- 476 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İslam'ın Siyasallaşması ve Sonuçları
İslam mı, Siyasal İslam mı?
Cenab-ı Allah (c.c) insanları yaratılmışların en şereflisi olarak yaratmış ve meleklere de insanlara secde (Adem’e) etmelerini buyurmuştu. Melekler taifesinden olan iblisler, Yüce Yaratıcı’nın emrine muhalefet edip, secde etmemiş; Cenab-ı Allah’ta onları la-netleyip cennetten kovmuştu.
Yüce Allah’ın (c.c) Eşref-i Mahlukat olarak yarattığı şu insanlara baktığımızda insan olduğumuzdan utanıyoruz. Zira Yüce Allah (c.c) yoldan çıkan insanları zelil ve hüsrana uğrayanlar olarak bildirir ve onları aşağıların aşağısına indirdiğini belirtir: “Biz insanı en güzel biçimde yarattık; sonra çevirdik aşağıların aşağısına attık” (Tin Suresi: 4-5)
Yüce Allah (c.c) Maide Suresi’nin üçüncü ayetinde şöyle buyuruyor: “…Sizin için din olarak İslam’ı seçtim” Yaratıcı; yarattığı kullarının nelerden hoşlanacağını, ne-lerden nefret edeceğini ve nelerle ıslah olacağını çok iyi bilir. Bu sebeple; Kur’an-ı Kerim’de insan fıtratına uymayan hiçbir emir ve yasak yoktur.
İslamiyet; İslam Peygamberi ve halifeleri döneminde layıkıyla yaşanmıştır. Mazlum-lar, fakirler, garipler, öksüz ve yetimler, dul kadınlar, İslam Devleti’ni ve onun eşsiz liderini yanlarında bulmuştur: Fakirler, garipler, öksüz ve yetimler giydirilmiş ve do-yurulmuş, dul kadınlar, kadın tacirlerinin kirli emellerinden korunmuştur. Kız çocukla-rının diri diri toprağa gömülmesi yasaklanmış; küsler barıştırılmış, faiz borcu altında inleyenler borçlarından kurtarılmıştır. Birbiriyle kan davalı olan aşiretler barıştırılmış, kan davaları sonlandırılmıştır. Toplumsal düzeni bozan; içkiyi, zinayı, faizi, kumarı, falcılığı, büyücülüğü, hırsızlığı, köleliği, rüşveti ve iltiması cahiliye devrinin karanlık çukuruna atmış; sosyal devletin ve sosyal adaletin temellerini atmıştır.
İslam Peygamberi, bu reformlarla yetinmemiş; paylaşmanın kapılarını açmıştır. Zen-ginlerin, fakirleri koruyup gözetmelerini sağlamıştır: “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” diyerek, İslamiyet’in en temel prensibi olan paylaşmayı hayata ge-çirmiştir. Yüce Allah’ın (c.c) bu emriyle zenginlerin mallarının 40’ta birinin fakirlere zekat olarak dağıtmasını sağlamış; ayrıca sadaka verilmesini de buyurmuştur.
İslam Peygamberi; küffar ile yaptığı savaşlarda kesinlikle kadınların ırzlarına doku-nulmamasını, yaşlı ve çocukların canlarına zarar gelmemesini emretmiştir. Şehrin yağmalanmasını ve harabeye çevrilmesini kesinlikle yasaklamıştır. “İslam’da zorla-ma yoktur” diyerek, gayrimüslimleri inançlarında serbest bırakmış; İslam’ı kabul et-meleri için kesinlikle zor kullanmamıştır.
