- 1764 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
İhanet
...efkâra öyküler-1
Sıkıcı bir günün ardından tekrar beraberdik. Zoraki bir gülümsemeydi aslında bizim birbirimizi kandırmamız. O daha çok kandırıyordu yoksa ben mi hiç düşünmemiştim. İlk defa düşünmeye başladım. Yemeğe çıkalım dedi. Çıktık. Gergindim. O da gergindi. Ellerimi kırarcasına çıtırdatan eklemlerin fiziksel yüklenmelerinin masa altında hamile bekleyen sinirler, hiçbir döküme model olmayacak kadar kalıpsal takıntıların altında eziliyordu. Şerefsizim yan masadaki adam bir daha gülerse, kalkıp o adamın kafasına masasında duran şişeyi vuracaktım. Fısır fısır konuşan, şüpheyle karşı masalara bakan insanların hepsi kendi sırrını karşısındaki insandan saklamaya çabalıyordu.
Peynir soslu makarnanın ortasına gökten düşmüş gibi serilmiş maydanoz kalıntıları öndeki dişlerimin arasında kalıp beni rahatsız edeceklerdi. Arabaya binmeden öncede konuşuyordu. Giydiği külotlu çorabı ben almıştım. Parlak, ten rengi 2 numara külotlu çorabını da giymişti. Makyaj yapmamıştı ama ağır bir parfüm kokusu tırnaklarına kadar işlemişti. Aynanın karşısında saçlarını tararken, ben televizyonda yabancı bir kanalda belgesel izliyordum. ‘Bir sorun mu var’ diyen insanlar kadın meselesini uzatmayacaksın diyorlardı ama üzerine gelen insanların sorun çöp kutusuna daha fazla pislik döktüklerini fark etmeyecek kadar aciz ve iğrençlerdi.
Ondan özür diledim. Tüm serseriliklerine ve her akşam aynı adamın kolları arasında ezilmesi karşısında duyduğu iğrenç avuntularına karşı çıkmak dahi istemiyordum. Serseriydi. Maç özetlerini açıp, bir sigara yakmıştım ve ayaklarımı pencereden dışarı uzatmıştım. Pencere rahatsızdı. Kış için ilave eklenen lastikler rahatsızdı. Telefon rahatsızdı. Kalbim rahatsızdı. Sözcükler kenetlendi birbirine ve hikayeyi anlatan adam resmileşen gülümsemelerine yenisini ekledi.
‘Telefon açıp sana ağlamak istiyorum. Sabah görüşelim ya da öğleden sonra, bilmiyorum belki de hiçbir zaman. Ağlamak istiyorum dostum. Bu 70’lerden kalmış filmin ilk ağır sancıları değil, olmamalıydı.’
‘Ne zaman istersen bana telefon açıp, konuşabilirsin.’
‘İhanet’ diyecektim. Hayır sürükleyen ihanet bir türbin için geçerli olabilirdi ya da kompresör için. Acı çekmek önemli değil ama neyin acısını çektiğini bilememenin acısı her leyden daha beter ediyordu. Herkesin sandığı kadar zayıf biri olmam değil, onun beni zayıf bilmesi kadar keder verici bir durumdu.
‘Yalvarıyorum, en azından benim duyabileceğim sevgiyi benden esirgeme.’
Bir kitapta okumuştum. Bir kadının bir erkeğe ihanet etmesi daha kolay oluyordu.
Yumruklar, tekmeler, boğazını sıkmalar, sonra tekrardan beraber karar verilip boya yapılması için günlerce etraftan boyacının araştırılması için eski rengine yan yana bakılan duvarlara yumruklar, tekmeler… Boyacının tanıdığı bir kapı ustasından tarafından yapılmış vernikli, beyaz renkte kapılara yumruklar, tekmeler…
Dünyadaki ilk porno filmini beraber izlediğimiz için gurur duyuyorduk. İlk kez dua ederken ellerinden öpülmediği için ya da ellerimin dua olabilmesi için birinin dua sebebi olması gerekliliğini bayram sevincini gözlerinden almış insanlar dolayısıyla küfredebiliyordum ve de o amin diyebiliyordu.
Hurma tatlısı yedik. Ensesinden öpülmedi. Saçlarını geriye doğru attı. Dünyanın tüm derdi, tasası o saçlarını geriye doğru attığında bitiyor gibiydi. Yeniledik her şeyi. Uygunsuz, deli dolu gelinler fısıldamaktan yorulmuş uyuyorlardı.
İntihar etmesini bekledim. Kolları arasında uzandığını zannetmiyordum ama ihanet edince intihar etmesini beklediğim insanın o değil, onu kolları altına alan adamın olması gerektiğini düşündüm. Aylar geçti, yıllar geçti. Terler birikti. Her geçen gün teninin kokusuna o adamın kokusu karıştı. Yanımda bir kadın değil artık bir erkek vardı. Bir başka erkeğin kokusuyla aynı yatakta yüzlerimiz farklı yönlere bakıp uyuyorduk. Ara sıra kalçalarımız birbirine değdiğinde soğuk bir taşa oturduğum zamanki garip ve belirsiz hislenmelere maruz kalıyordum. Aynısını o da yaşıyordu. Ege’nin antik yerleşim birimlerinin neden harika olduğunu ve neden dağlara yakın taraflarda daha büyük medeniyetlerin olduğunu, deniz kenarında var olan tüm devletlerin birkaç asır geçmeden yıkılma sebebini ona veriyordum. Suçluydu. Paketteki son iki sigaradan birisini yine de ısrarla istiyordu. Minnet takısıyla soru yöneliyordu. Kötü bir şey yoktu. Berbattı.
