- 716 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
TÜRK DÜNYASI KÜLTÜR BAŞKENTİ
Eskişehir’in Türk dünyası Kültür Başkenti seçilmesinin nedenlerini Sayın valimiz; Güngör Azim Tuna açıklarken: Demokrasiyi özümsemiş olmasına, Türk dünyasından göçlerin Eskişehir’e yapılmış olmasına, Kırım, Azerbaycan, Kafkasya’dan ve Balkanlardan gelen kardeşlerimizin birçoğunun Eskişehir’e yerleşmesine bağlamaktadır. Homojen kültür yapısının bulunduğuna, ulaşımda nasıl bir kavşak noktası ise kültürlerde de bir kavşak noktası olduğuna dayandırmaktadır. Bu tespit yerinde bir tespittir. Türk Dünyası Kültür Başkenti açılış konuşmasında başbakanımızın konuşması da bu yöndeydi.
Eskişehir bu övgüleri hak ediyor. Hatta fazlasıyla hak ediyor. Açılışı itibariyle pek fazla etkinlik gösteremeyen TÜRK DÜNYASI KÜLTÜR BAŞKENTİ AJANSLIĞI sayın valimizin geldiği günden itibaren büyük bir ivme kazandı. Birbiri ardına seri etkinliklere imza attı.
Bir yöneticiyi başarılı yapan vizyonu ve misyonudur Geniş açılı vizyona sahipse kendisini güçlendirecek birimleri iyi seçer. Onların önünü açar. Çalışmalarını kolaylaştırır. Herhalde Sayın Vali’mizin bu yönü güçlü ki; Ajans ani atak yaparak birbiri ardına etkinlikler düzenlemeye başladı. İftar sofraları kurdu, Şehit ailelerine bir nebzede olsa acılarını giderecek davetler vererek onların acılarını paylaştı. Türk dünyasının ortak kültürlerinin bulunduğu etkinlikler yaptı. Çeşitli ışık gösterileriyle ramazanı şenlendirdi. BU BAYRAM UZUN SÜRECEK SLAGONU İLE İLGİ TOPLADI. Çeşitli sanatçılarla şehrimizi tanıştırarak kültürlerin kaynaşmasını sağladı.
Bir gün; Türk dünyasına öğrenci götürme ile ilgili projesini duyduğumda çok heyecanlanmış ve mutlaka gerçekleştirilmesi gerekir demiştim. Devamında beş bin öğrenciyi Türk dünyasına götüreceğini öğrendiğimde ise içimden bu mümkün değil diye düşünmüştüm. Ama görüyorum ki bu projeye başlandı ve öğrenciler Kosova, Bosna-hersek, Makedonya yoluna düştü.
Vizyon sahibi olmak işte buna denir. Düşündüklerini gerçekleştirmek, gücünü kendinde görmek demektir.
Milli eğitimle işbirliği yapılarak Kosova, Bosna’ya-Hersek’e Makedonya’ya gidecek üç gurup öğrenci kafilesi tatlı bir telaşın ardından hazır oldu. Bu gurubun içinde kimler var bilmiyorum ama benim ismimin olması oldukça mutlu etti. Ajansın bahçesinde Türklerin göçü diye bir pano görmüştüm devası bir portre. Gördüğümde hücrelerim titremiş ve ayağa kalkmıştı.
Kosova’ya gideceğimi duyunca içim çok korkunç bir heyecan la doldu. Bu güne kadar böyle bir şey yaşamadım. Hâlbuki bundan önce defalarca Avrupa’ya gidip gelmiştim. Hiçbirinde böyle bir heyecan olmamıştı. Tema Türk dünyası olunca demek ki yaşanabiliyor.
Bir Eskişehirli olarak bu etkinlikleri ayakta alkışlıyorum. Türk dünyası kültür başkenti ajansının bu üstün gayretlerini ve yeteneklerini takdire şayan buluyor ve kutluyorum.24 saatini mesai saati olarak gören Hakan beye ayrıca teşekkür ediyorum.
Gezi bir eğlence gezisi bir tatil gezisi gibi görülmemeli. Öğrencilerin dedelerinin Avrupa kapılarına nasıl dayandıklarını Kosova’ya, Bosna’ya, Makedonya’ya, Viyana’ya kadar nasıl gel diklerini, bazılarının göremedikleri hatta küfrettikleri Osmanlı’nın nasıl dünyaya hâkim olduğunu, anlamaları, geçmişleriyle öğünmeleri, bir yandan da geleceklerinin nasıl şekillenmesi gerektiği hakkında fikir sahibi olmaları gerekir diye düşünülmeli.