İslam Peygamberi, hayatını Yüce Allah’a (c.c) adamıştır. Onun emirlerine ve yasakla-rına uymuş; davranışlarıyla (sünnet) ümmetine örnek olmuş; mübarek sözleriyle de (hadis) ümmetine ışık tutmuştur. Her dönemde fitnenin ve bölünmenin olabileceğini bildirmiş; bu durumdan en çok ümmetinin zarar göreceğini belirtmiştir. Bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak; 72’si cehenneme gidecektir” İslam Peygamberi’nin bu uyarılarına rağmen, İslam Dünyası ne yazık ki paramparça olmakta ve birbirini boğazlamaktadır. İslam coğrafyasındaki bu bölünmenin ve bu vahşetin temelinde İslam düşmanlarının fitneleri bulunmaktadır. Yüce Allah (c.c) “Her fırka, her grup doğru yolda olduğunu sanarak sevinmektedir” (Müminun: 53)
Bir başka ayetinde Yüce Allah; (c.c) “Hep birlikte Allah’ın ipine (İslam’a) sımsıkı sarılın! Parçalanıp, ayrılmayın! Allah’ın üzerinizdeki nimetini düşünün! Hani siz birbirinize düşmandınız da, O, kalplerinizi birbirinize ısındırmıştı. İşte O’nun (İslam’ın) nimeti sayesinde din kardeşi olmuştunuz. Hem siz, bir ateş çukurunun tam kenarındayken, oradan (Cehenneme girmekten) de sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki; doğru yola eresiniz” (Al-i İmran: 103) buyurarak, insanların Kur’an-ı ve sünneti terk etmekle büyük bir hata yaptıklarını bildirmektedir. Oysa İslam; Kur’an, Sünnet. Hadis, kelam ve fıkıh olarak tek bir din-dir.
İslam Peygamberi, 8 Haziran 632 yılında vefat ettikten sonra yerine sırayla Hz. Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali geçmiştir. Her halife kendi döneminde bir yandan fe-tihler yapmış, diğer yandan hak ve adalet terazisini doğru tutmuş, diğer yandan da sah-te peygamberlerle mücadele etmiştir. Bu uğurda Hz. Ebubekir hariç, diğer halifeler fitne sonucunda birer birer şehit edilmiş; Müslümanlar kısım kısım ayrılmaya ve birbi-riyle savaşarak kardeş kanı dökmeye başlamıştır. Oysa İslam Dini, tüm Müslümanları kardeş ilan etmiş; kardeş kanını, malını ve namusunu haram kılmıştı. Ama ne yazık ki; ‘Cemel Savaşı’ ile Müslümanlar iki guruba ayrılarak birbiriyle savaşmış ve Müslüman kanı dökülmüştür!
O günlerden bugünlere kadar İslam Dini’ne pek çok fitneler yerleştirilmiş; yeterince bilinçli yetişemeyen Müslümanlar, fitnenin gösterdiği İslam’ı gerçek İslam zannedip, o yönde inanç sahibi olmuştur. İslam Dini, Sevgili Peygamberimiz’in işaret ettiği gibi 73 fırkaya ayrılmış; her Müslüman kendi tarikatlarının (fırkanın) gerçek İslam olduğuna inanmış ve o inanç ile dini yaşantısını sürdürmüştür. Bu çarpık durum günümüze kadar ulaşmıştır. İslam Dini, bir kısım tarikatlar ve bir kısım hayır kurumları vasıtasıyla rant kapısına dönüştürülmüş; siyaset kurumu da din üzerinden siyaset geliştirerek varlığını uzun yıllar sürdürmüştür, Yaşadığımız şu yüz yılda, İslam Dini artık siyasetin bir aracı haline getirilmiştir. Siyaset mekanizmasının din adına söyledikleri ‘Kur’an ayeti’ gibi kabul görmekte; hayır kurumlarının din adına söyledikleri de sanki ‘hadis’ gibi algı-lanmaktadır. Din kurumları, siyasetin emrinde din adına konuşarak hem siyasete hiz-met etmekte ve hem kendi varlıklarını siyaset içinde sürdürmektedirler. Bu hal; din-siyaset ilişkisinin kaçınılmaz sonucudur.
