- 1008 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Prof.Dr. Mustafa Özbalcı ile "Şiir” Konulu Bir Konuşma
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
*Şiir ne zamandan beri vardır? Edebiyat içindeki yeri nedir hocam?
Duygu ve düşüncenin en yoğun, en saydam anlatım biçimi olan şiir, ilk insanla birlikte var olmuştur, insanoğlu zaman içinde olgunlaşıp gelişirken, şiir de onunla birlikte oluşmuş, adım adım insanı izlemiş, onun duygu, düşünce ve hayallerini, estetik heyecanlarını ifade etmede daima ön planda bir görev üstlenmiştir. Gerçekten de şiir, farklı işlevlerle de olsa, seçkin bir dil ürünü olarak her çağ ve toplumda vardır ve hep öncü görevindedir. İnsan tarih boyunca kendisini en iyi şiirle anlatmış ve tanıtmıştır. Böylece şiir insanın ayrılmaz bir parçası olmuştur.
İnsanı maddi ve manevi dünyası içinde bir bütün olarak kavrayan şiir, bütün bir edebiyat demektir. Eğer çiçek bahçesinin sultanı gül ise, edebiyat bahçesinin sultanı da şiirdir. Bu bahçede tahtın sahibi hep odur. Her zaman var olagelmiş ve her devirde tahtını korumuş olan şiiri edebiyatın öteki türleri ve çeşitleri o tahttan hiçbir zaman indirememişlerdir.
* Hocam, "şiirin başarısı ve güzelliği biraz da okuyucudan ileri gelir" diyenler var. Bu konuda siz neler düşünüyorsunuz?
Elbette şiirin başarısı ve güzelliği biraz da okuyucudan gelir ya da okuyucu ile tamamlanır. Hidrojen bombasının kaşifi Edvvard Teller, Mlyi bir tiyatro, ancak iyi seyircilerin olduğu bir ülkede gelişir" der. Tıpkı bunun gibi, iyi şiirleri kötülerinden ayırarak sanat ve edebiyatın unutulmaz değerleri araşma yerleştirenler de, hiç şüphesiz okuyuculardır. Şiir edebiyatın en karmaşık türü, en ele avuca sığmaz çocuğudur. Zeki bir çocuğun tatlı yaramazlıkları vardır; neyi ne zaman yapacağı, nasıl yapacağı hiç belli olmaz böyle bir çocuğun. Kimi zaman öyle hareketler yapar ki, büyüklerini şaşırtır, çıkmaza sokar. Onun dilinden en iyi anladığını sananları bile yanıltabilir bu çocuk. Çıkmaza girip yanılmak istemeyenlerin böyle bir çocuğun bütün davranışlarını yakından izlemeleri, onu çok iyi tanımaları gerekir. Bir bakıma şiir de biraz böyledir. Onu tam yakaladığınız bir anda kaybetmeniz, elinizden kaçırmanız da mümkündür. O yüzden bir şiir hakkında hüküm verenler, şair olmasalar bile, şiiri tanıyan, şiirin gelişimini izleyen iyi bir okuyucu olmalıdır. Böyle okuyucusu olan şairlerin başarılı olma şansı daha fazladır diye düşünüyorum.
*Şiiri tanımlayanlar olduğu gibi, şiirin tanımlanamaz olduğunu söyleyenler de var ve hiç de az değil. Şiir neden tanımlanamıyor?
Şiirin belli birtakım kalıplara sokulamaz ve tanımlanamaz oluşu, onun her şeyden önce duygu işi olmasından ileri gelmektedir ve bu özelliği onun hususiliğinin de bir göstergesidir. Hatta onu şiir yapan ve benzerlerinden ayıran, ilk başta tanımlanamaz oluştur ve şiir, ruh kadar uçucu, mevsimler kadar renkli ve geçici, akşamlar kadar zengin, yıldızlarla dolu ve hatta bunlardan da başka bir şeydir. Elbette ki bu kadar değişik vasıflar taşıyan, her göze başka, her gönüle ayrı prizmaların nice çeşitli yüzeylerinden, isim bile konulamayan renkler döken şiirin, ortak ve inandırıcı bir izahı olamayacaktır.
*Şiirin tarifi üzerinde durmayacaksak neyin üzerinde duracağız veya neyinin üzerinde durmak gerekir?
