- 1194 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
Minik bebeğim ,cennetinde rahat uyu!...
18/09/2013
Hoş geldin parmak gibi minik bebeğim
Çok Erken geldin karanlık kokuşmuş dünyaya
Korkmazdın az daha dursaydın
annenin güvenli sevgi dolu
sıcak karnında...
şimdi olmalısın daha da güçlü
yılmadan sarılmalısın yaşama
Hoş geldin parmak gibi minik bebeğim...
Teyze olmanın buruk sevinci!...
Üç kişilik kanepeyi dış kapıdan hole sığdırmaya çalışıyorduk. Kan ter içinde kalmış kapının aralığına sıkışmış kalmıştı. Eviriyor çeviriyor eşikten bir milim içeriye kıpırdamıyordu. Bir nefes almalık kadar duraklayıp yeniden işe koyulduk. Kanepeyi iki yana açıp yan olarak itekleyip, ön tarafı içeri girdiği anda havaya diktik. Kendi etrafında döndürerek dar koridordan milimetrik kıpırtılarla salona koymayı başardık. Çocukluğumun geçtiği bir bölümün balkon aldığı le salona baktım. Eşyaların hiç biri uyumlu değil, derme çatma soluk renkli sokaktan toplama gibiydi. Sadece az evvel bin bir güçlükle ortada duran mor kanepe pırıl pırıl sırıtıyordu. Perdeler sararıp solmuş sımsıkı kapalı idi. Kasvetli ağır bir koku vardı. İnsanın içini karartan odanın içinde gecemi gündüz mü diye düşünüyordum. Her zaman yanımda olan kız kardeşim ve minik oğlum diğer odalara geçmişlerdi. (“minik dediğime bakmayın on iki yaşında, gerçi bana göre hiç gözümde büyümüyordu”). Bense nerden başlayacağımı kestiremediğim salonun ortasın da hala dikeliyordum.
Nereden gelmiştim, neler oluyordu?. Herkes nereye gitmişti?. Her zaman meraklı komşularımız neden cama yapışmamıştı?.
Avuç ucu kadar olan mutfağa dolandım; en azından orası tanıdık, eşyalar yerli yerinde ihtiyacım olan her şey vardı.”Ömrüm mutfakla geçecek “derdim, öyleydi de..Yanındaki iki kişinin zor sığacağı banyonun kapısı kirli çamaşırlarla doluydu. Su yoktu. Her yer toz içindeydi.
Yeniden salona döndüm ışık odaya dolsun diye perdeyi usulca araladım..Her zaman baktığım bakmakta gözümü alamadığım mavi gökyüzü kapkara bulutlarla kaplı idi. Birden o anda kulağımı sağır eden savaş uçağının arkasında bıraktığı siyahlık ve gürleyen sesiyle irkildim. Üstümüze bomba yağacaktı sanki. Hızla perdeyi kapattım. Dehşete kapıldım. Daha dün her şey süt limandı. Hangi zaman bu hale gelmiştik? Beynimde binlerce düşünceler gelip geçti. Sokaklarda erkekler yoktu demek ki savaş başlamış biz fark etmemiştik. Savaşın öteki yüzü gözümün önünde içimi kararttı. Ne olacağız kaygısı ile koruma içgüdüsüne kapılıp diğer odaya yöneldim. Oğlum küçük bir arabayla hiçbir şeyden habersiz oynuyordu. Kardeşimse temizliğe başlamış hiç dışarıda olan bitenden bihaber değildi. İçime kor bir ateş düşmüş tek başımıza bu evde nasıl korunacağımızı düşünmeye başladım… insanların acı kaybı, izlediğimiz medya kareleri odanın içinde, zihnimde dolaşıyor, panik olmamaya çalışıyordum. Evdeydik, şimdilik güvendeydik. Yeter ki oğlum dışarıdan bir şey istemesin tutturur almadan huzur vermezdi. Son zamanlarda hormonlarının etkisi bir yandan, büyüyen bedeni, arasında sıkışmış patlamaya hazır, her dediğimize ters anlıyor uygunsuz yanıtlarıyla başım dertte idi. Sabırlı olmak için dişimi sıkmaktan bir hal olsam da anlıyordum. Ergenlik bunalımları, kimlik arayışları ile çatışmada olan oğlumun işi daha da zordu. Sabır ilmekleri örüyordum.