Basitçe bir gezi diye düşünülürse bu yanlış olur. Bu geziyi duyunca sazova’daki atıcılık ve binicilik etkinlikleri gözümün önünde canlandı. Seyrettiğimde orta Asya canlanmıştı. Atlar, kılıçlar, oklar sanki bir göç yılkısı gibi.
Gitmeden önce Kosova, Bosna Hersek, Makedonya hakkında bilgi edinmek istedim. Biraz araştırma yaptım. Mostar köprüsü, yıkılışı yapılışı, blagaj tekkesi, KONJİC(atlılar kenti) srebrenica, travnik (vezirler şehri) visoko Osman rejeovic medresesi.1566 yılında Mimar Sinan’ın talebesi mimar Hayrettin’in iki şehrin arasına yaptığı Mostar köprüsü ile iki şehir arasındaki kültürü, ekonomiyi, yaşam tarzını halkların kaynaşmasını, iki ayrı milletin birbirleriyle olan münasebetlerini düzenlemek amaçlı yaptığını okumuştum. Osmanlı İmparatorluğu gittiği her yere mimari tarzını, dini anlayışını, kültürünü, yönetim şeklini de götürmüştür.
Avrupalılar her gittiği yeri sömürürken; Osmanlı her gittiği yeri imar etmiş, mamur hale getirmiştir. Osmanlının çekilmesinden sonra; orada kalan soydaşlarımız kendi varlıklarını koruyamamışlar ve komünist Yugoslavya’nın egemenliği altına girmişlerdir. Osmanlı ile birlikte giden dedelerimiz Türk adına, İslam adına ne kadar zorluk yaşamışlarsa, şimdi bizde oradaki torunlarına Türk adına, İslam adına o kadar destek vermeliyiz diye düşünüyorum.
Nüfusun çoğunluğunu teşkil eden Müslümanlar, Sırp ya da Hırvat milleti gibi düşünüldü. Kosova’daki Türklerde aynı kategoride kabul edildi. Bunu kabullenemeyen soydaşlarımız çeşitli mücadelelerle, zamanın diktalarından bazı haklarını koparma alma şansına sahip oldular. Din ve Millet(M) ile tanımlandı.1990 yılında yapılan seçimler milletin kaderini de seçecekti. Ne oldu ise işte bu bağımsızlık ilanından sonra oldu.
Birleşmiş milletler geldi ama onlar sadece Sırpları korudu Türklere yapılanlara hep seyirci kaldılar. Bu o kadar ileri gitti ki Bosna -Hersek başbakanı Hakkı Turayliç birleşmiş milletlere ait araçtan indirilerek öldürüldü. Buna dahi seyirci kalındı. Buradan Kosova’ya geçerken Mayadağ’dan kalkan kazlar türküsü aklıma geldi. Maya dağ Şar dağlarının bir bölümüdür.
Maya dağdan kalkan kazlar
Al topuklu beyaz kızlar
Yârimin yüreği sızlar
Eğlenemem aldanamam
Ben bu yerlerde duramam
Vardar ovası vardar ovası
Kazanamadım sıla parası
Mayadağ’ın yıldızıyım
Ben annemin bir kızıyım
Efendimin sağ gözüyüm
Eğlenemem aldanamam
Ben bu yerlerde duramam
Vardır ovası vardar ovası
Kazanamadım sıla parası
Mayadağ Şar dağlarının bir uzantısı, Şar dağları silsilesinden. Kış turizmi için el verişli bir dağ olduğunu yazıyor kaynaklar. Kosova bağımsızlığını 2008 de tek taraflı olarak ilan etti. Ve devlet sınırlar çizildi şuan 100 den fazla ülke Kosova’nın bağımsızlığını kabul etmiş durumda. Kosova’da yapılan bazı kazılarda Osmanlıdan da önce Türk izlerine rastlandığı fikri yaygındır.
Kosova’nın tanınmasında ABD’nin büyük rolü olmuştur. Yunanistan, Kıbrıs Rum kesimi, Sırbistan ve Rusya halen Kosova’yı Sırbistan topraklarında bir eyalet olarak görüyorlar. İki milyon nüfusa sahip ülke yeni gelişmelere ve yeniden yapılanmaya başladığı için inşaat şantiyesi halinde. Brezovica, Dranica, Karaleva kış turizminin en gözde yerleridir. Görelim bakalım neler yaşanacak.
