ÇİRKİN
Adım Kezî.
Yorgunum...
Hayatım çocukluğumdan beri, şu kahverengi uzun elbisenin altında geçiyor.
Dilimin kendisine anne demesi gereken o kadın, evet o kadın, doğduğum an, -Bu çirkin bebek benim olamaz, alın bunu çöpe atın, ne yaparsanız yapın - Demiş ve beni kendinden uzaklaştırmış.
Ben Annemi hiç tanımadım.
Tek tanıdığım kişi, beni kendi elleriyle çöpe atıp, gece uykusunda titreyen bir bebekle koyun koyuna uyuduğunu fark eden ebe kadın oldu. Çöplüğün içinden aldığında ölmek üzereymişim.
Önce kendi üstündeki kahverengi elbisesine sarmış, sonra bağrına basmış, yani günahlarının yarısına. Ninesinin adını üflemiş çirkinliğin ne olduğunu bilmediğim yüzüme... Kezî. ( kaküllü güzel )
Ve gecenin alacakaranlığında kağnı arabasına binip, iki öküz eşliğinde, bir daha dönmemek üzere beni alıp uzaklaşmış çöpün, çöplüğün ama çöpçünün çok az olduğu, kendisini güzel sanan o insanların bulunduğu kasabadan.
Hiç üşümedim.
Aç da kalmadım.
Saçlarımı hep o taradı, bana Kezî’nin nasıl biri olduğunu o anlattı!... "Masal gibi dinledim Kezî’yi onun dilinden."
Öyle güzeldim ki aynasız evimizin her köşesinde koşarken...
Giderek zaman geçiyor, ben büyürken o yaşlanıyordu yavaş yavaş... Ne zaman yüzüme baksa, yaşlı yüzünü garip bir hüzün kaplıyordu.
Bir gün hastalandı. Alev alev yanıyordu ki, beni yatağının yanına çağırdı.
-Kezî. Yanıma gel.
Başucuna gittiğim de ilk defa gözlerinin, gözlerimin içine bakamadan konuştuğunu gördüm.
-Ölüyorum Kezî, İyilikler de, kötülükler de sana emanet.
-Sus nine.
-Susmak bir yere kadar Kezî. Raylar gibi. İllâ ki bir yerde son buluyor her şey. Sen doğduğun anı hatırlıyor musun Kezî? Ölüm de tıpkı doğum gibi. Nasıl ki ağzın, burnun yaratılıyorsa, alacağın solukta öyle yaratılıyor. Artık soluk almakta zorlanıyorum yavrum. Ölürken tek güzel şey, hoşça kal diyebiliyor bazen insan sevdiklerine. Az sonra ben de sana hoşça kal diyeceğim.
Ben bir suç işledim Kezî. Seni hep aynalardan sakladım ama inan üzülmeni istemeden işledim bu suçu. Annen seni çirkin bir bebek olduğun için çöpe atmıştı, ben kıyamadım, soğuktan donmak üzereyken seni kurtardım. Hani o sana söylediğim "annenin kazada öldüğü" yalandı. Doğrusu bu işte.
Affet benim sana anlattığım Kezî’nin güzellik masallarını kızım. Al sana küçük bir ayna ve hoşçakal.
-Nine, ninem ninem benim. Ölme ne olur, ölme.
Ben kendimi değil, seni görmek istiyorum ninem. Ölme ne olur. Bak, zaten ayna da düştü elinden, kırıldı. Sanki bu gördüğüm yüz ben miyim ki ninem.
İyi ki öldün diyesim geldi içimden şimdi, yoksa bu kırık aynanın içindeki yüz benim yüzüm olamaz ki ninem. Değil mi ninem?
Değil desene ninem, hadi desene ninem. Bir kere konuş, sonra ölsene ninem...
öyküsatıcısı/Davidoff/ Ekim.2013
(devam edecek)
YORUMLAR
''Ölüyorum Kezî, İyilikler de, kötülükler de sana emanet.''
Karakterleri Elif Şafak'ın kahramanlarına benzettim. Güzel şeyler yazıyorsunuz. Ama ben genelde bir ekran üstünden bir şeyleri yoğunlaşarak okuyamıyorum. Bilmiyorum PC büyüyü bozuyor. Yazıcım olsaydı çıktı alır öyle değerlendirirdim... İleride kitap olarak filan okumak nasip olur belki. Başarılar.
Her kalem yazabilir ve her yazı okunabilir belki... Lakin her yazı iz bırakmaz okuyanda ve her yazı sizi böylesine titretemez ki... Sol yanıma kazınan bu çentik gibi. Kezi'yi çiziyorum yüreğimin baş köşesine.
Sizi okumak bilirim ki her zaman bir zevktir bir ayrıcalıktır güçlü kalem.
Tebriklerim, selâm ve saygılarımla...
Nasıl güzel bir anlatım.
Nasıl okuduğumu, nasıl nokta koyduğumu anlayamadım.
Yazarı,
gerçekten işini iyi biliyor.
Edebiyatın sihirli atmosferinin nasıl solunacağını iyi biliyor.
Cümlelerin akışı,
devrilişi,
duruşu, kalkışı...
Her şey çok mükemmeldi...
Hikaye ise,
çok güzel işlenmiş, pişirilmiş, kotarılmış...
Lezzetine diyecek yoktu doğrusu...
Devamını sabırsızlıkla bekleyeceğiz...