Ses-Siz Enkaz
Ses-Siz Enkaz
Papatya cicegi desenli beyaz porselen demligi daha önce icine su doldurup ocagin üzerine koydugum caydanligin üzerine indirdikten sonra mutfaktaki kücük tahta masanin önünde duran sandalyeye oturdum. Aklimin bahcesinde sukunetle gezinirken, derinden bir ses duydum. Bilgisayarda gülden karaböcegin sesinden gafil gezme saskin türküsü calinmasina ragmen (ki bu türküyü bu sesten dinlemenizi tavsiye ederim), fark ettim ritmik sesi. Tabani tam düz olmayan caydanlik, icindeki suyun etkisiyle besik gibi bir ileri bir geri sallaniyor ve sallanirken cam ocagin yüzeyinde eski bir saatin sarkacinin cikardigi gibi bir ses cikariyordu. Ayaga kalkip kulagimi ocaktaki caydanligin yanina iyice yaklastirdim. Yavas yavas nefes alip verirken sadece bu sesi dinledim. Güm, güm, güm. Yavas yavas azaldi caydanligin sallanmasi, icindeki su duruldukca, sakinlesti, duruldu, durdu.
Sandalyeye tekrar oturdugumda, sessizce atese isinan caydandaki durgun suyu dinleyecegimi sandim. Ocagin üzerinde cicekli demligi ile kipirdamadan duran caydana baktim. Güm güm güm. Nerden geliyordu bu ses. Bir ugultuya dönüsüyordu sesler yavas yavas. Az önce duydugum sesin zihnimdeki gölgesi olmaliydi. Sesin zihnimdeki gölgesi mi? Gölgesi olurmuydu hic sesin. Elbette gölgesi olmaz, bir agac kadar güzel bir siir de olsa ses. Peki bu ses neyin nesiydi? Nerden geliyordu bu ugultu, etrafima bakindim. Gözlerime inanamadim. Bir daha baktim. caydan yoktu cicekli demligi ile. Gülden Karaböcek sarki söylemiyordu artik. Mutfak da degildi burasi.
Ak akitmali alinlari ile rüzgari arkasinda birakip, topragin bagrinda gümbür gümbür dörtnala yaklasan binlerce atin ayak sesi idi bu. Basimi kaldirip ufka baktim. Gri bir bosluk. Ne bir ufuk cizgisi, ne dört nala yaklasan mavari atlarinin tozu dumani.
Üzerine oturdugum sandalyeyi yokladim ellerimle. Sandalyenin üzerdinde oturuyordum hala. Ugultu yaklasiyordu giderek. Üzerinde oturdugum sandalye yukarisi asagisi, kuzeyi güneyi, dogusu batisi olmayan gri bir boslukta duruyordu öylece. Binlerce mavari ati dört nala yaklasiyordu hala. Gri boslukta duran sandalye sallanmaya basladi hafif. Tutunacak hic birsey yoktu etrafta. Atlar yaklasiyordu. Üzerinde oturdugum sandalyeye daha siki tutundum. Sandalye daha hizli sallanmaya basladi. Artik bedenimi sandalyenin üzerinde tutamiyordum. Atlilar cik yakinda olmaliydi. Birazdan kocaman acilmis burunlarindan canlarini soluyarak kosarken üzerimden gecip gideceklerdi muhakkak. Artik sandalyeye tutunmanin bir faydasi yoktu. Siki siki tuttugum sandalyeyi biraktim. Yönü ve ufku olmayan gri bosluga biraktim bedenimi. Yüzüm yesile boyanmis bir kaldirim tasina carpti. Acidan yaslari firlayan gözlerimi actim. Kücük bir bulut gibi beyaz tüylü bir kedi kosarak gecti önümden. Bir an yüzüme bakti. Bir gözü mavi bir gözü yesildi. Korkak kedi erken kayboldu yasli gözlerimden. Beyaz bir kus sürüsü havalandi birden kör bir agacin dallarindan. Serhad cafe yaziyordu, vidalari söküldügü icin yerinden firlayan isikli bir tabellada. Tabellanin arkasindaki elektirk kablolarindan kivilcimlar saciliyordu etrafa. Evet Van´di burasi. Kafami carptigim kaldirim tasina elimi dayayip dogrulmak istedim. Sendeleyip yine düstüm. Binlerce görünmez mavari ati geciyordu dürtnala sehrin üzerinden. Ilgincti, ama beni ezmiyorlardi hayalet atlilar. Tekrar denedim ayaga kalkmak icin. Dagruldum zor da olsa. Yerimde duramiyordum. Bir saga bir sola savruluyordum. Binalarin dis cephelerine süs icin yapistirilan fayans taslari catirdayarak patliyordu. Evlerin balkonlari ölü bir köpegin dili gibi sarkiyordu asagi. Camlari patliyordu evlerin arka arkaya. Bitmiyordu dörtnala sehrin üzerinden gecen hayalet mavari atlari. Milyonlarca kiremit bir anda asfaltin üzerinden kirmizi bir toz oluyordu büyük bir gürültü ile. Fayanslari, camlari kiremitleri, duvarlari enkaza dönüsen binalarin cigliklarina karisiyordu insanlarin gramersiz cigliklari.