Ben her şarta göre hazırladım kendimi. Bavulum hazır pasaportum hazır. Görelim bakalım yazılanlarla çizilenler aynı mı? Yoksa çok daha dar, ya da çok daha canlı mı? Çocuk gibi heyecanlandım. Uyku tutmadı. Kızım Kübra’yı nöbetçi bırakarak uyumaya çalıştım. Gece saat 2.30 İl Milli Eğitim Müdürlüğü önünde büyük bir kalabalık vardı. Anne ve babalar çocuklarını göndermek için gelmişler. Çok duygulu bir bekleyiş vardı.
Nihayetinde bindik arabalarımıza. Annelerin mutluluktan gözyaşları arasında ayrıldık. Eskişehir’den toplam 50 kişiyiz sabah 8.30 gibi geldik Sabiha GÖKÇEN Hava limanına. Harçlar, bagajlar derken 301’nolu kapıdan giriş yaptık. Çocuklarımızı şöyle bir seyrettim: Kimisinin yüzünde bir korku, kimisinin meraklı bakışlar, Bazılarının buruk dudak büküşleri vardı. Bende ise müthiş bir beyin fırtınası, duygular birbirini kovalıyor. Fikirler birbirini çürütüyor. Hâsılı rüzgârlı yağmurlu bir hava gibi.
BAK İŞTE UÇAKLAR VE ÖĞRENCİLER
Nihayet 19 d numaralı koltuğa kuruldum. Çocuklara; Uçuşa başlarken uçak havada ters dönecek sıkı tutunun dediğimde bayağı bir inandılar ve korktular. Şaka şaka deyince de rahatladılar. Ekip uçağa bindi Kosova küçük yer giden olmaz diye düşünmüştüm. Ama yanılmışım. 300 kişilik uçak doldu. Çoğunluğu da Türklerden oluşuyordu. Yerime kuruldum. Bu arada beynimden yıldırımın ordusunu düşündüm nasıl gittiler nelerle karşılaştılar. Hangi zorlukları yaşadılar. Ecdadın at üsütünde aç susuz yaptığı yolculuğu. Biz lüks uçaklarla yapıyoruz. Böyle olunca da bu ülkenin nasıl kazanıldığını düşünüp kadir kıymet bilmeliyiz.
1.30 saat kadar sürdü nihayet Piriştine hava alanına indik. Pasaport kontrollerinde pek zorlanmadık. Görevliler Türkçe biliyorlardı. Ecdadın at sırtında geldiği bu yerlere artık biz uçaklarla geliyorduk. Rehberimiz Orhan Bey bizi karşıladı. Bu esnada bizde şöyle şehri gözümüzle şöyle bir gezdik. Otobüsümüz Piriştine sokaklarında ağır ağır yürümeye ve etrafı bize göstermeye başladı. Büyükçe binanın yan duvarında ABD başkanına teşekkür maksatlı bir portre küçük bir heykel yapmışlar. Halbuki ecdat onları nelerden kurtarmış böyle bir köşe oluşturmamışlar.
Önceden de belirttiğim gibi çok yerde inşaat var ve yeni yapılıyor. Evladı Fatihan diyorlar kendilerine. Böyle bir unvan takmışlar benimde çok hoşuma gitti. Turdan sonra 1. Murat’ın Kosava savaşında buralara medeniyeti getirdiğini halka huzur getirdiğin,zalimlerden zulüm görenleri kurtardığını anlatan rehberimiz bizi Murat Han’ın kabri şerifine yani türbesine götürdü.
Fethin ardından 600 yıl kadar Osmanlı tebaasında kaldıklarını anlattı. Buraya Osmanlı yerleşmek üzere Konya karaman bölgesinden kendi halkından getirip yerleştirmiş ve onlar buradaki insanlara medeniyeti öğretmişler. Diğer halklara; Arnavut, Sırp, Boşnak bunlarla barış içinde bir yaşam sürmüş. Savaş kazanıldıktan sonra bir Sırp askeri tarafındaan bıçaklanarak öldürüldüğünü, yaralı diyerek askerden gizlendiğini, ölümünün bile duyurulmadığını, zamanın şartlarından dolayı iç organlarının Piriştine’de bırakılarak, türbesinin yapıldığını esas bedeninin Bursa’da metfun olduğunu anlattı.
Sultan Murat Han’ın türbesine girdiğimizde bizim öğrenciler başlarına tesettür bağladılar. Oda onlara çok yakıştı. Türbedar Sultan Murat hanın 1.Kosova savaşını kazandığı zaman bölgeyi gezerken yaralı bir Sırp askerinin yanına vardığında hançerlendiğini yazmaktadır. Anlatılanla yazılanlar örtüşüyor. Demek ki doğru anlaşılmış.
