- 1172 Okunma
- 16 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Kara Gece Bir Küçük Can...6
Caminin dar avlusunda, alçak akasya ağaçları. Akasyaların gölgesinde, battaniyelere sarılmış iki küçük cansız beden.Ayakları çıplak, ayakları öpülesi, çiçekli pijamalarından hala çamurlu suları damlamakta ölümün. Baş uçlarında, iki büklüm bir yaşlı nine. Ninenin gözlerinde boncuk boncuk yaş, dilinde usuldan bir ağıt...
Az ilerde, cami avlusunun alçak duvarına sırtını vermiş orta yaşlı bir adam. Elbiseleri yırtık, üstü başı kan revan. Öylece çömelmiş, elleri dizlerinde, başı kollarının arasında, iki gözü iki çeşme, sessizce ağlamakta kendi kendine...
Suyun ortasında yan yatmış, sadece çatısı gözüken bir ev ve üzerinde kurtarılmayı bekleyen bir köpeğin dinmeyen havlamaları. Yüreğimizde, tahammül sınırlarını zorlayan derin bir sancıları...
Öyle üzgün üzgün çevremize bakınırken, yabancı olduğumuzu anlayan ve bu kara günde burada bulunuşumuzun nedenini merak eden bir başka ninecik yanımıza yaklaşıyor.
-Hoş geldiniz.
-Hoş bulmadık nine...Diyor amcam.
-Haklısın evlat. Hiç hoş bir gün değil bu gün.
-Çok kaybınız var mı?
-Şu bizim Mustafa’nın ailesini kaybettik...Diyor, cami duvarına yaslanmış ağlayan adamı göstererek.
-Allah rahmet etsin. Kaç kişi?
-Çocuklarının ikisi bulundu şu ana kadar. Karısı, üç çocuğu ve yeğeni hala kayıp.
-Nasıl olmuş? Kaçamamışlar mı?
-Erken fark edememişler. Köprüyü, selle gelen ağaçlar tıkayınca, aniden evlerin bulunduğu tarafa yönelmiş sular. Uyandıklarında çok geç kalmışlar. Mustafa, eşini ve çocuklarını uyandırıp, evin çatısına çıkarmış ama nafile. Sular çoktan dört bir taraflarını sarmış.
-Yardıma gelen olmamış mı?
-Seslerini duymuş komşular, yardıma koşmuşlar ama, sular öyle şiddetli akıyormuş ki, ulaşmak mümkün olmamış eve. Zifiri karanlık, göz gözü görmüyor. Suların öfkesine engel olamamış köylü. Sarılmışlar birbirlerine, öylece bir kurtuluş ümidi beklerken, yıkılıp gitmiş evleri, hepsi birden sele kapılmışlar. Toplam sekiz kişi.
-Sonra?
-Mustafa, az aşağıda dereye uzanan bir ağaca takılı kalmış şans eseri. Köylüler kısa zamanda yetiştiler ve kurtardılar onu. Sabahleyin gün açtığında, aşağıdaki köyün yakınlarında iki çocuğunu daha buldular, biraz önce getirdiler. Cami avlusunda gördüğünüz sebiler, onlardır işte.
-Diğerleri?
-Onlardan haber yok. Sanırım, denize kadar sürüklendiler...
Amcam, ağlayan adamın yanına gitti, kolunu omzuna koydu, bir iki dakika teselli edeci bir iki cümle söyledi. Adam, yaşlı gözlerini kaldırarak, acı dolu bir ifade ile yüzüne baktı bir süre, sonra tekrar başını öne eğerek ağlamaya devam etti.
Köy demeye artık dilimizin varmadığı yıkıntılar arasında biriken ve adeta bir bataklığı andıran balçık yığınını, nerede ise dizlerimize kadar bata çıka zorlukla aşarak, çaresizliğin içimize taşıdığı burukluk ile yolumuza devam ettik.
Hemen denizin kıyısında kurulu olan ilçeye yaklaştıkça, selin tahribatının daha da büyüdüğünü gözleyebiliyor, artık köy evleri yerine, kocaman apartman yıkıntıları arasında ilerliyorduk.Osmanlılar zamanında kurulan 200-300 yıllık köprüler hariç, diğer bütün köprüler tamamen yıkılmışlardı. Sadece bu tarihi köprüler sele karşı koyabilmiş, sel sonrası, en azından yaya ulaşımında hatırı sayılır bir işlev görmüşlerdi.
Artık hava kararmış, elektriklerin kesik olması nedeni ile, ilçe karanlığa gömülmüştü. Yas tutar gibi, yarı açık duran pencerelerden, soluk, titrek ve yorgun mum, yada idare lambası ışıkları sızmaktaydı sokaklara. Feryatlar, figanlar, ağlamalar, yakınmalar, bağrışmalar arasında,sokaklara doluşan çeşitli eşyaların, ayaklarımızı, dizlerimizi çarpmasına,yaralamasına aldırmadan ilerlemeye devam ettik. Biraz sonra, ilçe hastanesinin önüne varmış, böylece bu zahmetli yolculuğu tamamlayarak, bebeği zamanında doktora yetiştirmiştik.
Homurdana homurdana çalışan küçük bir jeneratörün aydınlattığı hastanenin önü, ana baba günüydü. Hiç durmaksızın arabalarla, sırtta taşınarak, hatta sal dediğimiz ve iki kişi tarafından omuzda taşınan araçlarla dahi hastalar, yaralılar getiriliyor, tedavisi tamamlananlar, yakınları vasıtası ile evlerine geri götürülüyorlardı.
