- 1274 Okunma
- 12 Yorum
- 2 Beğeni
Yaban Ellerinde Bayram Sevinci
Uzun kavak ağaçları... Ağaçların arkasında, sağlı sollu sebze bahçeleri... Mısırlar ve sırık fasulyeleri omuz omuza, salatalık ve kabaklar yer kapma mücadelesinde. Düz bir arazide, asfaltı bakımsız ve yer yer çukurlarla dolu yolda, sarsıntılarla ilerliyor eski model volkswagen minibüsümüz. Şoförümüz, otobanda gidiyormuşçasına rahat, umursamaz ve kendinden emin, yüklenip duruyor gaz pedalına arabanın.
Bir saat kadardır yol almamıza ve bir iki yerleşim bölgesinden geçmiş olmamıza rağmen, Poti’yi, Tiflis’e bağlayan bu ana yolun, inanılmaz tenhalığına şaşırıyorum. Bir tatil gününde oluşumuzun, bunda çokça etkisi var zannediyorum. Ayrıca, güneşli bir bahar gününde olmamıza rağmen, dağların doruklarına çöreklenmiş karların soğuğunu ovaya taşıyan rüzgarın etkisi ile olacak, havanın oldukça serin olması ve yöre erkeklerinin tembelliğe alışkın olmalarının güne yansıması sonucu, oldukça sakin ve zahmetsiz bir yolculuk yapmaktayız.
Arada sırada, Orta Asya Türk Devletlerine yaptıkları seferden yorgun argın dönmekte olan, memleket sınırına yaklaşmış olmanın verdiği sevinçle biraz daha hızlarını arttıran Türk tırlarının, ani geçişlerinin verdiği heyecandan başka, yolculuğumuza etki edecek hiç bir olumsuzluk göze batmıyor.
Sabahın erken saatleri olmasına rağmen, ovada hareketlilik çoktan başlamış. Üzerinde seyahat ettiğimiz yolun iki tarafında uzanan büyükçe su kanallarının hemen arkasında, genellikle bayan sürücüleri ile birlikte; boyaları dökülmüş, kaportası eğrilmiş, yaşlı oldukları her hallerinden belli olan yorgun traktörler, bin bir güçlük ile tarlaları sürmekle meşguller.
Aracın, en arka koltuğuna keyifle kurulmuş,etraftaki insan manzaralarını, evleri, toprağı, gök yüzünü, hayvanları, bitkileri izliyorum. Sol tarafımızda, ovanın nihayetinde, olanca güzelliği ve heybeti ile yükselen, doruklarında yaz kış eksik olmayan beyaz örtüsü ile, insanın bakışlarına inanılmaz bir güzellik sergileyen, efsanevi Kafkas Dağlarını seyrediyorum.
Tüm evler tek katlı, istisnasız hepsi teneke çatılı. Boyasız, küçük pencereli, şekilsiz, sevimsiz küçük evler her biri. Uzaktan baktığınızda, sakinlerinin çok bedbaht, fakir, zavallı oldukları hissini uyandırıyorlar insanda. Değişik bir manzara, değişik bir atmosfer.Kaybolmuş ama, keşfedilmeyi bekleyen bir ilginç hayatın kaşifi gibi hissediyorum kendimi o an. Tarifi mümkün olmayan bir keyif bu ve tadını sonuna kadar çıkarma kararlığındayım.
Bir müddet sonra, aracımız ana yoldan ayrılıyor. Kavak ağaçları bu kez sol tarafımıza geçtiler,önümüzdeki traktör yoluna paralel olarak tek sıra halinde uzanıp gidiyorlar. Aracımız, oldukça yavaş ilerliyor. Şimdi her iki yanımızda, yeşil bitki örtüsü, sebzeler, meyveler değil, yeni sürülmüş büyükçe tarlalar mevcut. İlerideki, ağaçların arasından alçak çatılı evleri gözüken köye uzanan bu yol, bana ana yoldan daha rahat geliyor nedense. İyice yayıldığım arka koltuktan biraz doğruluyorum, başımı arabanın tozlu camına yaslıyorum. Yeni yeni insanlar tanımak, yeni yöreler, yeni karakterler, yeni kültürler keşfetmek, her zaman heyecan verici olmuştur benim için. Bakışlarımı çevreden ve büyük ovanın içinde kaybolmuş gibi duran küçük köyden alamıyorum.
Biraz sonra, yavaşlamak zorunda kalıyoruz. Önümüzde, on-on beş koyundan oluşan bir sürü ve hemen arkasında da, sekiz on yaşlarında, ellerindeki oldukça uzun sopalarla koyunları gütmeye çalışan iki çocuk. Çocuklar, yaklaşan arabaya hiç aldırmada, aheste aheste yürümeye ve aralarında sohbet etmeye devam ediyorlar.
