- 656 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Dağların Gölgesinde -I-
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Saat henüz 6’yı gösteriyordu Çıldır’ın serin sabahında yola koyulduğumuzda. Kars’a doğru gidecektik. Uzun uzun yolları aşmamıza sebep bu yolculuk Bursa’da noktalanacaktı. Günün bu sakin saatinde beyazdan pembeye hatta mora çalan bulutların rengi, yılın 6 ayı yüzeyi buz kaplı gölü garip mavi bir cümbüşe boyamıştı. Rengiyle oynanmış çoğu sanal alem fotoğrafının aksine canlı ve bir o kadar da doğaldı manzara. Göz ucuyla hatlarına tekrar baktığım Çıldır Gölüne içten bir veda etmekteydim. Kısa süreli bir veda. Sarıya dönen tarlalar ile mavinin dingin oyununu Kars il sınırına dek izledim. O sırada aynı yolları birçok kez geçmiş olmama rağmen gözüme ilk defa ilişen bir silüet vardı. Sislerin etrafını tülden bir etek gibi çevirdiği ulu bir dağ. Sanki daha yeni gelip de konmuştu o yere. ‘Hangi dağ bu?’ soruma cevaben Ağrı Dağı dendi. İçimden hadi canım dediysem de araştırdığımda yanıtın doğruluğuna vakıf oldum. Ağrı Dağı bu sisten kıyafetle Kars’ta çok nadir görünürmüş. Zira daha önce okuduğum bir kitapta , Ağrı’nın Ararat olduğu dilin ülkesinde de bu dağ çoğu zaman sisten görünmezmiş. Bu heybetli coğrafi öge kim bilir neden böyle saklanma çabasındaydı. Biz ki aynı yolları aşıp komşuluk edip aynı terle toprağı suladığımız bu memlekette bu dağı da hedef edip insanca uzlaşamadık. Utanıyor mudur Ağrı bizim insan olma çabamızın neticesizliğinden? Bir yere varamayışından? Üzüldüm içten içe. Kendimize yol ettiğimiz , soğuğuna engebesine aşina olduğumuz sıkça da yer değiştirdiğimiz Kafkas topraklarının insanları hayali sınırlarla ,kan damlatan tellerle çevriliydi, ne acı.
İçten içe konuşmam sürerken bizi yalnız bırakmayan irili ufaklı dağlar renk değiştirmeye başlamıştı bile. Güneşin doğduğu yerden yola çıkan emektar arabamızla Erzurum – Erzincan arası dağlar ölü bir yeşilden toz rengi, bozarmış bir hale dönüyordu her yer. Sanki doğa can vermişti bu sırt sırta vermiş koca yükseltilerde. Çocukluğumdan beri yol boyu ülkemi gezerken Erzincan bana hep bir heyecan yaşatmıştır. Hatta içimde bir yerde elimi ayağımı bağlayan memuriyetin bu candan şehirde de yaşamamı gerektireceğini düşünüp mutlu olurum. Depremle çehresi acı acı değişen Erzincan’ın hafriyat tepeleri vardı. Dağ gibi en kaz yığınları. Hayattayım diyorum kendi kendime, o koca yığınlarda hayatta olanların ayağı altındaydı. Kayıverdi , elimizden yitip gidenlerin koca boşluklarıyla kaldık hayatta. Ey her şeye gücünün yettiğini sana insan, doğa seninle nasılda dalga geçiyor..
Yol boyu rengarenk.. Kabaklar,kavunlar,elmalar , üzümler,çuvallanıp kışı bekleyen patatesler soğanlar. Yaşam sürüyor yol boyu.Adını sıkça duyduğumuz, kendisi çabalayıp uğraşmaktan adına hep başkalarının konuştuğu insanlarda buradalar,emekçiler. Büyüklerim gibi tarlada çoluk çocuk çalışan insanlar. Bir türkü takılıyor o vakit dilime, ‘bayram gelmiş neyime..’ . Hızla tükenmeyen topraklar şehrine gitmekteydik. Erzincan- Sivas arası yükselip alçalan virajlarla çevrili. En sıkıldığım , ve bitmez bu yolculuk dediğim anlar hep bu güzergahta başlar. Sivas güzel memleket, çoğu vakit akşam gezdiğimden akşam ışıkları gözümün önüne gelir en çok. Bu defa bu renkli şehrin etrafı sıra geçti yolumuz. Garip bir gerginlik hissettiriyor gördüklerim bana. Hep acılar var heybemde. Evler görüyorum, göğe uzanan kocaman evler. Erzincan’dakinin aksine korkmadan çokça göğe uzanan evler. Diyorum ki usulca ; ‘Ey yeni günü yaşayıp bitiren siz insanlar. Bu koca binalar da hangileriniz yaşar. Yakanlar mı? Yakılanlar mı ?’ kin benim için ertelenen ama unutulamayan bir his. İçten içe kızıyorum sana güzel şehir, yüreğimi acıtıyor ertelediklerim. Keşke ellerine kan bulaşmamış olsaydı.
Gide gide yollar Yozgat’a vardık. Tabelalar Yozgat’ın artık Bozok olduğunu söylemekte. Yüzümü güldürdü bu hal. Aklıma yiğidin harman olduğu yer sözü geldi. Sahi neydi bunun açıklaması ? Gün karardı. Ve ben gün yüzüyle görülemeyen sakin bir şehrin sınırındayım şimdi. Neden böyle sakinsin Kırıkkale. Haylaz ve gürültücü kardeşin gölgesindeki abi gibi sakin ve çekingensin. Bilsen ki Ankara yansımasının aksine mutsuz ve yalnız, dingin halinle gurur duyardın. Koca koca dağları türkülerini dinleyerek geçerek geldik biz sana. Keşke güzel yüzüne gün tepedeyken görseydim. Başka bir sefere artık.
Bilbordlarda bilmediğim markaların beton yığınlarının reklamlarını görünce, kalabalık trafiğiyle Ankara hoş geldiniz dedi bize. Dinlenip Yunus’a doğru, edep erkan a doğru, Uludağ’a doğru gideceğiz. An geceyi yorgan etme anıdır. Güneşi herkesten önce karşılamalıyız.