, hamamcısı, fırıncısı, daha bir çok kasaba sakini, deliyi bile kendilerinden biri olarak kabul ediyor, en azından temiz gezmesini sağlıyor, aç yaşamasına izin vermiyorlardı gibi hoş bir sonuca varıyorum. Günümüzde asla böyle güzellikler yaşanmıyor maalesef.
Ne zaman Deli Şakir’e rastlasanız, muhakkak sağ koltuğunun altında, ucundan bir parçası koparılmış bir somun ekmeğini görürsünüz. Sağa sola abartılı bir sallanma ile yürür, arada bir arkasında biri varmış ve ona zarar verecekmiş gibi bir zanna kapılarak durur; bir kaç kez kendi etrafında döner, hiç bir zaman anlayamadığımız bir şeyleri kendi kendine mırıldanır, daha sonra da, hiç bir şey olmamış gibi yoluna devam eder. Deli Şakir’in varlığı ve bu ilginç hareketleri, hiç kimsenin dikkatini çekmez, tam aksine, ortalıkta gözükmediği zamanlar insanlar merakta kalırlardı.
Bahçenin kenarında ki kırmızı erik ağacının hemen altında, mora dikenlerinin oluşturduğu kafulluğun arasında, küçük bir ahır vardı o zamanlar. Belediye başkanının marabası(Kahya), bu ahırın bir bölümünde atları barındırır, diğer bölümüne de saman depo ederdi. İşte bu saman deposu , Deli Şakir’in kışlık eviydi. Yatak, yorgan gibi detaylarla uğraşmaz, kalın paltosuna sarılır, şapkasını da yastık olarak kullanır, pek soğuk olmayan kış gecelerini, hayvanların ısısından da faydalanarak , sorunsuzca geçirirdi.
Düğünün kurulduğu gün, törenin, kendi yazlık evinin bulunduğu bahçede yapılmasından pek hoşnut olmamıştı Şakir. Oldum olası gürültüyü ve insan kalabalıklarını sevmez, kendi dünyasında, sessizce, kendi bildiğince yaşamaktan hoşlanırdı. Kendisine hiç kimsenin zarar vermeyeceğini, bir kötülük yapmayacağını bildiği halde, hep insanlardan uzak durmayı yeğlemiş, yalnız yaşamayı sevmiştir o.
Tören başlayınca, hamam kalıntısından yavaşça çıkmış, yine sallana silkene bahçe kenarındaki küçük ahıra doğru yönelmişti.Hava oldukça sıcak olduğundan, katranla sıvanmış teneke çatının altında, kapalı bir alanda barınmak, hele de paltosundan asla ayrılamayan Şakir için çok zordu.İçeriye girmedi, ahırın hemen yanı başında yükselen yamacın nihayetindeki kırmızı erik ağacının geniş dallarının oluşturduğu gölgede, mora dikenlerinin arasındaki küçük patika yolun genişçe bir bölümünde, kendi dünyasındakilerle konuşmaya, kendi aleminde yaşamaya devam eti.
Sık sık patlayan silahların gürültüsü, arada onu dalıp gittiği alemden geri getiriyor, ama yine de o, çok bir zaman geçmeden tekrar eski durumuna, gizemli dünyasına gidiyordu. Gel gitlerin iyice sıklaştığı, kendi etrafında dönmelerin iyice hızlandığı, sıcak ve kalın paltosu nedeni ile, iyice terlediği bir zaman diliminde, Şakir aniden durdu.
Yorgun bakışları, hemen yanı başına, kanlar içinde düşen küçük çocuğa takılı kaldı.
-Polis geliyor!...
Düğün töreninin yapıldığı alanda bir telaş başladı, üzerinde silah bulunduran insanların, apar topar kaçıştıkları görüldü. Bazı silahlar da, hızlı bir şekilde kadınlara iletildi. Sonuçta, kadınlar asla aranmazdı. Boş kovan biriktirmek, küçük çocuklarca bir övünç kaynağı kabul edildiği için, deliller zaten çoktan ortadan kaybolmuştu.
