- 542 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Dağların Gölgesinde -II-
Ah karmaşanın , yabancılaşmanın yeğ olduğu zamanlarda yaşlanan ama 19’un makyajıyla sahte sahte ışıldayan Ankara’m. Her bir yolumun sana düşüşü hüsranlar yaşatmakta bana. 9 yaşımdaydım seninle tanıştığımda, babamın omzunda Livaneli konserini coşkuyla dinlemiştim. Senin bana hissettirdiğin heyecan tozlu raflarda artık. Esasında suç bende, değişime dönen dünyada değişmeyen şeyler kovalamaktayım. Bizim evimiz eşiğimiz son beşiğimiz, minik kardeşim sana emanet nicedir. Küçücük öğrenci evinde diken yatağımda geçirdim geceyi. Doğunun kuzeyinden , Anadolu’nun ortasına varmıştık bir günde. Gözümün önünden geçen bozkır manzaraları ve hala yoldaymışız hissiyle uyudum. Sabah dingin ve tok saatlerde uyandım. Neşeli kahkahalarla doyurduk ruhumuzu. Kahvaltı sofrasına yöneldiğinde gözler, ‘bunlar Atatürk Orman Çiftliğinden ‘ dedi kardeşim. Yaşam tarzı bazen insanı geride kalan onca tantanadan olup bitenden az çok soyutlar. Çünkü fısıltı gazetelerinden birinde Atatürk Orman Çiftliğinin çoğu kısmının satıldığı ve yıkılacağını okumuştum. Yalanmış demek diye düşünüp az da olsa sevindim. Altınpark’ta ata binilebilir mis gibi gözleme yenebilir, ilk aşkımın kabri saygı ve özlemle ziyaret edilebilir , kuğulu parka tanıdık sedalar işitmeye gidilebilirdi ancak vakit yoktu. Yamalı asfaltlar bizi bekler.
Eskişehir modern yüzü, alternatifleri ve dokusuyla eşsiz bir kenttir. Ama çoğunlukla ‘öğrenci kenti ‘ olarak anılır. Halbuki ağırlığı cümlelerle tartamayacak kadar kadim değerler vardır içinde. Eskişehir demek Yunus demektir. Durup düşünmek,ham insanın insanlığa erişebilmesi demektir. Yolda dün ardımızda bıraktıklarımıza nispeten sevimli dağlara ilişik tabelalar var. Yunus Emre’nin sözlerinin yazıldığı. Üstüne bir de radyoda Erkan Oğur ‘gören bizi sanar deli/ usludan yeğdir delimiz’ demekte. Bu güzergahta Sarıköy istasyonu yakınında bizleri bekler Yunus. Benim gibi çiğlik edip es geçmeyin derim. Dönüşte bende varacağım oraya, öyle umuyorum.
Ciddi bir açlıkla cebelleşirken İnegöl’e varmayı beklemeyeceğimizi anlayıp Bozüyük’te yol kenarında bir küçük bir tesiste durduk. Tavşanların, paçalı kara tavukların fink attığı bu şirin yerde lezzet listeme bir durak daha ekledim. Köfte severler Bozüyük’ü es geçmesin. Mekan sahibine dağları takip edipte geldik buraya dediğimizde, Üçtepeler’i es geçmediniz umarım dedi. 1700 metreyi geçkinmiş yüksekliği. Rakımın 2100 metreye gülüp geçtiği yerlerden sonra bayağı düze, Bozüyük Ovasına inmiştik yani.
İnegöl’de mobilya mağazalarını saymaya dalmışken işim ne zor dedim. Bunca şehrin içinden geçip tek hikaye duyamamıştım merak ettiğim yorgun ağızlardan. Bir gün tek tek dolaşıp bu canım renk cümbüşünü, benim dinlemeye susamışlığımı dindirecek bilge ömürlerle tanışmalıyım. Mardin’e gittiğimiz vakitler neden buraya ‘gece gerdanlık, sabah mezarlık’ deniyor diye peşi sıra koştuğum yorgun yüzlü bir amca vardı. Niyetsiz gibi davranıp kucak kucak söylenceye boğmuştu beni. Ben her bir evin camı sıra bakıp hangi hikaye hangi tükenmişlik var bu kapalı kutuda diye düşünmekten tükeneceğim. İnsana, insan biriktirmeye ölesiye meraklıyım. Dedemin masalları peşi sıra vardım sonunda Bursa’ya. İlk geldiklerinde buraya yeşil Bursa’m derdi. Şimdilerde yeşil, Uludağ eteklerinde. Adım attığım kent beton Bursa. Evin koca terasında yorgunluk alan çayımı yudumlarken, sise dolanmış Uludağ’ı izledim. Tanıyordum ben onu, ta yolun başından. Utangaç Ağrı’dan. O yalnız ve hüzünlü, sen ise kalabalıkta yalnızsın dağların ulusu. Tepende karınla yaşından dem vurmaktasın ama, seni yaşadığın bu deli çağ değil, yaşayamadığın güzel zamanlar tüketmiş. Kardeşinde senin gibi ..
Çocuk sesleriyle donanan sokak güneşi yolcu etmekte. Aklımda sorular, gidilecek yeni yollar ve buza kesen çayımla içeri giriyorum. Uludağ’ı yarısını örten koyu yeşiliyle baş başa bırakıyorum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.