- 566 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Demir Kapı
Ucu eğrilmiş demir kapının önündeki kesme kaldırım taşını ayağının ucuyla itti. Taş o kadar ağır değildi, adamın cüssesine göre hiç ağır değildi. Fakat zorlanmış gibi bir hali vardı kaldırım taşını itelerken. Kaldırım taşının ağzı olsaydı, kendisini zorlukla iten bu yapılı adamla uğraşırdı, laf atar, dalga geçerdi. O kadar gülünçtü işte; hisleri olmayan bir taş için bu cüsseli adam. Kapı eğik olduğundan, kapının altındaki beton kısıma sürterek açıldı demir kapı. Havanın bir hayli sıcak olmasına rağmen demir kapı; bir kış akşamında nemini yemiş gibi soğuktu. Elinden hissettiği soğuk ile ürperme gelmişti adamın üzerine, tüyleri nasıl diken diken olmuştur bilinmez. Kapının dışındaki adam kapıyı sürüyerek kaparken düşündü; "bu kahvehaneye her gün çeşit çeşit insan giriyor çıkıyor. Fakat neden kapı kapanmak zorunda. Bak işte Rıfat bey geliyor işten, birazdan girecek demir kapıyı aynı güçlükle iterek, içeride bir kaç arkadaşını görüp sıcak bir salep içecekti. İşinin ağırlığını, arkadaşlarıyla ettiği iki dakikalık önemsiz sohbet ve torbası bir buçuk liraya satılan toz salep ile atacaktı. Salebin bardağına da elli kuruş verecekti. Evinin yolunu tutacağı zaman ise kapıyı aynı sürtüş ile açacak ve aynı sürtüş ile kapayacaktı. İnsanların cüsselerine rağmen, bir taşı bile itemeyecek halde oluşlarına gülen kaldırım taşını da, ayağı ile zorlanır gibi itecek evinin yollarına düşecekti yarını düşünerek, ay başını düşünerek."
Aslında bu kapı kapama olayına sadece bu adam takılmamıştı. Çoğu zaman kahveciyle tartışırlardı. Kahveci her zaman kızarak:
"Kapıyı açık bırakıyorsunuz, gözü doymayan kediler giriyor içeri. Her sene kırlangıç geliyor buraya biliyor musunuz?" diye sorardı, eliyle de duvarın kenarındaki boş duran kırlangıç yuvasını göstererek. Sonra devam ederdi dahada bir kızgın hale bürünerek;
"Bu hayvanlar, bir kedi onları yavrularını yesin diye yumurtlamıyor her sene buraya. Dört senedir gelen kuşların geçen sene yavrularını kedi yeyince gelemez oldular"
"Daha ne ya" derdi kahveciyle tartışan adamlar, "Kuş olmadığına göre bırak girsin kediler, kapıyla uğraştırma bizi Allah’ını seviyorsan." Kahveci iyice hiddetlenip; "Sen bir kapıya elini uzatamıyorsun kapatmak için ama o kuşlar bilmem anasının neresinden göçüp geliyorlar, hem onlar gelecek. Gelip yine yuva kuracaklar, görürsünüz" derdi umutla parlayan gözlerini insanların üzerine dikerek. Adam bu düşünceler ile kafasını oyalarken çıktığı yolun sonuna gelmişti ki; bir eksiklik hissetti üzerinde. Hızlı yürüyüşü birden yavaşladı, incecik bir telaşa kapıldı. Hatırlamaya çalıştı, ne unutmuş olabilirdi. Elini cebinin dışından gezdirerek cebini yokladı. Cüzdanı yerindeydi, anahtarları, paraları yerindeydi. İçini öyle bir şüphe kaplamıştı ki artık yürümüyordu. Durmuş, düşünüyordu; tüm vücudunun gücünü hatırlamak için kullanıyordu galiba. Hiç bir şey unutmadığından kesin emin olsa da içindeki şüpheyi bir türlü atamıyordu. Kahvehaneye geri dönecek bakacaktı son oturduğu yere, orada tekrar oturup hatırlamaya çalışacaktı. Kararlı bir şekilde döndü ve kahve yolunda yürümeye başladı. O arada ne unuttuğunu hatırlamak içinde beynini zorlayarak düşünüyordu. "Rıfat bey" dedi fazla sesli olmamak ile birlikte. "Rıfat beye selam verdim mi ben." Yürümesi yavaşladı, biraz düşündü. "Heh! Tabi ya, selam verdim, hatta kapıyı bile ben açtım Rıfat beye" diyerek bir seçeneği daha elemişti aklından. Kahveye kesin olarak gitmeli ve bu unuttuğu şeyi bulmalıydı. Kafası öyle takılmıştı ki bu mevzuya, çıldıracak gibiydi. Koşmaya başladı; koştu, koştu, yoruldu. Soluk soluğa kalmıştı ki kahvehaneye vardı. İçeriye de telaşla hızlıca girdi. Kahvehanenin ahşap kapısının kolunu aşağı indirerek sertçe açmıştı ki kahvecinin dikkatini çekti. "Yahu bu adam az önce gitmemiş miydi?" diye düşündü içinden kahveci. "Buyur beyim, bir şey mi unuttun" dedi yalancıktan bir samimiyetle. Adam nefes nefese idi. Kahveci bir bardak su doldurup verdi, adam gırtlağından ses gele gele içti o suyu. "Eyvallah" dedi aynı samimiyetsizlikle. Halen solukları güçlü ve derin derin çıkıyordu, gözü hiç bir şeyi görmüyordu. Kahvecinin üzerindeki meraklı bakışlara döndü; "Ben bir şey unuttum" dedi. Kahvecide az önce sorduğu sorunun boşa gitmesine yakınır gibi; "Bende onu soruyorum işte, ne unuttunuz"
Adam biraz utangaç bir hal ile kendinden emin olmadan "Bilmiyorum" dedi. Kahveci sırıttı, etrafına bakındı, adamın az önce oturduğu masaya gitti bakındı. Sırıtarak adamın yanına geri geldi. "Bir şey bulamadım, hem siz ne unuttuğunuzu bilmezseniz ben nereden bileceğim" diyerek pek bir sitemli tavra büründü. Ağzını cık’latarak ocağın başına geçti. Adam en yakınındaki sandalyeye çöktü düşünmeye başladı. Sinirden delirecek gibiydi. Birden kafasının üstünden bir şey geçtiğini fark etti. İlk de aldırmadı ama sürekli içeride dolaşan bir şey vardı. Dikkatlice içeride dolaşan şeye gözünü dikti. "Kırlangıç, evet kırlangıç," güldü. Adam ayaklanıp kahvecinin yanına gitti. Kahveci bardakları çalkalıyordu ki adamı görünce biraz sinirlenir gibi oldu. Göz göze geldiler. Adam; "Kuşlar gelmiş, gelir diyordun ya gelmiş kuşlar"
Kahvecinin sinirli bir hale bürünen yüzü birden gülmeye başladı. "Evet, geldiler." dedi küçük bir çocuğun neşesiyle. Adam birden unuttuğu şeyi hatırlayamadığını fark etti, suratı asıldı. "Birde şu benim unuttuğum şeyi bulsaydık" dedi. Kahveci pek sabırlı bir şekilde çaydanlığı eline aldı iki çay doldurdu, şekerlerini tabağın kenarına yan yana koydu. Elindeki çayları ahşap kapının yanındaki müşterilere bırakınca da adamı eliyle çağırdı. Adam kahvecinin yanına gitti. "Senin unuttuğun şey ne, bilmem fakat, demir kapıyı açık unutmuşsun" dedi. Kahkahaya boğuldular.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.