- 644 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Not
Karanlık bir odada uyandı adam. Önünde çürümüş bir masa duruyor, masanın yarım metre uzağında da demir bir sandalyede kendisi. Ne kadardır burada oturuyordu; soluk bir ışık yanıyordu odanın dışında, kapı altından tozlarla birlikte bir görünüp bir kaybolan sarı bir ışıktı bu. Gözlerini daha tam açamamıştı, şuuru bile yerinde değildi. Ellerini sandalyenin kenarından güç almak için kullandı, kalkacaktı fakat sandalyesinin yanında biri daha vardı; bir sandalye daha ve sol elini de sol tarafa hayali bir şeyi tutacakmış gibi götürdü orada da birisi vardı. İki yanında da iki sandalye ve ikisinden de soluk sesleri geliyordu. Soluk seslerinin arasında daha şok edici bir şey dank etti kafasına; sorular bir bir beyni tarafından rahatsız ediyordu adamı. Kim olduğunu daha bilmiyordu, nerede olduğunu, ne zaman bu karanlık odaya geldiğini. Dakikalar içinde düşündü, beynini zorladı, kafası olağanca karışmıştı. Sandalyeden kalkmadan, kendini dahi tanımayan adam elleriyle ceplerini yokladı. Sadece bir kâğıt çıktı cebinden; küçük bir not yazıyordu kâğıdın üzerinde fakat karanlıktı okuyamıyordu. Ceplerini tekrar kontrol ettikten sonra en sağlam cebine koyuverdi kâğıdı. Yanındaki adamlara bakıyordu ikide bir, çünkü şüpheliydi, bir şey bilmiyordu, kuşkuluydu. Hiç bir şey hissetmemenin yanında korku vardı sadece, korkudan titredikçe titriyordu. Soluk seslerinin arasında kapıya yöneldi, kapı kolunu tuttu tam çeviriyordu ki; kafasına inen bir cismin acısını hissetti sadece o anlık, odanın karanlığı gibi gözlerine karanlık çökmüş ve adam oracığa yığılıvermişti.
Gözleri yeniden açılıyordu adamın, kafasında müthiş bir ağrı vardı. Bu sefer gözlerini acıtan yeni yeni açılışı değil odanın içinde yanan ışıktı. Aydınlıktı oda, adam tekrar kendini aynı sandalyede bulmuştu. Birden yanındaki sandalyelere döndü; sandalyeler boştu. Derin bir nefes çekti, onların kim olduğunu bilmeden ve rahatlamış hissetti bir anlığına. Aklına ilk geleni yaptı elini cebine atıp kâğıdı çıkardı. Katlanmış kâğıdı açıp içindeki nota baktığında yeni bir anlamsızlık oluşmuştu suratında. "Ben Erhart" yazıyordu. Hiç bir şey anımsatmamıştı adama bu isim fakat artık kim olduğunu biliyordu. Emin olmasa da bu kâğıda göre o Erhart’tı. Elini başına götürdü, ceviz tanesi kadar şişik vardı kafasında ve dokundukça sızlıyordu. Bu sefer kapıya temkinli olarak yaklaştı, birden açtı ve bu sefer o soluk ışığı gördü. Önünde uzun bir koridor vardı. Koridora adımlarını atarken kafasını her yöne çevirmeye çalışıyordu, heyecan dolu kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Bir kapı daha vardı koridorun sonunda. Suratında oluşan kaygılı ve düşünceli ifadeyi birden silip kapıya doğru koştu, hızlıca açtı. Gözleri yine kamaştı, gün ışığını görebiliyordu, bir kaç adım önünde dalgalanan deniz ve denize uzanan uçurumu görüyordu. Burası da nereydi şimdi, hayatı boyunca böyle bir yer gördüğünü hatırlamıyordu, gerçi Erhart, hiç bir şey hatırlamıyordu. Arkasına döndü, betondan bir kulübe gibiydi bu çıktığı yer. Sadece odası ve koridoru olan bir kulübe. Erhart hiç bir şeye anlam veremiyor, şaşkınlığı küçük bir kriz yaşatıyordu adama. Tüm duygular iç içeydi, karma karışık bir şekil almıştı adamın bulunduğu hal. Uçuruma uzanan patika gibi bir yol vardı; hiç düşünmeden cevap arama arzusu ile yola vurdu kendini. Deli gibi koşuyor, bir yer, bir ev, bir araç çıkacak karşısına diye soluk soluğa koşuyordu. Yorulduktan sonra hızlı adımlarla yürümesine devam etmişti ve tam on saat boyunca durmadan koşmuş, yürümüş, bir türlü yolu bitirememişti. Bu süre zarfında karşısına hiç bir şey çıkmamış, uçurum boyunca uzanan yol ve uçurumun kenarındaki denizde hiç eksilmemişti. Adam umutsuzluğa kapılmış, yorgunlukla koşarken başı dönüyordu gözleri kararıyordu. Karnının aç oluşu adamı bitkin düşürüyor gücünü de bitiriyordu. Yolun kenarında bir taşa oturarak dinlenmeyi düşündü adam.