İslam Dini’ni kendi içinde parçalayarak birbirine düşürmeyi planlayan ve bunu başa-ran İslam düşmanları, bu fitneleriyle yetinmemiştir. Son yüzyılda İslam’ın Avrupa’da hızla yayılmasının önünü alabilmek için İslam Dini’ni dünya insanlığının gözünde te-rör ile eşdeğer göstermek için bir takım kirli çalışmalar yapmıştır. Özellikle Avrupalı İslam düşmanları, kurdukları terör örgütlerine İslami isimler vererek kendi amaçları doğrultusunda kullanmaktadırlar. İslam düşmanları, İslam ile ilgisi bulunmayan mez-hepler kurarak Müslümanların daha da bölünmesini ve İslam dışı yaşamalarını sağla-mıştır. Amaç; Müslümanların Kur’an ve Sünnet ile gönül bağlarını koparmak; İslam dünyasının dinsel ve etnik olarak birbirine düşmelerini sağlamaktır. Böylece; yeryü-zünde teröre bulaşmayan, insan hak ve hukukunu savunan yegane dinin Hıristiyanlık olduğunu dünya insanlığına kabul ettirmektir. Bu kara propagandanın arkasında hiç şüphesiz ki, Vatikan Kilisesi bulunmaktadır. Papalar, Hıristiyanlığın dünya dini olması için hazırladıkları küresel projeleri Hıristiyan devletlere onaylatmış ve milyar dolarlık kaynak sağlamıştır. Elde edilen bu kaynaklarla İslam’a hizmet eden görünümlü terör örgütleri ve mezhepler kurmuştur. Kurulan bu İslami terör örgütleri İslam ülkelerine saldırmakta; huzuru, barışı, can ve mal emniyetini ortadan kaldırmaktadır. CIA ve MOSSAD ajanları tarafından eğitilip yönlendirilen İslami terör örgütleri, zaman za-man birbirine düşmekte, İslam coğrafyasında daha fazla kan akmasına sebep olmakta-dır. El-Kaide, El-Nusra, Taliban ve İslami Cihat Örgütleri ve daha niceleri Vatikan-Batı projeleri olarak ortaya çıkmıştır.
Batılı Haçlı dünyası, Afrika coğrafyasında bulunan İslam ülkelerini idari yönden etkisi altına almıştır. Başta Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri ile körfez ülkeleri Libya’nın, Irak’ın ve Suriye’nin Haçlılar tarafından işgal edilmesi için ellerin-den geleni yapmaktadır. Batıya biat eden bu İslam ülkeleri, krallıklarını ve şeyhlikleri-ni batıya taşeronluk yaparak sağlamaktadır. Batıya biat eden İslam ülkeleri, batı yanlısı terör örgütlerinin terör saldırılarına İslami kılıflar bularak meşrulaştırma gayretine düş-müştür.
İslam Dini; namusun, malın ve canın korunmasına özel bir önem vermiştir. İslam ülke-lerinin katkısıyla işgal edilen Libya’da, Irak’ta, Afganistan’da ve Suriye’de yüz binler-ce Müslüman kadına ve kıza tecavüz edilmiş; milyonlarca Müslüman’ın kanı dökmüş-tür. Afrika coğrafyasında bulunan sözüm ona Müslüman ülkeler bu vahşete, bu na-mussuzluğa çanak tutarak, kardeşinin namusunun kirletilmesine ve kardeşinin kanının dökülmesine davetiye çıkarmıştır.