Bana göre, şiiri tanımlamak değil, onu öteki edebiyat türlerinden ayıran ve kendisine çok benzeyen unsurlar karşısındaki yerini tayin eden hususlar üzerinde durmak gerekir. Bu hususların ortaya konulması, şiir kavramına yaklaşabilmek bakımından çok daha gerçekçi ve yararlı bir yol gibi görünmektedir.
*Şiir kelimesi nereden geliyor? Hangi manaları içine alıyor?
Şiir kelimesi, "anlama,fehm,idrak" gibi manalara gelen Arapça bir kökten gelir. Sözlük anlamı "sezmek,sezgi ile bilmek; tanımak, kavramaktır. Bir edebiyat terimi olarak ise, "vezinli, kafiyeli olup mana olarak güzel hayalleri ve tasavvurları toplayan söz"lere şiir adı verilir. Mecazi olarak da şiir kelimesi, "hayallere yer veren, kalbe seslenen, duygu ve heyecan uyandıran, dokunaklı ve büyüleyici tarafları" olan sözleri ve yazılan ifade eder.
*Şiirin kendisine göre bir yapısı ve unsurları var mıdır? Bir nazım ne zaman "şiir" hüviyeti kazanır?
Doğal olarak şiirin de kendisine göre bir yapısı ve unsurları vardır. Mısra, nazım şekli, vezin ve kafiye bu unsurların başlıcalarıdır. Tarih boyunca şiir bu unsurlarla kurulduğu için eskiler onu "mevzun ve mukaffa" yani "vezinli ve kafiyeli" söz olarak tanımlamışlar, genellikle her nazım parçasına şiir, onu yazan veya söyleyene de "şair" adını vermişlerdir. Fakat bugün anlaşılmıştır ki, değişen mısra kümeleri halinde ve belli bir nazım şekli çerçevesinde oluşturulan her vezinli-kafiyeli söyleyişe şiir demek doğru değildir. Bunun adı umumiyetle nazım veya" manzume "dir. Yani günümüzde her nazım şiir sayılmadığı gibi, her nazım yazan veya söyleyene de şair gözüyle bakılmamaktadır. Artık bugün vezinsiz ve kafiyesiz de şiirler yazılmaktadır, yazılabilmektedir. Biz bu konuda şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Şiir nazmın imkanları ve ölçüleri içinde söylenip yazılır, ama her nazmı şiir değildir. Nazmı şiir yapan daha başka unsurlara ve değerlere ihtiyaç vardır. İşte bu, kelimelerin seçimi, onların diziliş ve söyleniş biçimi ile temin edilen bir haldir ki, "iç ahenk", "öz şiir", "şiiriyet" şeklinde tanımlanan şey budur. Eğer nazım insana bu değerlerin bir yansıması olarak bir bedii heyecan, bir ürperti verebilirse, işte o zaman "şiir olma" vasfı kazanmış demektir.
*Şiirde şekil ve kalıp konusunda neler söylemek istersiniz?
Bir kere şunu söylemekte fayda var Ünlü ispanyol şairi Juan Ramon Jimenez’in söylediği gibi, şekil endişesi taşımayan hiçbir şiir yaşayamaz; ne eski, ne de yeni. Ruhun bile yaşamak için bir şekle ihtiyacı vardır. Üstün bir şairin her türlü şekil ve kalıp içerisinde de gücünü gösterebileceğine inanan Necip Fazıl(1905-1983) da, şiir için şekli mutlaka gerekli görür. Çünkü ona göre "şiirde dış şekle bağlı bir de iç şekil mevcuttur. Serbest şiirin gayesi, dış şekli yıkıp bu iç şekli billurlaştırmaksa da, mekansız zemin gibi dış perde gergefini kurmadan iç manayı nakışlandırmak muhaldir, iç şekil, en büyük tec-rid olan şiirin müşahhas kalıbı üzerine binmiş, mücerret ruh "tur. Cahit Sıtkı (1910-1956)’ ya göre de, "Şiirde önemli olan asıl mesele, söylemek istediğimiz şeyi, kullandığımız dilin imkanları dahilinde en mükemmel şekilde söylemektir." Şairin bunu gerçekleştirmek için ille şu veya bu formu, şu veya bu şekli tercih etmesi de gerekmez. Esasen şairin mutlaka bir vezin ve onun şu kalıbı ile ve mutlaka şu şekil ile şiirini yazacağı hususunda daha işin başında kendisini bir kayda bağlaması doğru değildir. Doğru ve güzel olanı, en iyi vezin ve en uygun şekli, her şiirin kendi muhtevasına göre kendisinin şaire telkin etmesidir. Usta şairlerin elinde bu iş genellikle böyle olur. Böyle dış unsurları ile kurulan şiir, nesirden ayrı bir yapıda ortaya çıkar. Yeteneği bu işe elverişli, eğitimi de yeterli bir şair, kelimeleri seçmede ve yerli yerinde kullanmada gösterdiği basan ile bir "iç ahenk" yaratabilir, mısraların içini musiki dalgalan ile doldurabilirse, gerçek şiire kolayca ulaşabilir.