Şoförümüz, yanlarına iyice yaklaşınca aracını durduruyor, başını camdan dışarı uzatarak Rusça bir şeyler söylüyor.Çocuklardan biri, bakışlarını, ovanın sonu yokmuş gibi gözüken düz ve geniş arazisinde kıs bir süre gezdiriyor; ardından da, sağ tarafımızdaki tarlanın ortalarında bir yerlerde, traktör peşinde gezinen birini işaret ediyor.Şoförümüz, aradığımız adamın o olduğunu, ilerideki geniş alanda beklersek, çocuğun çağıracağını anlatıyor bize yarım yamalak Türkçesi ile.
Arabayı, yolun birazcık genişleyen bir bölümünde park ediyor, dışarı çıkıyor ve sıra sıra dizili kavak ağaçlarının uzun gölgelerine oturuyoruz. Çocuklardan bir tanesi, yeni sürülmüş tarlada seke seke, uzakta silueti görünen adama doğru giderken, diğeri, koyunları ile birlikte yanımıza geliyor.
Yüzünde yer yer güneş yanıkları, saçı başı dağınık bir erkek çocuğu bu.Bakışları, bir kartal bakışı kadar keskin ve etkileyici, yaşından beklenmeyecek kadar kendinden emin tavırlı. Uzaktan bakınca insana itici gelen , ama yakınınıza geldiğinde oldukça sevimli bulunabilecek bir küçük çocuk. Bir elinde sopası, diğer elinde, bir beze sıkı sıkı sardığı, muhtemelen öğlen yemeği olarak yiyeceği yarım somun ekmeği. Ayaklarında, tamamen çamura bulanmış, arka kısımları yer yer yırtık, siyah lastikten ayakkabıları. Dizleri ve arkası yamalı pantolonunun paçalarını, farklı renkteki çoraplarının içine tıkıştırmış. Sırtında, rengi iyice solmuş, dirseklerinde çiçekli basmayla yamatılmış, yakası, kolu sökülmüş, çimen yeşili bir eski kazak.
Ben böyle düşüncelerle ve merakla oğlanı süzüyorum, o da hiç kaçırmadan gözlerimin içine bakıyor. Bu cesur ve meraklı tavrı dikkatimi çekiyor ve tam şoföre ’sor bakalım!...’ demeye yelteniyorum ki;çocuk, küçük dilimi yutacak kadar şaşkınlığa düşmeme neden olan bir harekette bulunuyor. Gözlerini, gözlerimden ayırmayarak;
-Siz Türk müsünüz? Diye soruyor.
Oldukça düzgün bir şive ile sorulan bu soru karşısında nasıl şaşırıyorum, anlatamam. Şaşkınlıktan ağzım bir karış açık, çocuğun yanına çömeliyorum. İçimde inanılmaz bir sevinç dalgası dolanmakta. Bu mahzun bayram arifesinde, kendi çocuklarımla karşılaşmış kadar mutlu oluyorum. karmakarışık saçlarını okşuyorum ve;
-Evet, biz Türk’üz...Diye karşılık veriyorum gülümseyerek. Bir taraftan da, içimdeki heyecanı bastırma gayretlerindeyim. Ufaklığa çaktırmak istemiyorum dudumu...
-Ya sen?
-Ben de Türk’üm...Diye cevap veriyor, gururla küçük göğsünü gererek... Şu ilerde gördüğünüz köy, Türk köyüdür. Biz Ahıska Türklerindeniz...
-Ya!... Çok sevindim bu duruma. Peki, bu kadar güzel Türkçeyi nasıl konuşuyorsun sen? Türkiye’de mi yaşıyorsun?
-Hayır...Ben hiç Türkiye’ye gitmedim, oraları görmedim. Bu köyde doğdum ve buradan hiç ayrılmadım.
-Eeee!... Nasıl oluyor peki?
-Televizyon. Biz sadece Türk televizyonlarını seyrederiz. Oradan öğreniyoruz, öğrendiğimiz gibi de konuşmaya çalışıyoruz. Böyle konuşmasak, babalarımız, annelerimiz kızar bizlere.
Aldığım bu cevap karşısında gözlerim doluyor gerçekten. Ana dillerini unutmamak, nesilden nesile sıhhatli aktarabilmek için, anneler, babalar nasıl da ihtimam gösteriyorlar, çocuklarını ne güzel yetiştiriyorlar diye düşündüm. Kendi evladım gibi yanaklarını şefkatle okşuyorum, anlından öpüyorum. O da, halinden son derece memnun. Bir Türk’le karşılaşmanın, sohbet etmenin zevkini yaşıyor. Oturuyorum ufaklığın yanına, beklediğimiz çiftçi gelene kadar, son derece zevkli bir sohbete dalıyoruz...