Salonda bir ileri, bir geri volta atmaya başladım endişe ve merakla. Kulağıma derinden gelen sesle irkildim alacakaranlık odada. Karşımda birlikte büyüdüğümüz komşum Ayşe’ nin tanıdık ayak sesi, yanıma kadar gelmişti. Gözleri hayretle açıldı. “Bu odaya ne oldu? Duran ablalar nerde? Ne yaptınız eşyalara? diyen yığınla soruları beni bunaltmaya yetmişti biranda. Daha da anlamsızlaşıyor. Ayşe’nin her sorduğu soruyu yanıtlayamıyordum. Mor kanepeye ilişti. Başımı salladım, hiçbir şey bilmediğimi söyledim. Şaşkınlıkla yüzüme baktı. Doğruldu hiçbir şey demeden çıktı gitti. Bakakaldım ardından, hayalet gibi gelip gitmişti. Yine tek başıma kalmış diğer odadan gelen oğlumun araba süren sesini duyuyordum. Allah tan o vardı. Mahalle hiç bu kadar sessizliğe bürünmemişti. Arı kovanı gibi sohbetlerin olduğu çocukların koşturarak oynadığı arada hızını alamayan topların kudreti ile inen camların şangırtısını bile hoşgörü ile karşılayan mahallede, çıt çıkmıyor ve ben huzursuzca debeleniyordum.
Aklıma gelen, başıma geldi oğlum tutturdu işte pizza diye. Çocuk aklı anlamıyordu anlatamıyordum lokantaların bile kapalı olduğunu, gidip bakalım olmazsa dönelim diyordu. Yapacak bir şey yoktu. Üstümüz başımız toz içinde arabaya yöneldik. Tam boş yollardan geçmiştim ki polisin barikat koyduğunu gördüm. Kemerimin takılı olup olmaması aklıma düştü, oysa büyük bir kaza atlattığım o günden beri alışkanlık olmuştu emniyet kemeri takmak. Takılı idi rahatladım. Bir silah sesiyle zangadak durdum. Üç beş polis hızla koşan zayıf adama ateş ediyordu. Öylece yolun ortasında durmuş şaşkınlıkla olanları izliyordum. İçlerinden şişman göbeği yere sarkmış zor yürüyen iri bir polis arabaya yaklaştı. Camı açtım. Oğlumun pizza istediği için burada olduğumu izah etmeye uğraştım. İnanmayan gözlerle, dik dik yüzüme baktı.” Beni takip et” dedi. Polis arabası önde, ben arkasından takip ederek, hastanenin önünde durduk. Bir anda kendimizi acil polikliniğinde kan verirken bulduk. Kanımızda bir virüs olduğu ve gözetim altında kalacağımız söylenmişti. Şaşkınlığım geçtikten bir süre sonra tüm gücümle bunların yanlış olduğunu hata yaptıklarını biz sadece pizza yemek için çıktığımızı avazımızın çıktığı kadar haykırdık. Ama İnanmıyorlar inanmadıkları gibi de insanın kanını donduran bir sırıtma ile “öleceksiniz sıra sizde sıra sizde” diye irileşmiş gözlerle, kocaman gözlüklerinin altından bakıyorlardı. Tüylerim diken diken oldu. oğlumu korumaya alıp bağrıma basmış deri koltukta sımsıkı kenetlenmiştik. Kalbimiz hızla çarpıyor terliyorduk. İnsanların acı dolu sesleri, koridorları doldurmuş kan revan içinde haykırıyorlar yardım edeceklerine gülüyorlardı. Kimseyi görmek istemiyordum içime daral gelmişti.
Gözlerimi sımsıkı yumdum, o anda bir el hızla beni çekti, ayaklarım kayıyordu dipsiz bir kuyu ya yuvarlanıyordum. Ayağıma taş düşmüş gibi canım acıdı. Aniden gözlerimi açtım. Etrafıma şaşkınlıkla baktım. Bir an nerde olduğumu algılayamadım, yaşadıklarımın şokuyla yumuşacık kucakladığım yorganımın kokusunu burnuma doldurdu. Terden sırılsıklam alnıma elim kaydı. Derin bir nefes aldım. Şükür yatağımdaydım. Yan tarafıma döndüm, oğlum yatağında mışıl mışıl uyuyordu. İçim rahatladı. Nabzım normale dönmeye başladı. Saate baktım gecenin üçüydü. Yaşadıklarımsa kabus dolu düştü…
Fakat O düşün sabahı günahsız masum minik bebeğimizi kaybettik.
Minik bebeğim, cennetinde, ana kucağı gibi meleklerin kanatları altında rahat uyu!
01/10/2013
Not; 18/09/2013 Tarihinde( Erken Memran Rüptürü )Ammiyos suyunun bitmesi sonucu (ÇKS) çocuk kalp seslerinin bozulması neticesi ile acilen ameliyat olan kız kardeşimin bebeği (doğum ağırlığı 550 gr ) kuvezde 18 gün yaşamış, anne sütü bile almasına rağmen ciğerlerinin yeterince gelişmediği için ex olmuştur. Öldüğünün o gecesi bu düşle uyanmıştım. Sizlerle paylaşmak istedim. Saygı ve Sevgilerimle...
Ayrıca son zamanlarda bebek ölümlerinin özellikle anne karnında( intra uterin ex) vakalarının artması nedeni ile( bizim bölgemizde) anne adaylarının en küçük bebek hareketlerini hissetmedikleri anda kalp seslerini dinletmelerini hatırlatmak isterim..Kimsenin yüreği yanmasın..Amin...