-Düğün sahibi kim? Diye sordu görevli polis.
-Benum!...Diye karşılık verdi güveyin babası. Bi şey mi oldi komiserım?
-Daha ne olsun? Burada bir çocuk vuruldu biraz önce...
-Ne uşağı? Yanlişunuz olmasun?
-Ne yanlışı? Çocuk, hastaneden ölümle pençeleşiyor şu anda. Arama yapacağız, ifadelerinizi alacağız.
Bir çocuğun vurulduğu haberi bomba gibi patladı ve tüm anne-babalar kendi evlatlarını arama telaşına düştüler. Çocuğunu bulanlar sevindi, bulamayanlar ise, dik yokuştan aşağıya, hastanenin bulunduğu bölgeye doğru büyük bir hızla koşmaya başladılar. Şüphesiz her biri içinden, vurulan çocuğun kendi yavruları olmaması için dualar ediyorlardı. Yaralı çocuğun ölmemesi için de.
Kalabalıklara pek alışık olmayan hastane kapısı, birden ana baba gününe döndü. Olayın ne olduğunu kavrayamayan esnaf, iş yerlerinin önüne çıkmış, şaşkın şaşkın olanı biteni seyrediyorlardı. Elinde usturası ile berber, yanında yüzü sabunlu müşterisi... Bir elinde satır, diğerinde doğradığı et parçası ile kasap... Hamura bulanmış elleri ile fırıncı... Bir elinde çekici, diğer eli ile alnında biriken teri silmekle meşgul demirci... Sırtındaki yükü indirmeye vakit bulamayan hamal... Her biri, öylece dona kalmış, şaşkın şaşkın kalabalığa bakmakta, neler olduğunu anlamaya çalışmaktalar.
Çok geçmeden çocuğun kimliği belirlendi, annesinin dayanılmaz feryatları yükseldi. Yürekler acıdı, gözlerde yaş damlaları belirdi, dudaklardan dua mırıltıları döküldü.
Karmaşayı ve bağırmaları duyan kasaba doktoru, hastane kapısına çıktı ve yüksek sesle kalabalığa seslendi.
-Sakin olun!...Korkacak, endişe edilecek bir şey yok!...
-Uşak nasildur doktor bey?
-Çocuk iyi. Kurşun sıyırmış, geçmiş. Zamanında getirilmese idi, kan kaybından ölebilirdi.
Bir sevinç dalgası yayıldı kalabalık arasında. Herkes sevinçle birbirine sarıldı, öpüştü...
-Uşağı hastaneye kim getırdi doktor bey? Diye sordu kalabalıktan bir ses.
Bu soru karşısında, doktorun dudaklarında acı bir gülümseme belirdi.
-İşte orada...Arkanızda...Duvarın dibine çökmüş oturuyor...
Tüm kalabalık, merakla başlarını doktorun gösterdiği yöne çevirdiler. Eline tutuşturulan bir avuç akide şekerini afiyetle yiyor, sevimli gülümsemesi ile de, kendine yönelen bakışlara karşılık veriyordu Deli Şakir...
Akıllıların, nerde ise hayatını sonlandıracağı bir küçük çocuğu, kasabanın delisi, tekrar hayata geri döndürmüştü.
Bu olaydan bir kaç yıl sonra, soğuk ve sevimsiz bir Ocak sabahı, yine kendi dünyasında, kendine özel kişi ve olaylarla meşgul olduğu, gerçek hayat ile ilişkisini kestiği bir zaman diliminde; ana yolun orta yerinde kendi etrafında dönüp dururken, bir yolcu minibüsü şoförünün dikkatsizliği sonucunda, aramızdan ayrıldı gitti Deli Şakir.
Onu, kasaba mezarlığının kimsesizler bölümüne defnettiler.
Şimdi orada, kimsesizler mezarlığında, ebedi uykusunu uyumakta ama, asla kimsesiz olmadı o...
Çünkü, tüm kasaba halkı kimsesiydi onun....
Ruhu şad olsun....
