- 2144 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KITLIK ve KIT KANAAT YAŞAM
Babamız anlattı ben yazdım, hazin hazin bir öykü kıt kanaat dedikleri anlatılmaz bir yokluk. Bunun büyüğüde küçüğüde varmış. Şöyle der 80 yaşındaki babamız,
Ya kızım bu büyük kıtlığı ben görmedim ama 1875’li yıllarda dedemler yaşamış babamda duyarak anlatmıştır bir asır öteyi, bu büyük seferberliğin izleri var alnımızda. Bu öyle böyle bir yokluktur ki toprak yetersiz, tohum yersiz kalmıştır. Ağaçlar kurumuş yollarda insanlar kaybolmuştur. Yollara düşülür, onca yıl hal haber gelmez. Giden kesedendir kalan sağ ise bizimdir. Babadan ayrılan oğullar başın çaresine bakmak için çelebi gibi gezer. Aslında ekmeğin, aşın neredeyse sen oradasın lafı da ta bu zamanlardan gelir.
Baba oğuldan, oğul kardaştan ayrılır zira ekmeğin işlediği yerlere gitmek gerektir. İnsanları bir göreydin neredeyse birbirini yemedikleri kalmış adeta ne diyem, ne demeyeyim. Bu dönemde derler ki ne bulsak yerdik adeta. Bir ekmek bulana ne ala. Hele şöyle buğday hayali bir yana dursun, çavdarı, darısı kılçığı mılçığıyla yendi. Kimde ne varsa önceleri ortaya koyar azar azar, nazar nazar tüketilirdi top yekün.
Hem nerde bugünlerdeki gibi yok haber iletişim, bölgesel yaşanırdı kıtlık yokluk bu yüzdendir ki dağlar aşılır ovalar geçilir adeta dünyayı yeniden keşfederdin. Dünyanın yuvarlaklığına bile kim inanırdı. Göçler ne çok göçler olmuştur hem iklime toprağa, hava suya dair. Ne çok hasret vardır sevdiklerinden ayrılanlarının içinde.
İki adım öte değildir, kaf dağları aşılırcasına uzaktır tüm diyarlar. Zira gidilen yolda tabana kuvvetten gayrı, bir azık oda kıt kanaat yolda rastlanır iki vicdanlı yabancı adama oda da şansına. Neyseki çabuk inanır çabuk ısınırsın iki sohbette. Ya el atar, ya yol gösterir sana oh ne ala. Bu öyle bir kıtlıktı ki bu paranın pul, pulunda para etmediği dönemdi.
Birde askerliğin uzun uzun olduğunda rastlamışız kıtlığa 1. Dünya savaşı 1014 ’lı yıllar erkekler askere uzun yıllar alındılar, Çoğundan haber alınamadı. çocukluktan bu yana savaşların içinde yaşayanlar bilir gidenin dönmeyeceğini. Bu yüzden gitmeler hala zor gelir ve hala su dökeriz yolcuların arkasından.
Asıl savaş bu savaşın yanında vız gelir ve arkanda bıraktıklarınında öyle bir savaşı varki! Gözü yaşlı, çoluk çocukta açlık savaşında, kıtlık o biçim anlatılması güç, iki lokma ekmekle cılızlaşan bir nesil bıraktık, heybenin gözünde bir dirhem buğday kokusu kalsa dahi bir avuç mercimekle koca ataerkil aileleri doyuran çorbasında, Sabaha kadar piştimi diyen evlatların sorusuna ise az kaldı yanıtları.
Bir garip hazan büyük kıtlık dönemi geceleri ekmek peşinde, arayışlardayız, ne bulsak nerde bulsak nasıl etsek demekte herkes. Ağrıyan başın sarmalandığı ağrıyan dişinse kerpetenle bir çırpıda çekildiği dönem. çocuklar aç açıkta yarı çıplak. üstünü giydiğin ne ola çal çaput, ayaklar çıplak, yırtık yamalı donlar, eğri büğrü görünümler, arap sabunu da kim bulmuş onun yerine kil ile kül ile çamaşırın topaçla dövülerek suya batırılıp çıkıldığı dönem. Bu yetmezmiş gibi millet telef oluyor salgın hastalıklardan veremi, vebası, kolerası, tifosu. Ama teşhisi yok sadece dediğimiz ateşlendi sıtma oldu ve gitti. Çoğu kez yalnız doğru bulaşıcıysa deyip kireçle derine gömülürdü insanlar önlem olsun diye.
Ne yüzyıl saltanatını, nede muhteşeminden öyle yok eser. Bu dönemde büyüyen asırlık çınar ağaçları anlatabilir bu durumu. Köydeyken oturur sessiz kalırım ne çok şey görürüm duyarım. O sessizlikte bir meltem eserse derinden belki söylenir o günlerden diye. Kalanların halini ise kimbilir dilden dile ilden ile ulaşırtırır bugün kayda alanlar.
