- 1202 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Düşle gerçek arası bir koridorda neşeyle çınlayan sesin birden fısıltıya dönüştü, sonra giderek uzaklaştı. Suskunun kül rengi gökyüzünü sardı.
İnce, ıpıslak bir yağmur yağıyordu sokaklara. Yiyecek aramak için kaldırma inen bir kaç yabani güvercin yağmurdan kaçışıp havalandı. Durup bir an gökyüzüne süzülen güvercinlere baktım. Komşu oğlunun beslediği, günden güne ehlileşen güvercinler geldi aklıma. Önce gökyüzüne özgürce süzülüyor, sonra gökyüzü çok uzakmış gibi geri dönüyorlardı her defasında. İçten içe kızıyor, söyleniyordum onlara. Mecbur değillerdi o kafese geri dönmeye. Uçup gidebilirlerdi pek ala. Sonra mecburiyetleri düşündüm. Sıklaştı adımlarım. Korkumla yüzleşmeli, seni daha fazla bekletmemeliydim. Konuşalım, diyerek seni çağıran bendim. Artık geri dönemezdim. Nereye yağacağını, kimi ıslatacağını bilmeyen yağmur damlaları gibi kararsız adımlarla geldim yanına.
Geldiğimde koyu gölgeler içindeydi yüzün. O an ne düşünüyordun bilemedim. Beni ezen utanç, pişmanlık olup yüklenmişti omzuma. O an varlığımdan tedirgin oldum, geldiğim gibi sessizce uzaklaşmak istedim. Yapamadım. Halime bakıp kışı getirmişsin dedin gülerek. İçimde kopan fırtınanın ayazında donduğumu nereden bilecektin... Hava soğuk, üşüyorum dedim. Bu mevsimde üşünür mü dedin.
Hangi mevsimde üşür insan...
Bir müddet havadan, sudan, işten güçten konuştuk. Sen konuştukça gökyüzünü uzakta sanıp, geri dönen güvercinler bir bir kondu omzuna. İnce ince yağan yağmurun ritmine kesik kesik eşlik eden sesini dinledim. Bakışların aklında kalmasın diye gözlerimi kaçarıp durdum gözlerinden. Dışarıdan gelen seslerin aklımı, bedenimi işgal etmesini, içimden gelen gürültüleri bastırmasını nafile bekledim. Ne konuşabiliyor, ne kalkıp uzaklaşabiliyordum senden. Cemal Süreyya’nın dizeleri dönüp duruyordu o an içimde.
"...fotograf çektirmek için yan yana getirilmis iki nesne degiliz biz
güvercin curnatasinda yan yana akan iki güverciniz
mesafeler birlestirdi bizi bir de sözler
razi olma hiçbir sessizlige..."
belli ki o güvercinler değildik biz...
İçinde bulunduğumuz durumun vahameti karşısında üzgün olduğunu görmek, dahası bu üzüntünün kaynağı olduğumu bilmek susturdu yüreğimi. Kırılgan cümleleri yan yana getirmemeye özen göstererek konuşmaya çabaladık bir müddet. Sakin sakin açıklama istemiyorum derken, içten içe bir çığlık koptu yüreğimin en derinlerinde. Konuşmak istiyorum demiştin, dedin şaşırarak. Evet hata etmişim, susarak da konuşur insan...
Uslu çocuklar gibi seni dinledikçe, içime işleyen suçluluk duygusuna eklenip yok olmak istedim. Karanlık inmiş, tuhaf bir sessizlik çökmüştü omzumuza. Kaçınmak mümkün değildi "imkansızlık" içeren sözcüklerden. Cümleler uzadıkça, gözlerim küçüldü. Geceler boyu sesine alışan ruhumda bir fırtına koptu. Düşle gerçek arası bir koridorda neşeyle çınlayan sesin birden fısıltıya dönüştü, sonra giderek uzaklaştı. Suskunun kül rengi gökyüzünü sardı.
Önce sesler mi uzaklaşır anne...
Ayrılığın senfonisi çalarken fonda. Gidenleri düşündüm. Uzaklaşan sesleri. Sesin hiç uzaklaşmasın istedim.
Işığı kapat, müzik açık kalsın..
Bana kızıyor musun, dedim. Yok, neden kızayım, incinmeni istemiyorum, dedin. Bu sözleri nezaketen mi söylemiştin.. bilemedim.. Esneyip duruyorsun. Hadi kalk gidelim, uykumu getirdin. dedin..
Sessizlikten çok korkuyorum, uyuyamıyorum.. diyemedim.
Adım adım uzaklaşırken senden dönüp durdu aklımda bir şairden bir dize. Yutkunup durdum. Olur ya bir gün takılırsa aklına. Düşünüp kızma bana.
Bir ev resmi çizerken herkes masumdur...
08 Ekim 2013 - Zeynep Özmen