Gözleri yeniden açılan adam kendini güzel bir yatakta, güzelce uzanmış, seruma bağlı olarak buldu. Birden yattığı yerden sıçradı ve o sırada içeri iki beyaz önlüklü adam girdi. "Ne oluyor, neredeyim" demeye kalmadı iğneyi yiyiverdi. Bitkin bitkin etrafına bakarken, yatağa yığıldı, elleri ve ayakları bulanık görünen insanlar tarafından bağlandı. Erhart’ın gözleri daha düzgün görmeye başlamıştı ki, içeri resmi kıyafetli silahları olan iki adam girdi. Beyaz önlüklü çirkin suratsız iki adamda dışarı çıktı.
—İsminiz Erhart mı?
Bu silahlı adamların birinden gelen soruyla birden kendine gelmiş gibi:
—Bilmiyorum, hafıza kaybı yaşıyorum galiba. Cebimden ’Ben Erhart’ yazan bir kâğıt çıktı fakat emin değilim.
—Demek emin değilsiniz, sizi neden bağladığımızı merak ediyorsunuzdur her halde.
—Merak ettiğim o kadar çok şey var ki memur bey, gerçek adım bu mu onu bile bilmiyorum, hayatımı merak ediyorum, sandalyede uyandığım ev de neyin nesiydi, başımdan geçen olayların neden yaşandığını merak ediyorum.
Resmi kıyafetli iki adam birbirine bakıp yataktaki adama daha da şüphelice göz gezdirmişti. Düşünceli düşünceli suratlarına bakan bu adama daha çok soru sorulacaktı aldıkları emre göre.
Erhart:
—Acaba ne olduğunu bana da anlatır mısınız? İnanın kafam çok karışık.
—Bakın beyefendi, bugün şehrin ayrı bölgelerinde tam dokuz cinayet işlendi. Cinayetin işlendiği yerlerin hepsinde sizin cebinizden çıkan notlardan bulduk.
Erhart, gözlerini açmış hayretle adamları dinlerken:
—Yanımda oturan adamlarında cebinde not varmış demek, adamlar katil miymiş? Dedi
Resmi kıyafetli iki adam yine birbirlerine bakmış, suratlarında oluşan şaşırma ile anlatmaya devam etmişleri:
—Cinayetleri kimlerin veya kimin işlediğin bilmiyoruz fakat bulduğumuz notların hepsinde ’Ben Erhart’ yazıyordu. Parmak izi veya hiç bir kanıt bulamadık. Bize kalan tek şüpheli sizsiniz beyefendi. Çünkü sizin cebinizden de aynı not çıktı ve sizin gerçek isminizde Erhart.
Erhart, şaşkınlığını gizleyemeden adamların suratına bakıp kaldı öylece. Halen bir şey hatırlamıyordu. Bu kadar olayın, bu kadar karışıklığın içinde sadece küçücük bir şey sevindirmişti onu. İsminin ’Erhart’ olduğunu öğrenmişti. ..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.