ÖSO’nun Suriye’de yaptıklarına bir bakalım: Baba, 16 yaşındaki kızını odaya kapatı-yor, ardından muhalifleri (ÖSO) odaya çağırıyor ve insan kılığındaki bu vahşi yaratık-lar, masum kıza sırayla tecavüz ediyor. Baba kızına, bunun bir cihat olduğunu ve öl-düğünde cennete gideceğini anlatıyor! Kızın annesi ise; “Bu konuyu başkasına anla-tırsan seni öldürürüm” diyor ve yakın köylere cihat nikahı için gideceğini utanma-dan söylüyor. Şu hale bakın ki; İslam Dini, namusa büyük önem vermiş iken, Müslü-manlık adı altında fuhuş teşvik ediliyor! İslam adına fuhşa teşvik bununla sınırlı kal-mıyor! Bazı ülkelerden gönderilen Müslüman kızların Suriye’de Esat Rejimi’ne karşı savaşan teröristlere sunulduğu dünya basınında yer almıştı. Hatta çok sayıda Tunuslu genç kızın Suriye’ye cihad nikahı adı altında teröristlerin cinsel ihtiyaçlarını gidermek için gönderildiğini Tunus Müftüsü Şeyh Osman Batih açıkça söylemiştir. Bu yapılan rezilliklerin tamamı İslam adına yapılmaktadır. İslam’ın siyasallaşmasıyla birlikte her türlü namussuzluğun ve vahşetin önü açılmaktadır. Dahası var: Suriye’de bir genç, ÖSO militanları tarafından yakalandıktan sonra bir kurbanlık gibi yere yatırılıyor, “ALLAH-Ü EKBER” nidalarıyla boğazı kesiliyor. ÖSO militanları, Allah adına, din adına yaptıkları bu vahşeti Internet ortamından dünyaya servis ederek nasıl canavara dönüştüklerini gösterdiler
Kenya’da alışveriş merkezine terör saldırısı düzenleyerek, çoluk-çocuk kurşuna dizen-ler, Suriye’de her türlü vahşeti ve kepazeliği yapanlar aynı kişiler değil midir? Sivas’ta ‘Madımak Oteli’ni kundaklayarak insanları diri diri yakanlar aynı zihniyetin eleman-ları değil midir? Suudi Arabistan’da, kadının tek başına araba kullanmasını fahişelik olarak gören zihniyet ile Mısır’da sübyancılığı ve ölü seviciliği yasallaştırıp, İslam’a bağlayanlar aynı zihniyet değil midir?
Yaşanan hadiselere baktığımızda; İslam Peygamberi’nin söylediği sözlerin cümlesi bugün aynı şekilde yaşanmaktadır. İnsanlar, Yüce Allah’ın (c.c) ipine (İslam’a) sami-miyetle sarılmış olsaydı ne Müslüman kadınların-kızların namusları kirletilecekti, ne de Müslüman kanı dökülecekti. Müslümanlar, yaşananlara baktıklarında hataların ta-mamının kendilerinde olduğunu anlamalıdır. Müslüman ülkeleri yöneten yöneticiler de, oluk oluk dökülen Müslüman kanına bakıp; bunda kendilerinde büyük vebal oldu-ğunu anlamalıdır. Zira; makam ve mevki uğruna Hıristiyanlarla işbirliği yapmanın so-nucu kan ve gözyaşıdır. Zira Yüce Allah (c.c) şöyle buyurmuştur; “Yahudi ve Hıris-tiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar. İçinizden kim onları dost edinirse, o da onlardandır. Allah, zalim topluluğa hidayet etmez” (Maide: 51)
İslam’a gerçek anlamda iman eden mümin kişiler, hayatlarının her döneminde fitneye karşı uyanık olmalıdır. Bu bir zorunluluktur! Makam-mevki ve saltanat uğruna İslam düşmanlarıyla birlikte olup, Müslümanları yönetenler büyük bir vebal altındadır. Bu tür yöneticiler; İslam Dini’ni siyasallaştırıp, Müslümanların hurafelere ve İslam ile alakası olmayan batıllara itimat etmelerini sağlamıştır. Siyasetin gösterdiği İslam’a inanan Müslümanlar, Ortadoğu cehenneminde gördüğümüz gibi ‘Kirli Cihat’ karşılı-ğında cennete gidebileceğini bile düşünebilmektedir.
Müslümanlar, yaşananlara bakarak imanlarını gözden geçirmelidir. Özellikle yönetici-lerin İslam Dini’nin evrensel mesajlarına uyarak kirli oyunlardan yakalarını kurtarma-lı; onurlu ve şahsiyetli bir şekilde ülkelerini yönetmelidir. Müslümanlara yakışan bu-dur; takvadır. Gerisi gaflettir, cehalettir ve hatta ihanettir!
14.10.2013
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.