* Hocam, anladığım kadarıyla "şiiri bir bütün olarak düşünmek ve değerlendirmek gerekirn diyorsunuz herhalde.
Tabii, tabii. Şiiri bir bütün olarak ele almak ve değerlendirmek gerekir. Şiirde estetik değeri ve güzelliği ortaya çıkaran yalnız şekil mükemmelliği değildir; yalnız dil, konu ve anlam da değildir. Şiir netliğini ve bütünlüğünü bu unsurların hepsi ile birlikte kazanır. Şiir, tamlığına halel gelmemesi için belli bir oranda bu unsurların hepsine muhtaçtır. Şiir bir sentezdir, bir terkiptir, kompleks bir yapıdır; kendisini oluşturan unsurlara şu veya bu oranda muhtaç olan bir bütünlüğün, bir mükemmeliyetin ürünüdür.
*Hocamj sizce sanat bir tecrid ve soyutlama mıdır? Bu konuda şöyle veya böyle görüş ileri sürenlere neler demek istersiniz?
Evet sanat bir tecrid ve soyutlama olayıdır. Her sanatçı realiteyi kendine göre ve yine kendi seçtiği bir yöntemle değiştirir. Tabiatta var olan her şey onun bakışı ile değişir, bambaşka bir mahiyet alır. Böylece sanatın gerçeği ortaya çıkar. Bu hayatın gerçeğine benzemekle birlikte onun aynısı değildir, daha seçme, daha rafine bir gerçektir. Onu, eşyayı sıradan insandan daha farklı algılama yeteneği olan sanatçı, kendine özgü o büyülüyen yöntemi ile inşa eder. Sanatta olanı olduğu gibi değil, arzu edildiği gibi göstermek esastır.
Elbet bütün bunlar, her şeyden önce bir sanat eseri olan şiir için
de geçerlidir ve şairin, tıpkı bir derviş gibi, dokunduğu ya da baktığı yerde fevkalade tesirli güzellikler meydana getiren insan olduğunu söylemek yanlış olmaz.
*Şiir ve taklit konusundaki görüşlerinizi de öğrenmek istiyorum. Hocam, Bu konuda neler söylersiniz?
Siz de gayet iyi biliyorsunuz: Kimi şairler, yürünmesi gereken normal yolu bırakırlar da, yerli ya da yabancı büyük şairleri taklide kalkarlar. Onların imaj ve sembollerini hemen hemen aynen tekrar ederler; başkasının bir mısraını alıp kelimelerinin yerlerini değiştirerek yeni bir mısra oluşturmak ya da aynı anlamı çağrıştıracak değişik kelimeler kullanarak kurarlar şiirlerini. Bunlar çoğu zaman bir tesadüfün, normal bir etkilenişin çok ötesinde olan şeylerdir, eski deyimle tam anlamı ile "intihaledir. Elbet şiirin gelişim çizgisini izlemeyenler, hele yabancı şairlerin şiirlerini bulup okumayanlar bunu fark etmezler. Böylece yeni ve orjinal sesler getiren şairlerle, taklide düşen şairleri ayırmak da çoğu kere kolay olmaz. Sonunda şiir dünyası, gerçek yeteneklerin sesinin pek duyulmadığı, buna karşılık, kötü malı pazarlamasını ustalıkla yapan simsarların cirit attığı bir pazar haline gelebilir.
