- 626 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Mıchael Haneke Ve The 7th Continent
Epey zaman önce, bulunduğum şehrin merkezinde dükkanları geze dururken; gözüm bir dükkana kaydı. Aslında bu dükkan CD, film gibi .. şeyler satan küçük bir dükkandı. Dükkandaki CD’leri incelerken gözüme son zamanlarda moda olan kolleksiyon filmler takıldı. Bu kolleksiyonlar, kimi zaman oyunculara, kimi zaman da yönetmenlere göre de yapılabiliyorlar.Bu kolleksiyon filmlerin ambalajları da oldukça albenisi yüksek paketlerdir. Özellikle gözalıcı renkleri kullanarak, müşteriyi cezbetmek düsturu edinmişler ki, dolayısıyla bana göre alımı kısmende olsa artırmışlardır.
Gözüme bir kolleksiyon takıldı. Bu kolleksiyonun ambalajı oldukça sıradandı. Ama bazen basit bir sıradanlık bile göze hitap edebilmesini bilebilebiliyor.Fazla uzatmadan, kısa zaman sonra elime bu kolleksiyonu aldım. Satıcının bana dediğine göre bu kolleksiyon, 5 filmden oluşuyor. Zaten anladığım kadarıyla bu yönetmen 5 film çekmiş. Bu kolleksiyonun oluşturulmasına neden olan isim Michael Haneke . Bu zat Alman bir yönetmen olup, bütün filmlerini Almanca çekip, diğer dilleri altyazı şeklinde filmlerinin altına yerleştirmiş.Kolleksiyon hatırladığım kadarıyla, aşk, 7. kıta,Benny’nin videosu, ölümcül oyunlar ki bu anladığım kadarıyla iki farklı zamanda çekilen iki değişik versiyondan oluşuyor.Bu kolleksiyonu satın alır almaz evimin yolunu tuttum. Başladım seyretmeye. Seyretmem CD sırasına göre olmadı. Ben önce 7.Kıta’dan başladım.
Bence bu Alman yönetmen oldukça dahi bir yönetmen.Oldukça da milliyetçi bir yönetmen. Çünkü mü, filmlerinde almanca konuşulup, diğer diller alt yazı şeklinde seçenek olarak sunulmuş.
Filmin konusuda özetle ,20 yıl öncesinde Almanya’da yaşamış kalbürüstü diyebileceğimiz bir aileyi anlatıyor. Karekterler okadar abartısız biçimde rollerinin hakkını veriyorlar ki, gerçeğinden ayırtedilmiyorlar. Bu ailenin dışında ki insanlarda bana göre sıradan gerçek hayatdan seçilmiş gibiler. Sanki filmi izlediğimde kendimi o yıllara ait gibi hissetdim. Konuyu abartısız olarak okadar iyi saklamış ki , en sonunda bir aile dramı karşımıza çıkıyor. Heşey normal gibi görünen aile filmin sonlarına doğru intihar ediyorlar. Film daha doğrusu , intihar olgusunu da okadar güzel ifade etmiş ki, sürü psikolojisini filmle birlikte tekrar anmadan edemedim. İntihar eden önce çocuk, daha doğrusu anne ona zehirli süt içiriyor. Çocuk ölüyor. Baba duvara ölüm tarihini yazıyor. Sonra aynı zehirden anne alıyor. Anne ölüyor. Duvara baba ölüm tarihini yazıyor. En son baba ölüyor. Olay tamamlanıyor. Birde bana ilginç gelen , ölmeden önce bütün eşyaları tek tek kırmaları. Hatta okadar abarttılar ki fotoğraflarını bile yırttılar. Tüm bunları düşüne dururken, filmin sonunda, gerçek hayatda yaşanmış diye bir ibare çıkıyor. Oysa bende ne güzel kurgu diyordum kendi kendime...
Ben bu filmden ne anladım faslına gelince, ahlaksal çöküş, ve yalnızlığın toplumları ayakta tutan bireylerde çok önemli negatif faktörler olduğunu kavradım. Toplumları çökertmek için önce bireylerin ahlakını elinden alarak onları yalnızlaştırırız. Böylece aitlik duygusunu yitiren birey, toplumları çöküşe uğratan bir canlı bomba gibi karşımıza çıkar.Bu anlamda hayatın gizli yönlerini anlamamızı sağlayan güzel bir film olmuş.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.