Türbedar aileyle işi biraz samimi havaya getirdik. Anlatmaya başladılar. Resmini çekip koydum yazımın içine. Bizi sıcak karşıladılar.
Türbede sanduka ve sarık biraz abartılmış. Bunun nedeni sultan Murat Han’ın büyüklüğünü ifade edebilmek için yaptıklarını söylüyorlar. Evladı Fatihan’larla beraber Fatihalarımızı okuduk ve oradan ayrıldık. Tabi toplu fotoğraf çektirmeyi de ihmal etmedik. Zira çocuklarımız ilerdeki yıllarda bu yazıyı okuduklarında tekrar Evladı Fatihan’ı hatırlarlar
Burada ziyaretimiz bitti. Yola çıktık. Piriştine sokaklarında tekrar dolaşmaya başladık. Piriştine’yi görünce Türkiye’nin gelişmişliği aşikar ortaya çıkıyor.
Şunu belirtmeliyim ki; Türk insanına güveniyorlar ve minnet borçları olduğunu söylüyorlar. Dualarının Türk insanıyla olduğunu söylüyorlar.
Piriştine’de işsizlik zannedersem hat safhada olmalı. Neden dersen kahveler, sokaklar hep insan dolu.
Bu resimde de savaşta ölenlerin ve kaybolanların resimlerini görüyorsunuz
Ticari taksi çok. Birçok eski oto yedek parça satan yerler var. Lastikçi çok. Adım başı lastikçi açılmış. Aynı zamanda lüks araba var çok sayı da. Trafik felç ışıksız kavşaklar, kuralsız sürücüler. Hele hızlı Arnavut sürücüler, işin bir başka yanı. Sokağa çıktığınızda kahveler dolu. Bir şey yiyip içtiklerini pek görmedim.
Göz zevki dedikleri sadece seyrediyorlar. Bende bir caminin yakınındaki kahvehanede oturdum. Oradaki Türklerle sohbet ettim. Sigara içmedim ama. Sigara demişken bu işin ticari yönüyle illegal ilgilenenler var demektir. Resmi binaların duvarlarına savaş döneminde kaybolan ve ölenlerin resimlerini yapıştırmışlar. Bu da gösteriyor ki; Serbestlik adına güzel şeyler yapılmış.
Türkiye’ye karşı büyük bir sevgi var. Her fırsatta bu sevgi tezahürünü gösteriyorlar. Ama Türk bayraklarını ya binanın görünmez yerlerine ya da ağaçların göstermediği yerlerine asıyorlar.Ama asıyorlar ya oda yeter.
Sultan Murat Hanın türbesindeki bayrağı neden daha büyüğü ile değiştirmediklerini ve daha görünür yere asmadıklarını sorduğumda bu kadarına şükür diyerek eliyle sus işareti yapıyorlar.Gezimizin ikinci günü prizen şehrine gidecektik, Yolda doğa harikasını seyrede seyrede gittik.
Arnavutların mezarları çiçeklerle süslü, acılarının hala taze olduğunu düşünüyorum. Bağımsızlığın bedelinin çok ağır olduğu, Müslüman Arnavutların bağımsızlık yolunda ağır bir fatura ödedikleri yol kenarlarındaki bu mezarlardan açıkça anlaşılıyor Bistrice nehri pirizen’i ikiye bölmüş. Akça nehirde diyorlar. Suyu az bir nehir ama akar halinde. Etrafı tamamen bizim Odunpazar evlerine benziyor. Bir kısmı restore edilmiş. Bir kısmı yıkılmaya yüz tutmuş.
Nehir üzerindeki taş köprüler; Osmanlıdan kalma ama onların heybetini gizlemek üzere yanlarına ya başka köprüler yapmışlar, ya bazı binalarla görüntülerini gözlemeye çalışmışlar. Sinan Paşa camisine vardığımızda ezanlar okunuyordu. Bu kentte o kadar çok camii ve minaresi var ki kendimi bir anda Türkiye’de Eskişehir de zannettim. Her cihetten ezan sesleri o kadar güzel bir nağme oluşturuyorlar ki, içim çoştu. Abdest alıp Emirdağlı imamın arkasında ikindi namazımı eda ettim. Çok şükür. Kendi kendime Talip Hoca burası yaşanacak yer diye geçirdim.