Aslında şiire yeni başlayanların büyük ustaları bir süre taklit etmeleri hoş görülebilir. Ama bu sürüp gitmemelidir. Şair, belli bir zaman geçince, artık kendi sanatçı kimliğini bulmalı, şiiri kendi "özgünlüğünü" kazanmalıdır.
*Bunun için ne yapmalıdır, şair?
Şiire giden yol engellerle, zorluklarla dolu çetin bir yoldur. Her bakımdan hazırlanmış olmayı gerektirir. Elbet önce yetenek lazımdır. Sonra da yerli ve yabancı klasikleri, büyük şiir ustalarını okuyarak seviyeli bir şiir kültürünün ve şair duyarlığının kazanılması şarttır. Onun için de kendisinde yetenek olduğunu vehmedenler, önce bizim aruzun ve hecenin ahengini yakalamış, Türkçe’nin sesini keşfetmiş usta şairlerimizi, sonra da ulaşabildikleri kadar yabancı büyük şairleri bol bol okumalıdırlar. Öyle ki bu okuma, o büyük ustaların kimi mısra, beyit, dörtlük, hatta şiirlerini ezberleyecek kadar ileri götürülmelidir. Belleği böyle güzel ve seçkin şiir parçalan ile dolu olmayan şair, kendisinde bir eksiklik hissetmelidir. Bundan önce, elbet dile hakimiyet şarttır. Şiirin dil içinde dil yaratmak sanatı olduğu bilinmeli ve dile hakim olabilmek için de dikkatli ve titiz bir hazırlık dönemi geçirilmelidir.
Şairin güzel ve özgün şiire ulaşabilmesi için ilhama, bilgi ve kültür birikimine sahip olması, temaya uygun düşen kelimeleri seçmesi de yetmez. Eldeki malzemeyi ustaca ve sabırla işlemesi, işlemeyi bilmesi de gerekir. Yahya Kemal’in bir mısra üzerinde yıllarca çalıştığı, her bulduğu ile yetinmeyip, acaba daha güzel, daha farklı nasıl söyleyebilirim diye yıllarca beklediği bilinmelidir.
Şair, tezgahın başına geçip günlerce bıkıp usanmadan çalışabilme sabrı gösteren bir işçi gibi çalışmalıdır. Onun işi, bir bakıma bir kuyumcunun işine benzer. Sabır ister, dikkat ve titizlik ister, incelik ister. Güzel ve özgün şiirlere ancak böyle ulaşılır.
*Hocam, bir de "bir-iki şiir yazdım" veya n bir-iki şiirim yayımlandı9 diye kendilerine hemencecik nşairn sıfatı verenler var. Bunlar hakkında neler demek istersiniz?
Kendilerine bir çırpıda "şair" sıfatım yakıştıran]arı ihtiyatla karşılamak lazımdır. Onlar bu işin taşeronluğunu, kimbilir belki de tüccarlığını yapanlardır.
*Öyleyse şiir yazan insanların "şair" sıfatını alabilmesi için neyi beklemesi veya neyi bilmesi gerekir sizce?
Belli yaşlarda hemen her insan biraz şairce duygular taşır ve bunları şiire has ifade kalıplarına dökmeye çalışır. Fakat kişiye asıl "şair" sıfatını verecek olan zamandır. Bu konuda okuyucu ve özellikle zaman ne diyecektir? Şiir yazan insanların önce bu gerçeği bilmesi ve beklemesi gerekecektir. Eğer hak ederse, zaman o sıfatı ona mutlaka verecektir. Bu tarih boyunca hep böyle olmuştur.
*Hocam, nşiir ve dil" konusunda da bir şeyler söylemek ister misiniz?