Bir tutam hayat-20.10.2013 Sumqayıt-Azerbaycan
YORUMLAR
Üstadım, önceliğim öyküdeki Şakir'e olsun isterim, Zira delinin en akıllısıydı duyarlılığıyla, kimsesizken dahi sahiplenilebilmenin en güzel yaşam örneği ile bizlere yansıdı bu öyküde. Allah rahmet eylesin, ruhu şad olsun mekanı cennet olsun.
Oysa her birinin nedenleri vede niçinlerin de saklıdır delilikleri.Bilindiktir bir çok hikayeleri aslında. Bir yerden sonra film kopmuştur. Allah akıldan etmesin deriz en önemlisi ve ekleriz akli salimlikle de yaşamayı yeğlemeliyiz. Deliklik aslında sevgisizliktir, güvensizliktir, ilgisizliktir, dışlanılmıştır. Akıllı delirmeye görsün delirdi mi dönmek istemez. o gördüğü sahte yüzlere, aldanmazda, avutamazda kendini. İçe döner bedeniyle ruhuna sarılır. İçinde sadece onu hak eden çocuklar kalır ve o çocukça sevgilere yanıt verebilir adeta. Öyküdeki davranışsal özelliklerde yansımız.
Hala aklı selim görünüp, ama kendini saklayan delilerden daha asildirler aslında, daha duru daha çıkarsız ve menfaatsiz, zira akılları alamamıştır, bu dünyadakileri, kaybettikleri adına, yada terkedilişinlerin acımasızlığında. Suskun sessizleşen yürekleri nasıl atar bilir misiniz, kaygı ve korkularında saklanan bakışları ne denli masum yansır hissedebilirsiniz. Zaman ve makan anlam yersizliği oluşur.Etkenlikten vazgeçip edilgen hale gelmişlerdir. Sadece algıladıkları gerçek sevgiyi algılamaktır. Unutmak en kolay olanıdır kim ne olduklarını hatırlamak dahi istemezler onlara seslenişlerde. Oysa bir tanımlama yansır isimlerin önüne herkes tarafından bimlenirler, deli denilip onlarla korkutulurlar. Aslında onlar kokmakta, aklı salim olanlardan ayrılırken istemleriyle vazgeçmişlerdir.
Deli bir ve ikide yine karadenizi gezdik, eşsiz doğa harikasında geleneksel düğünlerine misafir olduk, vazgeçilmezlikleri vede eğrisiyle doğrusuyla gerçekçi hayat öykülerinde rollerin kelime ve cümlelerin eşliğinde yol aldık.Dizeler ilerlerken kesin mutsuz son şuur altımızda vardı ama beklenilen olmadı Şakir'in duyarlı gönlü bize bu satırları yıllar sonra kendi hazin sonuyla noktaladı.
Yazdığınız harkulade bir öyküydü Yaşanılmış gerçek öykülerde zamanın gerisine gidip yaşamışçasına bir etki bırakıyor. Farkındalıkla gerçekçiliği ve değerlerin aslında en akılcıl olanıydı deli öyküsü.İyi ki yazdınız üstadım, zira hala her köyün, her kasabanın mutlak bir delisi var, yüreğinize sağlık. Saygılarıma
Önce çocuğun kurtulmasına yürekten sevindim.
Bir zamanlar bizim evin karşısında ki salaş dükkana takılan bir deliyi hatırladım yazınızda..Deli demek ne kadar doğruydu bilemiyorum.Çünkü ailesi onu bir hastaneye kapatmaya razı olmamıştı..Tıp fakültesini bitirmiş başarılı bir doktorken çok sevdiği bir arkadaşı kendi ellerinde masada hakkın rahmetine kavuşmuş..Ne kadar uğraşsa da döndürememiş..Bunlar her akşam sahile iner şiir atışması yaparmış bir birleriyle..Her gün şiir yazarlarmış ve akşam olunca sahilde tenekede yakılan ateşin karşısında şiirle atışırlarmış bir birleriyle..Ve en güzeli de kırıldıklarında bunu şiirle söylerlermiş yüzlerine.