Bağımsızlığın faturası ağır olmuş ama değer doğrusu .İslam adına ve Türk tarihi kültürü açısından ve geleceği açısından çok önemli. Sinan Paşa camisinin heybeti beni büyüledi. Camide Osmanlı kimliğini görmemek mümkün değil. Meydana şadırvan diyorlar. Bizim hamam yoluna benziyor. Çaylar, oturmalar, kahveler. Kentte İslam ve Osmanlı kültürü çok bariz ve yoğun bir şekilde hissediliyor.
Ziyaret edilmeyi hak eden onlarca tahiri eser arasında ilk akla gelenler: Restore edilen Osmanlı Mezarlığı ve hemen yanı başımızda halen restoresi devam eden gazi Mehmet hamamı aşağıda ki şekliyle imarete hazırlanıyor.
Yukarıdaki Gazi Paşa hamamı hakkında eğer bilgi vermek gerekirse: Tam bir Osmanlı yapısı,yalnız müze olacağını duyduğum zaman çok üzüldüm.şu bir gerçek;tarihi dokunun böylesine yoğun olduğu bir şehirde, tüm eserleri gezip görmek bir günde bitirilebilecek bir iş değil.
Bu şehre gelenlere buradaki kalışı sürelerini asgari 2-3 gün olacak şekilde ayarlamalarını ve kendilerini şehrin gizemine bırakmalarını tavsiye ederim. İşsizliğin yoğun olduğu bundan dolayı hava güzelse gündüz-gece, sabahlara kadar, birçok insan sokakları, nehir kenarını dolduruyor. Bunda işsizliğin de büyük etkisi var.
Prizren’in Maraş Sokağı var. Osmanlı 1878 Mara.ş’tan getirip buraya yerleştirmişler. Prizen de otuz beş bin Türk yaşadığını söylüyorlar. Mamuşa köyü varmış. O Türk köyünde hiç başka milletten yokmuş. Zaman bulursam orayı da görmek istiyorum.
Mehmet Akif Ersoy’un babasının şehri İpek; Kosava’nın her adımı bize ait bir hatırayı dile getiriyor. Öyle ki bu hatıralar bizim ile Kosava arasında kopmaz bir bağ oluşturuyor . İpek, İstiklal Marşı’nın şairi Mehmet Akif Ersoy’un babası Tahir Efendi’nin doğduğu kent olma özelliğini taşıyor. İstanbul Fatih Medresesi müderrislerinden. Tahir Efendi’nin, doğup büyüdüğü kentten göç ederek İstanbul’a yerletiğini ve bizi oraya, orayı da bize ait kılan düğümlerden birini attığını biliyoruz.
İpek: Tahir Efendi’nin doğup büyüdüğü yıllarda Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yer alan Arnavutluk kenti.
İpek, Balkan Savaşı’ndan sonra, Kosova bölgesiyle birlikte, Sırbistan sınırları içinde kaldı. Osmanlı’nın adını verdiği ve onlarca eserle süslediği İpek’te 1999 yılında Sırlar tarafından bir tarih kıyımı gerçekleştiriliyor ve Osmanlı’ya ait Çarşı Camii (1471), Defterdar Camii (1570), Hamam Camii(1587), Kurşunlu Camii (1577) ile birlikte yaklaşık 30 camii, 1 mederese ve 1 hamam yıkılarak yok ediliyor.
Kosova’da Gilan, Vıçıtırın ve Mitrovitsa da tarihi mirasın bulunduğu, gezilmeye değer yerler arasın da. Türkiye’nin kültürel açıdan buraya çok önem vermesi gerekiyor, TİKA’nın çalışmaları olsa da yeterli değil. Yoksa Osmanlı’nın bir tarih mirası yok olup gidecek. Uçakla vizesiz, karayoluyla Bulgaristan vizesi alınıp gidilebilecek. Bu ülkeyi gezmenizi tavsiye ederim.
Bu günlük Kosova gezisini bitirdik. Bundan sonraki yolculuğumuz Makedonya olacak. İkindi namazını ifa ettikten sonra rehberimiz Orhan İbrahim Bey ülkesi Makedonya da ağırlayacak bizi.
İlk uğrak yerimiz Üsküp Makedonya’nın başkentine yola düştük. Bir saatlik bir yolculuktan sonra sınır kapınsa vardık. Orada bizim pasaportları aldılar. Yarım saatlik incelemeden sonra izin verdiler. Direkt otelimiz New Star’a yerleştik. 5 yıldızlı bir otel içinde her türlü konfor düşünülmüş. Çok rahat ettik.