Tabii, memnuniyetle. Bu konuda rahatlıkla şunları söylemek mümkündür: Bir dil sanatı olan ve kelimelerle yazılan şiirin, dilin estetik değerini ortaya çıkaran, çıkarması gereken bir sanat ürünü olmak mecburiyeti vardır. Başarılı bir şiir, bu mecburiyeti yerine getirirken, tabiatıyla kendi estetik değerini de kazanmış olur. Eğer şiir, sahip olduğu estetik niteliklerle dikkat çekici olamıyorsa, o, şiir olma gücüne erişememiş bir dil ürünüdür sadece. Şiir, her şeyden önce mükemmel bir özel dil ürünü olduğunu ortaya koyabilmelidir. Yani önce dili yakalamak gerekir. Çünkü o kelimelerle yapılan bir sanattır. Onun malzemesi sözdür, kelimedir. Her dilde kelimelerle erişilen en derin manalı, en yüce, inşam en fazla coşturup heyecanlandıran ve ürperten ifade şekilleri şiirlerdir. Her ülkede şairler, genel dilin içinden seçtiği kelimelerle, mecazlar, semboller ve çeşitli söz ve anlam sanatlarından da faydalanmak suretiyle bir şiir dili yaratırlar ve "lirik" bir söyleyişe ulaşırlar, işte şiir budur. Cenab(1870-1934)’ın "kelimelerle yapılmış resim" olarak tanımladığı şiir, günlük konuşma dilinin dışında yeni bir dil yaratma çabasıdır. Şair de dilin bilinen kuralları dışına çıkan, dile yeni kurallar koyan, kısaca dili kendi amacına uygun olarak değiştiren insan demektir. Diğer bir söyleyişle şair bir söz ustasıdır, bir dil cambazıdır, kelimelere hükmeden insandır demek yanlış olmaz. Şiir için başka unsurlar elbette gereklidir, fakat şiiri asıl şiir yapan önce dil ustalığıdır, kelimelerin ustaca sıralanışı ile elde edilen iç ahenktir. Mısrada yer alan her kelime dikkatle seçilmeli ve yine en uygun yerine yerleştirilmelidir. Her kelime, o şiir ve o mısra için gerekli olduğu için tercih edilmelidir. Ne eksik, ne fazla derler ya, işte öyle. Şair birden çok anlamı olan, böylece çağrışım zenginliğine, musiki güzelliğine imkan veren kelimeleri ustalıkla seçip yerli yerinde kullanmadıkça, gerçek şiiri yakalayamaz.
Şiirde dil, yani kelime ile muhteva da uyumlu olmalı, şair geliştirdiği yeni ve orjinal hayalleri, seçtiği uygun kelimelerle birbirine bağlamalıdır. Her kelime ayrı bir musikiye, bir anlam zenginliğine sahiptir. Bunların her ikisini de birlikte yakalamak, yakalayabilmek önemlidir. Bunun için şiiri gelişigüzel kelimelerle değil, seçilmiş kelimelerle yazmak gerekir. Şiirde musiki ve anlam derinliği ancak bu yolla sağlanır. Şiir özel kelimelerle, seçilmiş kelimelerle yazıldığı içindir ki, onu "dil içinde dil yaratma sanatı" diye tanımlarlar.
*Şiirin temel unsurları arasında imge de var mıdır? Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz?
Şiirde imge elbet temel unsurlardan biridir. Şiir imgelerle kurulur ve Özgün bir sanat eseri olma niteliğini ancak böyle kazanır. Ancak harcıalem, sıradan, hep kullanılagelmiş imgeler yerine yeni, taze, inanılmaz güzellikte imgeler yakalayan şair, şiirde üstün ve farklı bir yer yakalamış demektir. Böylece o, aynı çağın ve aynı anlayışın öteki şairlerinden de ayırabilir kendini. Geleneksel şiir bilgisi ve kültürü geniş ve derin olan şairler, bu bilgi ve kültüre dayalı imgelere de zaten sahiptirler. Onların hareket sahası daha geniş olur, taklide düşmeden yeni ve orjinal olanı daha kolay seçer ve yakalarlar. Zira başka eserlerde de var olan imgeler, hatta kelime ve kavramlar, bir şairi farklı kılmaz. Şair
ilinen imge ve kelimeleri aynen tekrarlamasıyla değil, onlara daha özel bir yaklaşım orta¬ya koyusu ile, onlarla kendine özgü bir Özel durum yaratmasıyla ayrılır, farklı ve özgün olur. Siz buna "eda" deyin, "söyleyiş tarzı" deyin, "üslub" deyin, ne derseniz deyin, şair işte bu "özel durunTu yakaladığı zaman, herkeste var olan inıge ve kelimelerin onda çok çarpıcı, şiiriyet dolu ifade kalıpları halinde belirdiği görülür. Öyle imgeler, öyle kelimeler de vardır ki, kimi şairler onların patentini ele geçirmiş gibidir. Onlar, onun söyleyişinde daha bir güzeldirler ve ona aittirler.