İlk gördüğümde ekmek almış çıkıyordum.Üstünde giyilmekten eskimiş bir pardesü vardı.Ama temizdi..Ailesi meğer hep temiz tutmaya çalışıyormuş.. Sakalları bakımsız ve uzundu.Gözlerinin kenarları hep mordu nedense..Hayat sanırım yumruğu bir kere vurmuş ve bir daha izi çıkmamış diye düşünürdüm gördükçe. Beni eliyle durdurdu..Ödüm patladı..Dükkan sahibi yaşlıca amca korkma kızım dedi zararsızdır.Sadece dinle bitince o gider zaten dedi..Şaşkın gözlerle dükkan sahibine baktım.O sırada deli dediğimiz adam bir şiir okumaya başladı yerimde dondum kaldım.O ne şiirdi öyle..Hem ağlıyor hem gönlünün bütün sitemlerini şiire aktarıyotrdu..Gözlerim buğulandı ağladım ağlayacağım.Ama utanıyorum..Şiir bitti ve deli koşarak uzaklaştı..Dur bir tane daha oku demek istiyordum halbu ki..Dükkan sahibine baktım onunda gözleri dolu doluydu..
Sadece 1 tane okur her gün dedi..Ve ekmeğin alır gider...
Aradan bir kaç sene geçti..Derken kayboldu ortadan bu deli..Dükkan sahibinden öğrendim yine.Yazınızda da bahsettiğiniz gibi bir araba çarpıp kaçmış.Elinde ekmeği dilinde şiirleriyle oracakda vefat etmiş..
Beni hüzünlendirdiniz yine.
Her kasabanın bir Deşi Şakiri vardır benim bildiğim. Onlar bize ibrettir. Kimseye zararları olmadan yaşar, bazen etraflarında olanları ürkek gözlerle izler, bazen de kendi dünyalarına dalıp kendi dillerince konuşurlar, biz anlamasak da onların bir lisanları vardır. bu lisan, hep sevgiyi, iyiliği çağrıştırır.
Yine güzel bir yazı, hele betimlemelerinize bayılıyorum.
Tebrikler, saygılar...
sonuç çocuk adına sevindirici
ama Şakire çok üzüldüm dostum
ki Şakirlerin hep özel bir yeri vardır benim
gönlümde ve ayrı bir sevgileri.
ki gittiğim başka köyler yada mahallede
bir Şakir varsa gelip bulurlar beni,
yine şahane bir anlatım
ve yaşanmışlıkların öyküsünde
çıkaracağımız bir ders....
gönülden alkışlıyorum kalemini usta
her dem saygımdasınız
Ben onlara hiç bir zaman deli demiyorum "veli" diyorum ve Cenab-ı Allah'ın bir hikmeti olarak dünyaya geldiklerine inanıyorum. Benim gözümde onların kalp gözleri açık.
Akıcı bir uslupla başlamıştı yazınız öylece devam etti, her satırı okunmaya değer
Hatta final de gözyaşları ile kalıyor insan
kutlarım efendim başarılı kaleminizi
saygılarımla
Şükürki o kör kurşun bu sefer sıyırıp geçmiş ve tam zamanında yetiştirilmiş hastaneye.Allahın yarattığı her canlının bir görevi var.Deli deyip geçmemek gerek hoş köy ahaliside geçmemiş zaten onu sahiplenmiş korumuş kollamış o da karşılığını en doğru zamanda göstermiş.Yattığı yer cennet mekan olsun diyelim Deli Şakirin.Güzel bir hikaye yazdınız kaleminiz daim olsun.Siz yazdıkça bizde okumaya devam edeceğiz inşallah.
düz yazıya kısa yazmayı seviyorum... hikayenin yada makalenin yada denemenin etkisi bambaşkadır her zaman ve kaleminin nesirdeki başarısı zaten yorumlardaki akıcılığından belli...
seviyorum bu kalemin yazımını ve böyle bir dostum olduğu için mutluyum...
nicelerine kutluyorum