Mezarlıklardan hala ses vardır, bir bizler işitiriz, hala o gün ki midelerimizin bize verdiği sesi ve onca aç yatıp aç kaldığımız gecelerden ki hala gece uykularımız bölünür direk yatıp direk uyuyamayız . Dualarımızda hep vardır kıtlıkla terbiye edilmesin insanoğlu diye. Bu yüzden söyleniriz öyle heybetli bakarız yaşama.
Etmeyin eylemeyin harman
gelin sizde bilin az uzda olsa kıymet
dercesine.
Ozanlar söyler, aşıklar atışır, sazda, sözde, telde, toprağı değerli kılar ağacın yeşiline, filizin görünüşüne hayran bakan onca yaşlı anlamlı bakar. Dile gelir gönülden söylemler
Bu dünyanın ahvalini
Gezdik gördün mü ey gafil
Anladın mı varın yoğun
Kıymetini sen ey gafil
zalim, kelam olan yıllar
sende gelde, bugünü gör
Bak bu dünyadan göçene
Fuzulisi, Gazelisi, Çelebisi
Mevlanası, Pir Sultan Abdalı
Yunus Emre’si, Aşık Veysel’i
Gelde Hızır’ı sende bir gör
Küçük kıtlığı gördüm kızım şikayetimiz yoktu zira askerlik düşmüştü 48 aya, kurtuluş savaşı sonrasıydı zalim dünya sulha dönüyordu. Yine yokluktu ancak bir o kadarda heybelerde umut ve sevinç vardı. Ekilecek dikilecek topraklar bir kaç yıla verime dönerdi elbet hemde dayanılrdı artık. Umutlar dahi her karını doyuruyordu. Kimse artık çekmedi kaygı. Havanın yağmurun gamı da yoktu. İnsanoğlu eline aldımı kazmayı ya kendine yetiyor yada kendinden ettiriyordu.
Zalimin zulmu kadar olduğu, ettiği zulmünse dönüp durup kendini bulacağını bilirdi herkes. Kıtlık, kıt kanaat getiriyordu yanında öyle gün vardı ki dut ekmekle karın doyururduk, iki habbe üzüm kurusu yeterdi de artardı. Lakin şeker hastası olmadık Allah Vekil, kolesterolde yoktu nedense öyle çok ayılıp bayılmazdık hem oda neymiş. İki soğan kırdık mı değmeyin keyfimize.
Hayvanlarımıza, ineğe, tavuğa gözümüz gibi bakardık, atımız eşeğimize de aynen. Her bir şeyimiz varımız yoğumuzdu onlar. Tohumlar gözümüzün çırasına dönmüştü. Bir habbesi bile değerliydi saklar sarmalar bir diğer yıla saklardık. Bilirdik onlar olmazsa biz, biz olmazsak onların işe yaramadığını. Toprağın bağrından kopardık attık yoksulluğu bir kenara hemi de alın terlerimizle gece gündüz demeden.
Aştık büyük küçük helaları bu günlere geldik. Bir ALLAH bilir birde bizler neler çektik neler. Oğullarımız kızlarımız oldu, kıyamadık anlatmaya çoğu kez bilmesinler istedik bilipte üzülmesinler. Ne aç olduğumuzu zira analarımız tembihlerlerdi hep tokuz derdik tok gözlüydük, ne canımız çekerdi hiç birşey, nede bizim yok demezdik.
İnanın olsun hiçte aklımıza gelmezdi zaten. Elde olan elindi, bizim olansa bizim. Bütün analar avutuldu o dönemlerde hiç merak etme çocuklarınız olacak onlar çalışacak sizi kurtaracaklar asıl saltanatlar hep ötelendi, ötelendi durdu. İnanırdık söylenene, kanatkardık taki anladık günün birinde. Taki ötelerden geldik bu günlere
birazım kör olduk,
birazım sağır olduk,
kime kimseyede
karışmaz olduk
Kimi aldı bizi bir pula,
kimide bizi sattı bin pula.
O vakit gördük Anyayı konyayı
Aklımıza gelmeyen başımıza geldi kıtlıktan kurtulduk kurtulmasına ama bugünün varlığındaki yoksunlukların peşinden giden insanlık türedi aç gözlülükleriyle ve bizler yeni varlıklı kıtlıklarla tanıştık aslında.
Bir bakıyorum çevreme şimdi yapayalnızlıklar çekiyor eşim, dostum, arkadaşlarım, her birimiz yaşıyoruz kendi içimizdeki kıtlığın ötesinde, kıt kanaat yılların kalabalıklarına muhtaç olarak yaşamaya çalışıyoruz.
İnsanlık bir daha böyle kıtlıklar görmesin, sahip olduklarımızı da kıt kanaat kullanarak yaşamsal değerleri abartmadan yerli yerinde kullanarak, betimizin ve bereketin bol olduğu insanlığımıza sarılmış bir yaşam diliyoruz.
Yazan/ Hülya COŞKUN