*Bazı şairler imgede, sembolde aşırı gidiyorlar ve bunu da şiirde yenilik sayıyorlar. Anlamsız olmak, fazla kapalı semboller kullanmak konusunda nasıl bir düşünceye sahipsiniz?
Evet, kimi şairler açık seçik ve net olmaktan çekinirler. Anlamsız olmayı, kapalı semboller, soyut kavramlar kullanmayı şiirde yenilik sayarlar, farklı ve özgün olmak bilirler bunu. Bu yoldan giderek ünlenmiş, kendisine belli bir yer edinmiş şairler varsa da, bunu genelleştirmek mümkün değildir. Kapalı olmak, anlaşılmaz olmak, birtakım kelime ve şekil cambazlıklarıyla dolu olmak, gerçek şiirin vasıflan olamaz. Sözgelimi gerçekten güçlü ve kendisini kabul ettirmiş bir-iki şair de yetiştirmiş olan bizim "II.Yeni şiirimiz", biraz da bu vasıfların şiiridir. Belki geçici bir heves yaratmış, şiire yeni bir renk katmıştır, ama çok kısa ömürlü bir şiirdir, parlayıp sönmüştür.
*Şiirde çok kapalı semboller kullanmak kadar, çok açık, didaktik söyleyişler de hoş karşılanmıyor kimilerince. Aynı kişiler "asıl şiir didaktik olmayan şiirdir" diyorlar. Sizce doğru mu söylüyorlar?
Evet, eğer öyle söyleyenler varsa, doğrudur söyledikleri. Şiir, bir fikrin ve bir davanın emrinde ve onun tebliğ vasıtası olmamalıdır. Ancak bu, şiirin hiçbir fikir kırıntısı taşımayacağı, hiçbir mesaj iletmeyeceği anlamına da gelmez. Elbet iletecektir, ama onun taşıdığı fikir unsurlarını tam manasyla sindirmiş olması da bir başka önemli vasfıdır. O yüzden, şiirin başta gelen amacı öğretmek, fikir vermek, herhangi bir mesaj iletmek değil, önce bir sanat eseri olmaktır. Necip Fazıl’ın dediği gibi, şair ilmin metotları ile çalışan bir insan değildir. O tebliğ etmez, telkin eder. Şiirleriyle ders vermeğe kalkmaz şair, şiirini bir politik söylemin aracı yapmaz. Bu da küçültmez onu, tam tersine yüceltir. Çünkü, böyle davranmakla saf şiire sadık kaldığı gibi, üstün, ciddi ve asil bir sanatkar kimliğini de ifade etmiş olur. Öte yandan, hikemi ve fikri konularda yazılmış şiirlerin güzel olmadığını söylemek de mümkün değildir. Ama onların, kalblerin duygularını ifade etmedikleri söylenebilir. Oysa şiir, ruhun, kalbin duygularını ortaya koymalı, şair bir ruh ressamı olmalıdır.
*Hocam, sohbetimizin bir hayli uzadığının farkındayım. İzin verirseniz "şiir ve gelenek" konusundaki görüşlerinizi de alarak bu uzun mülakatı noktalamak istiyorum. Şimdi okuyucularmıza şiir ve gelenek konusunda ne düşündüğünüzü anlatır mısınız?
Milletinin sanat geleneğine bağlanmayan, onun kültür değerlerinden gıdasını almayan sanatın yaşama şansı pek yoktur. Sanatkar, bu arada şair, kendisini kendi ikliminin duyarlığını temsil etmekle görevli hissetmeli ve bu sebeple de kendisini her bakımdan geleneğin güçlü ve denenmiş ellerine teslim etmekten çekinmemelidir. Şüphesiz sanat hareketleri bir anda doğup gelişmezler. Onlar sabrın, yıllar süren birikimin, emeğin ve elbet geleneğin meyvesi olarak doğarlar. Eğer kökleri, gövdesi ve farklı dallan ile ağacı tanımaz, onun bir küçük fidandan bir büyük ağaç oluşunu sabırla beklevemezseniz, elbet meyvesini toplamaya da hakkınız olmaz
*Yani şiirde temel sağlamlığı önemlidir mi demek istiyorsunuz?
