- 670 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BEŞ PARMAK
İnsan çoğu kez öfkesine yenilir. Bendeki öfke yarınları güzelleştirmek içindi. Bildiğim doğrulardan hiç şaşmadım. Gerçekleri kabul edişim erken büyütüp olgunlaştırdı. İnsanlar hak ettikleri gibi yaşasınlar isterdim. Yokluk içinde büyüdüm. Yeni şeyler nadir alınırdı. Onlar da eskiyince yamanır, dikilir, tekrardan giyilirdi. Oyuncağım hiç olmadı. Oyuncağı olan arkadaşlarım vardı. Kötülük kalpten geliyordu. Daha çocukken birilerini kıskanmamayı öğrendim. Bir ara simit satıyordum. İnsan kalabalığına karışır, simit alsınlar, diye arada bas bas bağırırdım. Üzerimde rengi solmuş, cepleri yırtık bir mont vardı. Kafamın üzerindeki tepsiyi kollarıma alınca yönümü değiştirip başka bir yere koyuldum. Ne olduysa o an oldu. Gülşen ile gözlerimiz kesişti. Sınıf arkadaşım. Bana bakınca afalladı. İkimiz de birbirimize öylece baktık. Şaşkındı, üzüldüğünü gözbebeklerindeki şefkatten okuyabiliyordum. Oralı olmadım. Simit satmaya devam ettim. Benim işim sadece okumak değildi, geçinmek için gerekirse eşek gibi çalışmak zorundaydım. O günden sonra Gülşen’in bakışları hiç değişmedi. Derslerim de başarılı bir öğrenciydim. Başarılı bir öğrencinin bir şeyler satması yakışık almazdı. Sokak satıcısı nasıl başarılı olabilir ki? dediğini duyar gibiydim. Gülşen’le arama mesafe koydum. Araya giren şefkat duygularını öfkemle biledim. Onu o duygularla baş başa bıraktım.
İnsan yaşamındaki izleri sorgulayınca bir yere vardığını hissedebilirdi. Öğretmen oldum. Bir köyde çalışıyordum. Hüseyin, adında bir öğrencim vardı. Esmer tenli, ufak tefek bir çocuktu. Önlüğü temizdi, önlüğünün cebinde bir mendil taşırdı. Birleştirilmiş sınıfları okutuyordum. Bütün sınıflar iç içeydi, kalabalıkları bendeki sabrın sınırından geri teperdi. Hüseyin’i arada bir tahtaya kaldırırdım. Bana çok tiz gelen sesiyle hep ‘evet, hı hı ya da hayır’ derdi. Ondaki o ince üslubu beğenir, aferin çocuğa bak ne güzel konuşuyor, diye düşünürdüm. Ders yılının üzerinden birkaç hafta geçti. Bir gün Hüseyin’i tahtaya kaldırdım. Artık öğretilenlerin birebir tahtaya yazılması gerektiği bir aşamadaydık. Ona ‘Ali gel’ fişini yazmasını söyledim. Durup gözlerime bakınca ondaki masumluğu hemen fark ettim. Birkaç kez yaz dedim, o evet diyor başka bir şey demiyordu. O an kafam dank etti. Aile ona sadece evet ile hayır demesini öğretmişti. Bir evet ya da hayır ile bir ders yılı pekâlâ geçebilirdi, ama bir şeyler vermek isteyen bir öğretmenin gözünden hiçbir ayrıntı kaçmazdı.
Aradan belli bir zaman geçti. Başka bir köye tayinim çıktı. O okulda benden izler bırakmalıydım. Eğitim sadece kitap üzerinde olmuyordu. Varlığınız, kişiliğiniz, fikirleriniz onlar için bir binanın temeli gibi görülürdü. Kısa sürede hem öğrenciler hem de köylüler üzerinde bir etkim olduğunu fark ettim. O köyde ilk kez bir kız çocuğun ortaokula gönderilmesini sağladım. Orta okul ilçedeydi. Kız artık oraya gidecekti. Adı Melek’ti. Bir kız okula gider mi, diyen köylü erkeklerin seslerini duyar gibi olurdum bazen. Kız okul yerine evinde kalmalıydı. Yeri zamanı gelince bir kısmeti çıkar, evlenir, anne olurdu. Kız çocuğu olunca da onlarda öylece devam ederlerdi. Saltanat erkeklerin egemenliğindeydi. Kız, kadın namustu. Onları insan içine çıkarmak gözlerini açmakla eş değerdi.
Aradan birkaç yıl geçti, artık Diyarbakır’daydım. Oradaki bir okulda çalışıyordum. Bir ara o ilçedeki arkadaşlar beni bir pikniğe davet ettiler. Yolda ortaokul derslerine giren bir matematik öğretmeniyle tanıştım. O batılıydı, ben ise doğuluydum. Ona daha önceden çalıştığım köyleri söyledim. Bana en son çalıştığım okuldan bir öğrencinin adını verdi. Yeni tanıştığın birinden güzel şeyler duymak insanı rahatlatır, diye düşünüyordum. Öğretmenin gözleri ile ağzından çıkan sözcükler o köydeki erkeklerden hiç farklı değildi, belki de daha aşağılıktı. Bana, o Melek var ya o Melek çok kaşarlanmış bir kız, dedi. Melek’in öğrencim olduğunu söylemedim, biliyorum anlatırsam yerin dibine girecekti. Neden, diye sordum. Orta üçteki erkeklerle geziyor dedi. Zapt edemediğim öfkemle ona baktım, yüzüne birkaç yumruk atacaktım ki, buna bile değmediğini anlayıp vazgeçtim. Arkadaşlardan özür dileyerek arabadan indim. Ben Melek’i kendim gibi bildiğim öğretmenlere emanet etmiştim. Hâlbuki bir elin beş parmağı bir değildi. Birileri emeğinizi boşa çıkarmak için dengesizce davranabiliyordu. O günden sonra Melek ve ailesiyle tekrardan görüşüp ilgilendim. Aklım arkada kalmadı artık. Melek şimdi doktor, hem de o erkeklerin olduğu bir köyde çalışıyor. Geçenlerde yanına gittim. Gayet rahattı, pantolon giyebiliyor, kadın erkek ayrımı yapmadan sohbet edebiliyor, makyajında kusur etmiyordu. Erkeklerin yanındaki ezilişini görünce bu erkekler adam olacak dedim…
Şeyhmus Közgün
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.