Sabah kahvaltısına çıktığımda Türk Ocakları Ankara şubesi başkanı Bayan Türkan Hacaloğlu Hanı fendi ile tanıştık. Şevket Bülent Yahnicinin yeğeni Yasemin Yahnici hanımla da kısa bir sohbetimiz oldu. Üsküp’ü gezmek üzere vedalaştık.
Burası kaldığımız otel.
İlk çıkışımız Üsküp’ü kuş bakışı seyretmek için vodno(sulu dağ)tepesine otobüsümüz zorlanmasına rağmen çıktık. Çok güzel bir şeyle karşılaştık. Bursa’ nın bakacak tepesine benziyor. Üsküp ayaklarımızın altında. Çok güzel bir görünüşü var. O kadar minare ve camii var ki sayamadım. Sanki Anadolu kentlerinden birisi gibi. Biraz seyirden sonra 34 plakalı otomobil geldi.
İ
İstanbul’dan ata yurdu Üsküp ü gezmeye gelmişler. Otobüsümüz hareket etti. Çocukları toplamak zor olsa da başardık. Aşağı indiğimizde bizi şu an kullanılmayan 1953 lü yıllarda Türklerin trenlere bindirilip Türkiye’ye göç ettirildiği istasyon vardı.
Bu benim için hüzün verici, zor olsa da güçlü Türkiye bir gün gelip o istasyonu hizmete açacaktır. Biraz sonra da Makedonya caddesine geçtik. Eski adı ise (Mareşal Tito caddesi)Cadde üzerinde
Rahibe Terasa anma evini gördük. Rahibe terasa kim derseniz? Gonca boyacıu adında Arnavut kökenli bir Katolik. Burada Makedonya
Caddesinden ilerledik. Şehir meydanına geldik.
Meydan müthiş bir yapıya sahip. Heykeller bölgesi; Büyük İskender başta olmak üzere, Çar Samoil, Metodiya antonov, Çento Goce, Delçev Dame Gruev. Bunları izledikten sonra Burmalı caminin yıkılan alanını ziyaret ettik. Vardar nehrine ulaştık. Şehri ikiye bölmüş Mimar Sinan’ın mimarisiyle yapılmış. Yapısında deve kuşu yumurtası akı, at kılı, keçi tiftiği kullanılmış. Muazzam bir yapı. Tam ortasına vardığınızda kıbleyi gösteren mihrap var. Yolcular onu görüp kıbleyi bilip namazını kılsın lar diye. Köprüde tek çatlak bile yok.
Köprünün hem üst kısmına hem de alt kısmına demirden köprüler yapmışlar. Maksat Osmanlı eserinin ihtişamını kaybetsinler. Ama görünen o ki kaybedememişler.
Kiril alfabesini icat edenlerin heykeli hemen köprünün ayağındaydı. Şimdi üniversite binası olarak kullanılan ama Osmanlı dönemin de postahane olarak kullanılan binayı gezdik. Oradan Üsküp çarşısı.(Osmanlı çarşısına uğradık. Tam bir Osmanlı kenti. Öğrencilere iki saat kadar izin verdik. Çarşıya kuzular gibi dağıldılar.
Ben de bir Türk kahvesine oturdum. Çay içtim. Yaşlı insanlar vardı. Türkçeyi en az benim kadar güzel kullanıyorlardı. Bize bir kurtarıcı gibi bakıyorlar ve Türkiye dedikçe gözlerinin içi gülüyordu.
Eskişehirli olmama rağmen Eskişehir sporun oyuncularını bilmiyorum. Onlar tek tek sayıyorlar. Kimi Fenerli, kimi Galatasaraylı. İkindi vakti geldiğinde her taraftan Allahüekber sesleri gözlerimi yaşarttı.
Murat Paşa Camiinde namazımı kıldım. Çocuklarla yemek için Osmanlı çarşına gittik. Ahşap yapılı bir lokantaya gittik. Tam bir Türk usulü kebaplar. Karnımızı doyurduktan sonra otobüsümüze geçtik.
Kalkandere beldesine doğru yola çıktık. Her bir köşesi Osmanlı kokan ülkenin Kalkandere beldesine geldik. Orada Alaca camiine gittik. Alaca Caminin ihtişamı insanı büyülüyor. Bu camiyi Hurşide ve Mensure kız kardeşler el işlerini satıp, çeyiz sandıklarından elde ettikleri paralarla yaptırmışlar.