Ey Wan, anadolunun öksüz yerinde, kimi kavimlerin kendi rizasiyla terk ettigi, kimi kavimlerin zorla göc ettirildigi, kendisini ilk terk eden kavimden beri öksüz olan yani, yikilmis kalelerini bile bir övünc kaynagi yapamiyan, öyle sessiz sedasiz sehir, az insanin gittigi ama hakkinda en cok sey bilinen sehir, saha kalkmis alni akitmali bir kisragin basi midir, koynuna girdigin derya? Bu kisragin kavusamiyan kizgin asiklarimidir seni yerle bir edip üzerinden gecen bu görünmez mavari atlari? Sürgün yollarinda ölen evlatlarinin ruhlari mi bu atlarin süvarileri?
Ayaklarimin altinda ikiye ayrilan asfalta yigilip düstüm. Sehrin üstüne basa basa cekip gittiler hayalet atlar. Kücük gagalariyla tuttuklari beyaz bir sessizlik getirip örttü minik beyaz kuslar Wan´in üzerine.
Bütün yasaklariyla dilini de sustu Wan.
Enkaz ve Sessizlik oldu bütün sehir.
Gözlerimin görebildigi sessiz enkaz arasinda nefesimin sesini duydum. Nefes aldigima hic bi kadar sevinmemistim.
Sokak aralarinda kostura kostura oynayan cocuklar, az nasipten büyük hayaller yaratan, elleri kinali, alinlari dögmeli, alli yesilli fistanlari ile kadinlar, tamirciler, caycilar, ekmek pisiren firincilar, taksi soförleri, bir kahvenin önündeki bir sandalyede oturan adamlar, hepsi, hepsi susup kalmisti oldugu yerde. Sanki hayat bundan sonra hic devam etmiyecekti.
Serhad yazisinin buharlasip kayboldugunu gördüm binalarin enkazi arasinda parcalarini secilebildigim tabellada. Catlamis asfaltin üzerinde düstügüm yerde yatiyordum hala. Lal agac uzaklasip kayboldu gri bir bulutun icinde. Tozlari havada ucusan kiremitler, cam kirklari, fayans parcalari uzaklasip cüzülüyordu gri bulutun icinde yavas yavas. Enkaz ve sessizlik uzaklasiyordu gri bir bulutta. Elimi uzattim, az önce üzerinde oturudugum sandalyeye tutunmak icin. Sandalyegi kavradim elimle. Yine de uzaklasiyordu Wan´in enkazi ve sessizligi. Gri bir noktaya dönüstü sonra. Caydanin icinde kaynayan suyun sesine karisti Gülden Karaböcegin sesinden „Sen söylersin söz icinde sözün var“ dizeleri. Enkaz ve sessizlik kayboldu gözden. Bir tek acilar kaldi bir sehir büyüklügünde.
Az önce sallanan caydanliktan ince belli bardaga doldurdugum siyah caya karistiriyorum kasigin pervane ritmi ile memleket hasretinin acisini, memleket acisinin hasretini cekerken.
JPC, 29.10.2011 Almanya
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.