Evet, şiirde de temel sağlamlığı çok önemlidir. Sağlam temeller üzerinde yükselmek, yeni katlar atmak daima kolay ve güvenli olur. Önemli olan iyi bir başlangıç yapmak, bir kuvvetli tramplene dayanarak sıçrayabilmektir. Bunu başarabilenler, şiirde de kalıcı olanı yakalamada pek güçlük çekmiyorlar. Çünkü şair bir verelere dayanarak bulur kişiliğini, bir yerlere dayanarak sıçrar, sivrilir ve şair olur. Bu dayanak önce onun kendi şiiridir; onun kimliğini, kişiliğini kuran ortamın oturduğu zemindir; şiirini beslediği milli geçmiştir, mazidir. Her sanat hareketi gibi şiir de hamle yapmak için böyle sağlam bir gemine dayanmaya muhtaçtır. Kendi geleneği ile arasındaki kuvvetli bağı koparan, kendi ruh ikliminden uzaklaşan şairin bir süre sonra tutunduğu bütün dallar elinde kalabilir; adıyla sanıyla silinip gidebilir o şair. Üstün bir söyleyişe, has şiire erişmek için, ille de şiirin geleneksel dokusundan ve yapısından uzaklaşmanın hiç de gereği yoktur. Aksine, o geleneksel çizginin izlenilmesinde sayısız yararlar vardır. O yüzden şiirlerini geleneğe bağlamaktan korkan şair, bindiği dalı kesiyor demektir. Çünkü o, şiirini çağdaş değerlerle zenginleştirirken, onu sürekli olarak gelenekten de beslemek zorundadır. Geleneği ihmal edenler, yeniyi kurmada da zorlanırlar. Onlarda hep eksik bir taraf bulunur; ne tam eskinin gücünü gösterebilirler, ne de yeni ve orjinal olabilirler. Ölçüyü tutturamazlar, bütünlüğü sağlayamazlar. Yeni Türk şiirinde eskiyi, yani gelenekten geleni ihmal etmeden yeniyi yakalamış, o yüzden de Türk şiirinin en güçlü temsilcileri arasına girmiş ustalar çoktur. Yahya Kemal ve Necip Fazıl’ı ilk sırada saymak mümkündür.
♦Hocam, bu güzel ve son derece faydalı olduğuna inandığım doyumsuz sohbetin sonuna geldik. Son olarak söylemek istediğiniz bir husus var mı?
Herkes şunu iyice bilmelidir ki şiirin kaynağı insanın iç dünyasıdır. İnsan şiirle hem kendisini daha iyi ifade edebilir, hem de iç dünyasını zenginleştiren bir unsur olarak şiirle dış dünyayı, eşyayı ve diğer insanları daha iyi kavrayabilir. Güzel şiirler her şeyden önce bir eğitim aracıdır. Çağımızın insanı gittikçe yoğunluk kazanan her türlü kirlilikten güzel şiirler okuyarak sıyrılabilir, kendisini aşarak insan olmanın erdemini yakalayabilir, haksızlığın olmadığı, doğruluk ve dürüstlüğün, sevgi ve saygının hakim olduğu yeni ve mutlu bir dünya kurabilir. Şiir insana gerçeğin kapılarını aralayabilir, milleti millet yapan değerler şiirle daha güçlü kılınarak geniş kitlelere daha kolay ulaştırılabilir ve nihayet toplumlar dile getiremediği duygu ve düşüncelerini güzel şiirler aracılığıyla gün ışığına çıkarabilirler.
Şiirin eskiden beri her zaman ve mekanda var olmasının, sadece var olmasının değil, önde olmasının, şairlerin hep saygıdeğer kabul edilmesinin sebebi, şiirin işte bu ayrıcalıklarından ileri gelir.
İnsanların güzel şiirlere bugün çok daha fazla ihtiyacı vardır. Biraz abartılı görülebilir, ama doğrusu, "İnsan yirmidört saat ekmeksiz kalabilir, ama şiirsiz asla!" diyen Baudelaire’e hak vermemek mümkün değildir.
* Hocam, bu son derece güzel ve faydalı olduğuna inandığım sohbet için teşekkürler.
Konuşan: Durdu ŞAHİN