Halktan da yardım, bağış toplamışlar. Bu güzel eseri bize bırakmışlar. Buradan harabati tekkesine uğradık. Geniş bir küllüye var. Camisi, zikir odası hanı, misafirhanesi hepsi bir yerde dimdik ayakta
Malatyalı bir evliya buraya geliyor. Buraya bir külliye yapıyor. Sultan Süleyman’ın veziri Server Ali Paşa vezirliği bırakıp harabatiye şeyhine talebe (mürid) oluyor. Kanuni Ali paşaya vezirliği bırakıp mürid oluyorsun. Sen sersemmisin? Deyince, Ali paşanın adı sersem Ali paşa oluyor. Lakabı sersem Ali paşa olarak kalıyor. Nedeni de kızının verem olması ve buranın oksijeninin bol olması imiş.
Harabati Baba bu yere geliyor. Ve üç bölgesine et astırıyor. En geç çürüyen bu yere tekkesini yapıyor. Şu anda tekkeye bakan kişi Kosova, Makedonya Sırp savaşlarında savaşmış bir gazi aile üstlenmiş ve bakıcılığını yapıyor.
a
Buradan arabamıza bindik. Arabaya bineceğimiz zaman tekkenin misafirhanesinde Türk bayrağının asılı olduğunu gördüm. Hemen koşarak gittim. Resmini çektim
Makedonya’nın Ohri şehrine doğru yola çıktık. Ama öyle bir doğa harikası var ki! Toprak göremiyorsunuz. Her yer yemyeşil sanki oksijen fabrikası. Bizim Karadeniz kıyılarına benziyor. Tam bir oksijen deposu. Arnavut şoför Mustafa çok dikkatli. Yol çok virajlı. Yolda çeşitli yerlerde barakalar var.
Halk ürettiği ürünleri; Üzüm yemiş, Elma karpuz siz ne isterseniz orada durup o meyveyi alıyorsunuz. Birde çok enteresan odun satan kamyonlar var. Kışın yakmak için. Ülkede kömür yakılmıyormuş. Doğalgazda yokmuş.4 saatlik bir yolculuktan sonra Ohri’deki otelimize geldik. Otelimize yerleştik. Sabah kalktık. Kahvaltıdan sonra hemen Ohri kentinin sokaklarına koştuk. Dağıldık tam bir Anadolu kenti. Herkes Türkçe konuşuyor herkes selamlaşıyor selamünaleyküm sözü çok duyuluyor. Bir tekne turu yapmak üzere kıyıya koştuk. Ohri gölünde.
Gemimize atladığımız gibi gölde gezintiye başladık. Gezintide göl kıyısındaki yerleşim yerlerini gördük. Suyu temiz. Mavi ve tabana doğru şeffaf bir şekilde görünüyor.
Kıyılarına gayet özen göstermişler. Hiç çerçöp yok. Tekne gezimiz bittikten sonra Ohri’nin çarşısını da gezmek, alış veriş yapmak üzere iki saatlik bir serbest zaman ayırdık.
Dünyanın en meşhur incisinin olduğunu söylediler. Parama baktım biraz var diye düşündüm. Rehberimiz Orhan İbrahim’i de yanıma alarak inci sarrafına girdik. Daniela tam bir Türk gibi Türkçe konuşuyor. Ben ona Fatma dedim ve bir saat kadar uğraşarak o çok meşhur incilerden beğendim. Bir takım hakiki inci aldım. Hakiki dediler ben de ona inandım. Yoksa almazdım. Ama inci yönünden meşhur olduğunu duymuştum. Envayi çeşit inci takılar var. Siyah inci, sedefe benzeyen inci, daha renkli değişik şekilleride var. Tabi Daniela ile bir resim çektirmeyi de ihmal etmedim.
Çok sempatik bir kız. Çok da güzel Türkçe konuşu yor.
Ohri kalesini, Türk mahallesini gezdik. Tam bir Odunpazar’ı Mahallesi ve Osmanlı evleri. Türk çarşısında her dükkânda Türkçe konuşuluyor.110 yıllık Osmanlının diktiği çınarı ziyaret ettik. Burada yani Ohri’de Elveda Rumeli filminin çekildiği kaymakamlık binasını gezdik.
Türk kültürünün şahane belirtisi. İşte size bir Osmanlı evi. Çendr(merkez) beldesine geldik. Öğle yemeklerini yedik. Lokantanın kendi mescidinde namazımızı kıldık.Manastır’a gitmek üzere yola çıktık.