Hastanenin bodrum katındaki küçük morgun önünde biriken oldukça kalabalık bir grup insan, ya ölülerini alabilmek, ya da kayıplarını aramak için bekleşiyor.Görevliler, sıra ile kaybı olanları içeriye götürüyor, teşhis amacı ile tüm cesetleri gösteriyorlar. Yakınlarını teşhis edenler, feryat figanlarla dışarı çıkıyor, kadınlar kendilerini yerden yere atıyor, erkekler ise, hem göz yaşlarını, hem de yakınlarını yatıştırabilmek için çaba sarf ediyorlar.
Ölüler arasında aradıkları yakınlarını bulamayanlar ise, yakaladıkları küçük bir ümit kıvılcımına sıkı sıkıya sarılıyor, belki salimen, en azından yaralı olarak çıkıp gelmesi için, sesli sesli dualar mırıldanıyorla.
Amcam, ihtiyar ve anne, bebeği hastaneye götürdüler. Ben de, yorgun argın morgun hemen yan tarafındaki yüksekçe duvarın üzerine çöktüm ve hemen aşağıda cereyan eden üzücü insan manzaralarını seyretmeye daldım.
Küçük, kirli bir ampulün aydınlattığı o bölgenin epeyce ilerisinde, insanların çok zor seçilebildiği kuytu bir köşede, yere çömelmiş, baş örtüsü ile hem yüzünü, hem gözyaşlarını saklayan ve usul usul ağlamakta olan bir kadın dikkatimi çekti.
Annemdi.
Onu, o şekilde ağlar görünce, içime büyük bir korku ve acı düştü. Bir yakınımı kaybettim hissine kapıldım , telaşlandım. Oysa onlar, dünden beri haber almadıkları amcam ve benim sele kapıldığımızı zannetmişler, morgun kapısına cesetlerimizi teşhis etmek için gelmişler. Anacığım da, ağlayarak, sıranın kendilerine gelmesini bekliyor.
Garip anamın, iki gözü iki çeşme, akşamdan beri ağlamalarda, evladını yitirmenin acısı ile yüreği yanmakta...Onun bu halini görünce nasıl duygulandım, nasıl boşaldı gözlerimden yüreğimde ne varsa, anlatamam.
Heyecanla doğruldum oturduğum yerden ve;
-Anne!...Diye olanca sesimle haykırdım.
Öyle şiddetli haykırmışım ki, çevremizdeki tüm insanlar bakışlarını, ne oluyor babından bana çevirdiler. Karanlıkta beni iyi seçemeyen annem, duyduğu sesi tanır gibi oldu ama, ne olduğunu tam kestiremedi, şaşkın şaşkın çevresine bakındı bir süre. Onun için bir mucize mi gerçekleşiyordu?
-Anne!...Diye haykırdım olanca sesimle tekrar...İnsanların bana bakması umurumda bile değildi artık. Tek düşüncem, anacığıma sesimi duyurabilmekti.
Bu kez, çömeldiği yerden sevinçle sıçradı, karanlıkta beni tam seçememesine rağmen, sesin geldiği yöne, kalabalığı yararak, hiç çıkarmadığı baş örtüsünün başından sıyrılıp düşmesine aldırmadan, sevinç çığlıkları ile koşmaya başladı.
Tüm yorgunluğumu unuttum, çevik bir hareketle bulunduğum duvardan aşağıya atladım. Kalabalığın arasında çabucak buldum ve insanların biraz şaşkın, biraz da sevinçli bakışları arasında anneciğime sarıldım.
Canım anneciğim benim. O anki manzarayı, hislerimi, annemin yüz ifadesini, sevincini sizlere anlatmam mümkün değil. Bana doya doya sarılışı, öpüşü, koklayışı, saçlarımı okşayışı, bağrına basışı, sevinçle göz yaşı döküşü, orada bulunan ve yakınlarını bu felakette kaybeden, yürekleri yangınlarda olan insanların bile, dudaklarında bir sevinç tebessümünün belirmesine neden oldu.(Devam edecek)
Bir tutam hayat-08.10.2013-Sumqayıt-Azerbaycan
YORUMLAR
İnsanoğlu ne garip yaratıklarız.Başa bir felaket gelince toplanıp hep beraber ağlaşırız..Ve ümit..O kahrolası bazen gökyüzü kadar mavi bazen gece karanlıkları gibi siyah ümit...Hayat işte..Birileri gülüyor birileri ağlıyor.
Anne kısmında gözlerim doldu cidden..
Güzeldi..
Uzun dinlemeyi, okumayı severim.
Gel gelelim, anlatmaya veya yazmaya gelince, bana nedense uzun cümle; yüksek binalı bir evin asansörü dururken, merdiveninden çıkmak gibi gelmiştir.
O yüzden, öykülerimi genellikle kısa cümlelerle anlatmaya çalışırım.
Kısa cümleyle yorum yazmam gerekirse: Hep güzel, eminim ki devamı da güzel olacaktır. Daha sonraları da güzel öyküler okuyacağız Bir Tutam Hayat'ın kaleminden... Ve gitgide alışacağız. Okuru, okurları olacağız.
Tebriklerimle.
Dört mevsimi yaşattınız öykü boyunca, gecenin sabaha varması yakındır artık..
Kâh hüzünlendik, kâh gülümsedik hep birlikte..
Bir duygu selidir, aldı başını gidiyor!
Bu bölümdeki anne-evlât kucaklaşması çok dokunaklıydı..
Minik bebeğin annesi de sevinirse, çifte bayram yapacağız..
Çok beğenerek okudum yine, saygılar..