…
İhanete uğrayan iki kişiydi. Adamın karısı beni buldu. Oturduk. Yemek için esnaf lokantası kadar berbat bir seçim olamazdı. Açtı. Kocasına yemek yapmadığından zayıflamıştı. ‘Akşamları yemek yapmıyorum. Karınla beraber dışarıda yiyorlar. Biliyor musun, karının eski arkadaşıymış benim kocam. Ben de yeni öğrendim. Kocam arkadaşının ofisinin anahtarlarını almış ve her akşam iş var bahanesiyle karınla orada zaman geçiriyorlarmış.’
Uzun, koyu, dertli ve eşlerimizin bizi ihanete uğrattığı, genel de mazlum rolüyle kendimizi dünyanın en acınası insanı hale getirdiğimiz ve küfür edecek şahsın tek olup olmadığın karar veremediğimizden ötürü, benim eşime ya da onun eşine hakaret etmektense direk onlar diye bir kalıp oluşturmuş ve tüm pislikleri onlara verip, az da olsa hafifliyorduk.
Kadın sordu, ben cevapladım.
‘Aranızı bozan bir şey var mıydı?’
‘Hayır!’
‘Hiç aldattın mı karını?’
‘Asla!’
‘Çocuğunuz var mı?’
‘Yok!’
‘İyi ki yok! Af edersin ama cinsel hayatınız nasıldı?’
‘Çok iyi geçiyordu. İkimizde memnunduk. Onun hiç şikayette bulunduğunu hatırlamıyorum.’
Kadın aynı cevapların kendisi içinde geçerli olduğunu dile getirdi. Bir an için kadının koyu yeşil gözlerine baktım. Aynı şeyleri düşünüyor olabilirdik. İkimizin de kokusu, eşlerimize karışmış ve aslında eşlerimiz sayesinde bizim kokularımızda yatakta bizimle buluşmuştu. Rahat nefes alamıyordum. Yıllardır bu kadar berbat bir gün geçirmemiştim. İhanete uğrayan iki eş, aynı olayın figüranları olmanın hüznüyle acılarını hafifletmeye çalışıyorlardı. Bunlarında arasında en etkili olan da bendim.
‘İhanete uğradığımı öğrenince gençlik yıllarımda bir ara başlayıp sonraki yıllarda bir daha ağzıma sürmediğim sigaraya tekrar başladım. İkimizde kurbanız. Eşlerimizin kurbanı. Ne nefret edici bir durum!’
Kadın defalarca kocasına şerefsiz dedi. Kocam değil benim o diyebildi. Artık kocası olarak kabul etmiyordu. Kendi adıma düşündüm. Kendi eşimi karım olarak kabul edebiliyor muydum? En son seviştiğimiz geceyi hatırlıyorum. Aylar önceydi. Yine geç gelmişti. Karşımda oturan adamın eşi onu almış arkadaşının ofisine götürmüş ve orada benimle sevişmeden önce de aynı işi yapmış olabilirdi. Bir an için irkildim. Dünyanın en basit ancak en sanatsal meselesi karşısında kendi çaresizliğimin tarifsiz hüznüme sebebiyetini derinden hissettim. Aslında gururu kırılan ve bir daha yuvası asla düzelmeyecek olan bendim. Karşımdaki kadın için her şey daha zordu ancak akıllı hamleleriyle beraber işleri kolaylaşabilirdi.
Dinlemek istemiyordum kadını. Gençliklerinde eşiyle beraber yaşadığı güzel hatıralardan bahsediyordu. Önemsiz artık çoğu.
Derin gırtlak haysiyetim bademciklerini kaşındıracak ve kanatacak kadar uzun saplı acıyı içine almış ve içinde sallanan ateşiyle yüreğimin çarpış hızını kontrol etmekte güçlük çekiyordum.
…
Sabah oldu. Uygunsuz vaziyette yatıyordu. Bir yabancıydı yanımda uzanan. Pencereyi açtım. Oda ihanet doluydu. Dokunduğu her nesne de artık benim değil, o adamın ellerinin izi vardı. Haftalardır elimi tutmamış, yanağımdan dahi öpmemişti. Sarılmamıştı bir daha en içten şekilde, kemiklerimi sıkacak gibi.
Tebdilin son saatlerinde artık öğle ezanı duyuluncaya kadar abdesti bozuk insanları ayrıştırabilecek rikkat tek mandalla tutunmuş selam veriyordu.
Odanın içi ihanet kokuyordu. Gözlerim paslıydı.
Çay yaptı. İçer misin demeden çay tabağına koyup getirdi. Şekersiz içmediğimi bildiği halde yanına iki şeker bırakmıştı. Çay tabağı sakindi. Çay üşüyordu. Şeker dingindi.
Çayı kıtlama içtim. Çay acıydı. Şeker damağımı kamaştırdı. İhanet ömür boyu sürüyordu. Eşimin beni aldattığı adamın eşi ayrılalım demiş karısına. Yani karım benden ayrılmak isteyecek. Yakında, kim bilir şu haftayı atlatalım, sonra.
İhanet Yazısına Yorum Yap
"İhanet" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
16 Aralık 2013 Pazartesi 18:55:18
ihanet, affedilemez bir olgu..... ve asla yüreğinizden atamayacağınız.... yüzyıllar geçsede hep içinizde yaşayacağınız....
HakkınSesi
@hakkinsesi
yapılan ihaneti unutmamak da ihaneti yapana en güzel ceza aslında..