Manastır: Mustafa Kemal Atatürk’ün manastır da okuduğu Askeri idadi(askeri lise)’yi ziyaret ettik. Bu lisenin müzesini ve Atatürk’ün anılarını yansıtan köşeleri gezdik. Burada Eskişehir Anadolu Lisesi ekibiyle karşılaştık.
Manastırdan ayrılmak üzere arabamıza geçtik. Yolumuz bir Türk köyü, Üsküplülerin tabiriyle Türk Yörük köyü olan; Buçim köyüne gittik.Yörük köyü tam bir Anadolu köyü. Koyunları, keçileri, tavukları ile tam bir Yörük köyü. Hiç bozmamışlar. Dilleri bizim dilimiz, dinleri bizim dinimiz, kömbeleri bizimki gibi;Çocukların adları aynı Hasan, Hüseyin, Meryem hep aynı.
Okullarını gezdik. Çalışanlar sınıfı süpürüyordu. Süpürgeyi aldım. Sınıfı ben süpürdüm. Gerçi fazla toz toprak yoktu. Allah’tan sınıfın tabanı laminant ile kaplanmıştı. Temizliği bir aile yapıyormuş. Çocuklarıyla beraber maaile. Bizimde bir katkımız olsun dedik ve süpürgeyi kaptık. İnanırsınız, inanmazsınız o sizin takdirinize kalmış.
Buçim köyü ilkokulunun sınıfını süpürüyorum
Yalnız bu köyde çok üzüldüm. Neden mi? Derseniz. Hoca akşam ezanını okudu. Camiye ben ve hocadan sonra kimse girmedi. Olsun hoca ile biz kıldık ya. Bu gezi yazısı çok daha uzun olabilirdi. Ama benim fırsatım yok. Yörük köyünden akşam ezanından sonra ayrıldık.
Üsküp pizzası yemek üzere Üsküp’e geçtik. Pizzaları yedikten sonra otelimize döndük. Çok rahat ettik. Sabah kahvaltı ve artık son kez Üsküp sokaklarını gezdik ve arabamıza bindik. Rehberimizin son kez şu sözleri çok duygulu ve anlamlıydı siz Türkiye de bizi unutmayın. Siz varken biz balkanlarda güçlüyüz. Sizin adınızla biz buralarda rahatız.
Tek millet, çok devlet işte bizim istediğimiz. Bizi ziyarete gelin. Bizi yalnız bırakmayın dedi. Dedi ama sesi gitti. Baktım ki ağlıyordu. Bizleri de ağlattı.Üsküp hava limanına geldik. Biletlerimizi alıp çekin yaptırdık. Nihayet uçağın kapıları açıldı. Ve artık havalanmaya hazırdık. DEMİR KARTAL HİDDETLİ BİR ŞEKİLDE KOŞMAYA BAŞLADI UÇMA HIZINA ULAŞTIĞINDA BİRDEN AYAKLARI YERDEN KESİLDİ. Bir ara daldığımı fark ettim. gong sesiyle uyandım. Ardından Sabiha Gökçen Hava limanına inmek üzereyiz dedi.
Bir rüyadan uyanır gibi oldum. Bu yazının son satırlarını yazarken otobüsümüzle Eskişehir yolunda ilerliyorduk.
Sayın:Eskişehir kültür başkenti başkanımız, Sayın valimiz: Güngör Azim TUNA, genel sekreterimiz ve en çok emeği geçen Hakan beyefendi, Milli eğitimden emeği geçen tüm yetkililer: Sizler öyle bir projeye imza attınız ki! Bunu tarih mutlaka not düşecektir.Sizlere hizmetinizden dolayı minnet duyan bir kişi.
Mehmet Talip BİLGİL.
(Ar)
YORUMLAR
Güzel bir gezi yazısı diye başlayayım ama o yazıya katılan duygu ve düşünceler beni de duygulandırdı ve düşündürdü.
Elinize kaleminize sağlık.
''Türk evlatları atalarını tanıdıkça onları daha çok sevecek ve onlarla gurur duyacaktır'' diyor M.Kemal ATATÜRK.
Ben de sizin bu uzun yazınızı okudukça atalarımı daha çok tanıdım ve onlarla gururlandım,hem de övündüm.
Teşekkürler.
Nasip olur belki bizlerde bir gün oraları veya başka yerleri gezme imkanına kavuşur, canlı gururlanma ve övünme faslını yaşarız inşallah diyerek sizleri bu çalışmanızı bizlerle paylaşmanızdan ötürü tebrik ediyorum.
SAYGILARIMLA.