Eğer vatanınızdan, sevdiklerinizden, ailenizden uzakta, yabancı bir coğrafyada, yabancı bir kültürde, hüzünlerinizle baş başa bir kurban bayramı arifesini yaşamaktaysanız; bir küçük çobanın dilinden dökülen sevgi dolu, saygı dolu, ümit dolu, merak dolu sözcükler, çok daha fazla anlam kazanıyor, çok daha değişik bir atmosfere taşıyor insanın, hayallerini, düşüncelerini, duygularını. Onda, onun o doyumsuz anlatımında, geçmişinizi, geleceğinizi, yakınlarınızın sıcaklığını ve sevimliliğini buluyorsunuz... Kendinizi buluyorsunuz... Bir baba olduğunuzu, çocuklarınızın hasretle yolunuzu gözlediğini, özlediklerini, beklediklerini;küçücük yüreklerinde, belki de babasız geçirecekleri bir bayramın hüznünü beslediklerini düşünüyorsunuz... Üzüntüler denizinin, serseri dalgaları arasında üşümelere yakalanıyorsunuz, mahzunlaşıyor, boynunuzu büküyorsunuz...(Devam edecek)
Bir tutam hayat- 14.10.2013-Azerbaycan
YORUMLAR
devam etmeli dostum
sanki kalemin ucunda ben varım
heyecanla iliyorum
bu arada
sizin ve ailenizin kurban bayramını kutlar
nice
ailenizden uzak/yakın (burada yüreğinizden ne geçiyorsa işaretleyin diye iki tercih yazdım)
bayramlar geçirmenizi dilerim
not: kayınvalide maşallah. epey iyi durumda. nazar değmesin.
Üstadım çok emek vererek, insanı sanki ön koltukta oturmuşçasına içine çeken anlatım tarzı mükemmel, okurken hiç bitmesin istiyorum. Heryerde Türk olmasına kısa bir örnek vereyim izninle..
Libya da Ajdabiya kenti biraz diğer şehirlere göre küçük ve az gelişmiş bir yer. Orada Cevazatta( Yabancılar pasaport dairesi) zorlu bir toplantıdan çıkmıştık Ben, tercüman ve şöförümüz iyice acıkmıştık. Şöför ( Libyalı ) Ali şurada iyi bir lokanta var oraya gidelim dedi gittik oturduk bizim buralarda pek de yüzüne bakılmaz ya, orada matah biryer, derken biri geldi; size kebap yapayım mı demez mi, afalladım haliyle, hani Bingazi ya da Tripoli olsa şaşırmam da bu ücra yerde bir Türk, nerelisin dedim, Of'luyum dedi. o sıkıntılı ortamdan sonra bir Türk'le karşılaşmaktan çok mutlu olmuştum..
Saygılarımla..
Öncelikle, yazının çok güzel olduğunu belirterek başlamak istiyorum. Bu yazı, gurbette yalnız geçen bir bayramı anlatıyor olsa da ben içindeki küçük sanılan büyük ayrıntılara takıldım.
Çoban çocuk, Türkiye'ye hiç gitmediği, iç kurs falan görmediği halde çok güzel Türkçe konuşuyor ve televizyondan öğrendiğini söylüyor ki, bu biz yazan çizenlere büyük bir sorumluluk yüklüyor.
Hele görsel basın...
Güzel Türkçe'mizi, güzel yazıp güzel konuşmalıyız ki, bizleri izleyenler ve okuyanlar da güzel konuşsun.
Tebrikler bir tutan Hayat
Bayramın mübarek olsun...
Zor, sevdiklerinden uzak, gurbet ellerde bir başına olmak. Bence, cesaret gerektiriyor ama gel gör ki, gerekince insan kabulleniyor zorlukları. Yazı dili akıcı, hep olduğu gibi.
Allah kolaylık versin; hem size hem de ailenize. Umarım, en yakın zamanda bir araya gelirsiniz sevdiklerinizle.
paylaşımınız için kutluyorum. Kolay gelsin.
Selamlarımla...
çok güzeldi. Bir tutam hayat ...gerçekten de Bir tutam hayat ...Ve ne güzel dakika dakika kaydedebilmek anıları...Türk olmak büyük gurur ...
..ve o topraklar benim; nasip olsa da oraları ölmeden görebilsem Göye ve Tiflis, Ahır kelek .sülalemin yarısı orda Bakü de..sayenizde gözlerimde canlandılar.
gurbet elde bayramlar zordur bilirim ..hayırlı bayramlarınız olsun...yeter ki can sağ olsun
sağ olun böylesi güzel yazı için saygılarımla
GÜLESEN SANCAR tarafından 10/14/2013 6:34:59 PM zamanında düzenlenmiştir.