Mandalin, Naftalin
Sonbahardayız demi hala? Hani bir iki damla yağmurla geçmişken Eylül, Ekimse Aralık gibi girmişken kemiklerimize kemiklerimize çözemedim bu nasıl son bahar... Doğalgaza uygun hale getirilmiş ocağın üstünde çay tıkırdarken ne yazabilir ki insan. Ne yazabilir kalemtıraş olmadan, silgi olmadan, biri bir kalem koymadan aklıma, ucu yazdıkça kalınlaşan. Ne kadar anlatılabilinir ki bir şeyler...
Ama gözümde hala dipdiri her evde olan ve insanı hipnotize eden fayanslı mutfağın bir köşesinde tahtadan bir somya, diğer köşesinde ateşin çıtır çıtır oynaştığı bir kuzine olaydı o çaydanlığı kaynatan, e bir de elleri hamurlu ana olaydı tam olmaz mıydı dilinde memleketten bir türkü.
Dağlarda kar sesi var ,
tavlada zar sesi var.
Kurban olam Şavşat’a da
içinde yar sesi var...
Haydi hanım, haydi canım,
şinanay aslan yarim...
Bu kadar rahatını seven insanlarız, her gün yeni bir rahatlık buluyor birileri ama niye içimizdeki geçmiş aşkı bitmiyor acaba diye bakıyorum insanların yüzüne. Doyurduğumuz midelerle aç ruhlarımızı ayakta tutamıyoruz. Allah bu bulaşık makinesini bulandan razı olsun derken bir yandan, bir yandan tabure tepelerinde bulaşık yıkamaya çalıştığım günler gelince aklıma hayıflanıyorum. Annemin elleri geliyor aklıma eziliyorum. Emel Sayın’ın elleri geliyor gülüyorum. Ha bir de Özlemin elleri. ( Çamaşır suyuna mı batırıyorsun o tırnakları be kadın demiştim ilk gördüğümde içimden.) :)
Bu kadar batmışken bu bilgisayarların içine nasıl eski mektuplar gibi kokar ki insan. Şimdi zırt-pırt yazdığımız mesajların rahatlığında, acı acı göğsüme değen yaz tatillerinde Lale’ye, sene boyunca abime yazdığım mektuplar ölmüş insanlar gibi dokunuyor içime...
Ne zaman kar yağmasa böyle oluyorum ben. Ne zaman ayaz olsa kar yağmasa böyle buz kesiyorum. Akşam sefaları giriyor hüznüme. Eskiden tek renk olan şimdi sarısı, beyazı,turuncusu, ebrulisini dahi bulabileceğiniz o pembe akşam sefaları. Her şey eskiden güzeldi diye bir cümle oturuyor boğazımın çukuruna, öksürüyorum öksürüyorum geçmiyor.
Akşam ezanı sesinin belirgin toplanma vaktinde oturulan sofralar, içilmesi elzem çorbalar, sünnettir sil yavrumdan sonra yıkanmasa olur kıvamında tabaklar...Ve hafızamızda hiç eskimeyen, eski bayramların hatıralarıyla girdiğimiz bir tarafı buruk bayramlara giriyoruz. Zaman öyle hızlı geçiyor ki iki bayram arası bırakın düğünü insan öldüğünü bile anlamıyor... Toplanılan büyük bahçeli evlerin büyükleri her bayram değişir, size yavaş yavaş gelse de bir bayram onların yerine geçeceğiniz günlere bir çırpıda gelirsiniz. Bir bakmışsınız diliniz de değişmez bir cümle; "ah, ah nerede o eski bayramlar. Çarşının ortasında kurulan kart tezgahlarında geçirilen saatler. Bu dayıya, bu ablaya, bu abiye, bu arkadaşa diye özenle ve heyecanla seçilen o ışıl ışıl tebrik kartları," O kalabalık evler, her gün yenisi şerbetlenen baklava tepsileri, bol kahkahalı sohbetler, hep birlikte sabah edilen uzun geceler, yeni ayakkabılar, elbiseler, çoraplar, işlemeli mendiller yüzünüze acıklı bir tebessüm yapıştırır ve siz bir kağıt mendil çıkarırsınız çantanızdan daha da içinize oturur burnunuzdaki o tarifsiz sızı.
Bazen durduk yere mandalina kokusu alıyorum, tadından çok sobanın üstündeki kokusu yapışmış içime demek ki. Demek ki bizi de sobanın üstünde mandalina kabuğu kokusu koruyor güvelerden, sandıktaki çeyizlikleri koruyan naftalin kokusu gibi... O yüzden çürümüyor bunca şeye rağmen ruhlarımız. O yüzden neredeyse herkesin bahçeli bir ev, evin bir odasında mutlaka şark köşesi, sofra, bakır hayalleri var, kilim desenli. O yüzden göç ediyoruz geçmişe geçmişe yaş ilerledikçe. O yüzden misk-i amber dedikleri neyse naftalin de o işte. Naftalin kokusu dolu bir gardırop içinde saklambaç oynadıysanız naftalin yaşındasınızdır artık. Meyveleri çırılçıplak dallarından sarkan hurma ağaçlarına benzediğiniz mevsimdir artık. Kış gelmiştir, kar saçlarınıza müthiş bir güzellikle yağmıştır. Artık hangi pencereyi açsanız soluduğunuz naftalin kokulu yıllardır.
Naftalin yaşında olanlar bilir bir albüm ne demek. Albüm arasında kaybolmak, sayfalarını kendini açar gibi açmak ne demek. Her sayfası ömür. Her biri ayrı hikaye. Sararmış, solmuş, ölmüş ağaçlar vardır yaslanmışsınızdır. Kahkahalarınız vardır, tuzu dudağınızda acılarınız. Görünmeyen yıllar vardır, hatrı sayılır çizikler atmıştır yüzünüze, ellerinize. Beliniz inceciktir mesela gülersiniz. Naftalin yaşında olanlar koklarlar fotoğrafları, kitapları mandalina kabuğu koklar gibi... Bilirler her açılan pencerenin, cama yaslanmış Vasfiye teyzeye, ev boyuna gelmiş bir dut ağacına, babanın diktiği zambaklara, abilerin her hıdırellezde aşk için budadığı güllere, çocuk sizin bağırışlarına... elma dersem çık, armut dersem çıkmalara açıldığını.
Geçmiş,geçmiyor aslında. Biz geçiyoruz galiba, geçip gidiyoruz umursamadan.
11.10.2013 Mandalini naftalin geçen bir saat işte. :) Asuman...