- 924 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kapılar kapanıyor üzerime...
Kapılar kapanır üzerime öyle, ben ardında kalırım. Hiç açılmamasından daha kötüdür kapıların yüzünüze kapanması. Açılmayan kapılarda ümit vardır, kapananlarda kalmaz. Açılmayan kapılarla yine de barışık kalabilirsiniz, ama kapananlar sizle barışmaz. Eğer bir de siz hatalıysanız kapının kapanmasında içinizi yakan bir ateş olur iyiden iyiye.
Daha kötüsü; hiçbir suçunuzun olmaması, o zaman da neden kapandığını anlamaz, daha başka türlü bir boşluğun içine savrulursunuz. Savrulmak mı bu? Hayır, savrulmak değil, yanlış söyledim. Düpedüz düşmek. Bir cevap sizi oradan çıkarıncaya kadar, düşmek. Tıpkı Hz. Yusuf’un kardeşlerinin niyetini anlayamamasından yaşadığı düşmek gibi. Kuyuya düşmek, aşka düşen bir kadın yüzünden zindana düşmek. Yusuf efendimin bahtı düşmekten açılmış.
Düşmeyi konuşmak istiyorum bugün seninle. Düşmek nedir? Düşmek, sanıyorum, iradenin bir şeye karşı şiddet-i itaati ve şiddetli imtisali ile ortaya çıkan bir hali tarif edişimiz. O kadar çabuk oluyor ki herşey bazen; sanki düşüyormuşuz gibi, kontrol edemiyoruz. Sanki seçmek bile değil bu. O kadar karşı konulmaz ki, o halimizi tarif etmek için düşmeyi kullanıyoruz. Genelde seçmediğimiz ama içinden çıkamadığımız durumlar için kullanırız düşmek ifadesini. Aşk’a düşmek, derde düşmek, aklına düşmek vs… Bütün bu düşmeler aslında iradenin biraz kontrolden çıktığı, yönetilmeyen zamanlarımızı tarif ediyor. Yönetemiyoruz ve biz bunu bir ayağımıza dolanma ile adlandırıyoruz. “Düştüm.”
Sana birşey söyleyeyim mi? Aslında bunlardan hiçbirisi düşmek değil. Aşk da, dert de, diğerleri de aslında bizim çağırdığımız ve dua dua istediğimiz şeyler. Gelip bizi bulduklarında, aslında biz onları bekliyor oluyoruz. Bu yüzden belki irademiz o kadar hızlı intisap ediyor ve sanki düşüyoruz. Bu düşmek de değil sanırım. Doğru kelimeyi söylüyorum: Atlamak. Biz aslında atlıyoruz. Bunu şuur düzeyinde yaptığımız için, olan biten aklımıza düşmek olarak görünüyor.
twitter.com/baharperest
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.