''İNCİNİR, İNCİLER...''
Ver elini dünya, kaçıp gidelim uzaklara… Çok büyüksün biliyorum. Varlığın ne sağ elime ne de sol elime sığar. Olsun… Vicdanıma sığdırdım seni. El değmemiş, kötü fikir girmemiş beynimdeki tomurcuklarla büyüttüm sendeki iyileri.
Kötülere ne oldu, sence?
Kovdum onları, tepemden. Senden çok uzaklara, artık gezegen bile olmayan Plüton’a gönderdim. Hiç su dökmedim arkalarından, giderken. Su gibi çabuk gitsinler ama hiç geri gelmesinler diye, çabucak yolculadım onları karanlıkta. Öyle bir karanlıkta gitsinler ki, iyilerin gözlerini görmesinler istedim.
Kısılmıştır onların gözleri, kırmızı ışıklar yayar… Ta ayak parmak ucundan başlarlar, seni ürkütmeye.
Sen iyisindir, aslında. Bembeyazsındır. İnci gibi parlarsın gece karanlığında… Ondan taşlarlar seni hep. Ulaşamadıklarından, hayat boyu uçsuz bucaksız çöllerde yalpalamanı ister, ‘’şerefe!’’ naralarıyla tökezlemelerini izlerler.
Aslında sen hep iyisindir. Bembeyaz pamuklara sarmıştır annen seni daha minicikken. Dokunduğun herşey sana hep yumuşak, hep güven dolu gelmiştir baba ocağında. Bilinemezlere karşı emeklemeyi bile öğrenememişken, kapı aralığından seni seyretmiştir onlar. ‘’Gel’’ demeye üşenmişlerdir… Eşit savaşmak istemişlerdir. Sen büyü, kocaman ol, ama yüreğin hep çocuk kalsın diye bin bir dualar etmişlerdir kendi yüreksizliklerine. Çocuk olmak masumiyettir, neticede. Hep masum kalmanı, kıskandıkları bir tek bu yönünü bile koz olarak kullanmak istemişlerdir alabildiğine. Gücü yetemeyenlere tekme atmakla hüküm giymişlere karşı ne kadar dirensen de, son bulmaz çocukların yanındaki mücadele.
Sen savaşarak büyürsün… Savaşmak büyütür seni. Savaştığında çocuk kalmazsın belki de… Kırmızı gözlülerin, o kocaman ellerindeki, ‘’masumiyet’’ kozunu inci kabuğuna yerleştirirsin… Kabuğunda inci parlarken, belki sen bir gece bile olsa gözlerini kapatarak rüyaların için uyuyabilirsin.
(Çocuk istismarına ithafen yazılmıştır.)