- 2205 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
KÜRTAJ ve KERKENEZ
KÜRTAJ ve KERKENEZ
Kıbrıs dönüşü Denizli’ ye tayinim çıktığında,iki sınıf arkadaşımın kiralamış olduğu üç odalı dairenin , bir odasına da ben yerleşmiştim. Bu evde üç kafadar , gönülden bağlı yüce bir arkadaşlığı yaşadık birlikte.
Eve diğerlerinin ‘’ Yenge “ dedikleri , onlarla çok samimi olan bir kız girip çıkıyor, bazen de bu kız , bizde kalarak salonda yatıyordu. Yaşı bizden küçüktü. Öyleyse neden ona “ Yenge , bacı, kardeş, abla “diyorlardı merak etmiştim. Sorduğumda , bir yüzbaşı ile nişanlı olduğunu , nişanlısının Sarıkamış’ a tayin olduğunu ve lojman ayarlamaya çalıştığını, hemen evleneceklerini öğrendim. Öyleyse bu kızın ne işi vardı, üç bekar adamın evinde? Temizdi duygular , tertemizdi dünya , bacıysa bacı, sevgiliyse sevgiliydi sevgiler. Harama değil uçkur çözmek, düşüncesi bile geçmezdi saf beyinlerimizden. Özlenesi günlermiş.
Bizim meslekte sabah uykusu, hemen hemen hiç yoktu. Bu yüzden o Pazar sabahı biraz daha uyuya bilmek için can atıyor , adeta rüyalarımı yönlendiriyordum.
Birinin bütün ağırlığı ile tam göğsüme oturup, benimle hararetli hararetli konuşması ile irkildim. Durmuş ‘ un şakalarından biri zannetmiştin önce. “Hemen uyan , hadi hemen kalk lütfen. Çok önemli bir şeyi sana anlatmam gerekiyor. “
Bu beni zorla uyandıran , Ayfer Yenge idi. Ağlıyor muydu ,yoksa gülmekte miydi , bilmiyorum. “ Ne var yahu , bir Pazar günü rahatça uyumayı çok mu görüyorsun bana ?
“Artık delirmek üzereyim . Sonunda annem de anladı hamile olduğumu. Neden şaşırdın? Tam üç buçuk aylık hamileyim. Mustafa’dan on beş gündür ne bir telefon , ne de bir mektup alabildim. Lütfen kalk ve bana yardımcı ol. Çocuklar nöbetçi galiba evde senden başka kimse yok.”( Bir anahtarımız da Yenge’ de duruyor.)
“Tamam , çık dışarıya da üstümü giyineyim. Az daha seni Durmuş zannedip atacaktım yere. Haydaaa, kızım şimdi ne oldu da ağlıyorsun?”
Salona çıkıyorum , çayımı doldurmuş, küçücük bardağa dört şeker attığımı da bilerek şekerleri yanına koymuş . Simit ve peynire bayılırım, ne güzel bir kahvaltı masası. Öff bu sigara olmadı yani, boğulurcasına içine çekiyor üstelik.
“Mustafa , son yazdığı mektupta bir hafta önce burada olacağını bildirmişti. Neden hala gelmedi? Neden beni bu halimle yalnız başıma bıraktı? Ona ulaşamıyorum . Lütfen bana yardımcı ol, yalvarırım yardımcı ol bana” ( Şu cep telefonunu bulan cennetlik adam , nerelerdesin? )
Çocuklara soruyorum ,onlar da bilmiyorlar. Allah Allah, ne ola ki? Çaresizliğe bak ,Erzurum’ a ulaşmak , bu kadar mı zor yahu. Bizim Tugayın muhabere subayı yardımcı oluyor. Önce Ankara’ yı, sonra da, Sarıkamış santralini bağlıyorlar. Görevli olarak gittiği Erzincan Ordu merkezinden dönerken, kötü bir kaza geçirmiş, devrilen Jeep’in altında kaldığı için durumu ağırmış.
Mareşal Fevzi Çakmak Askeri Hastanesine bağlanıyoruz. Aman Allah’ım, telefona çıkan hemşire çok zor anladığım şu cümleleri kuruyor. Parazit ve uğultudan anlaşabilmek çok zor.
“Mustafa Yüzbaşı’ nın yakını mısınız? Beylik tabancasını ve şahsi eşyalarını kıtasından gelen bir başçavuşa, imza karşılığı teslim ettik. Araç , yarın sabah Eskişehir’ e yola çıkacak. Bu gün yollarda don olduğu için, baştabip yarın gönderilmesini emretti. Başınız sağ olsun.”
Ben konuyu anlamakta zorlanıyorum . Konuşmanızı anlayamıyorum. Lütfen biraz daha yüksek sesle konuşur musunuz? Ankara santrali devreye giriyor. “ Başınız sağ olsun komutanım. Mustafa Yüzbaşı kaza geçirerek vefat etmiş . Yarın sabah cenazesini Eskişehir’e yollayacaklarmış. “
Dünyanın düzeni ne çabuk değişebiliyor. Özenle dizilen domino taşlarından birinin, öbürüne hareketi iletememesi gibi bir şey. Hadi bakalım yeniden kur , bütün düzeni , gücün kaldıysa, hala ayaktaysan ve ağlaman bitince… Kolay gelsin , sil baştan.
(Şahsi eşyaları arasından çıkan , Ayfer’ e hitaben yazılıp henüz postaya verilmemiş mektubu , Mustafa Yüzbaşı’nın ailesi üç ay sonra kıza yolladığında ,bir felaket günü daha yaşamıştık )
Santralden çıkarken adeta başım dönüyor, düşmemek için kapıya tutunuyorum. Ayfer Yenge’ ye ne diyeceğiz? Bu lanet haber, genç kadına , bir seven kadına nasıl söylenir? Oda arkadaşlarımın yanına gidiyorum. Ben Mustafa Yüzbaşı’ yı sadece resimlerinden tanıyorum. Aslan gibi, yakışıklı, babayiğit bir adam. Onlar, bekarlıklarını aynı sofrada , aynı zor günlerde paylaştılar. İkisi de hüngür hüngür ağlıyor. Yarım saat geçmeden haber, bütün Denizli’ nin dilinde. İnsanlar şahit oldukları ,nişanla noktalanan bu muhteşem aşkı , Mustafa’ nın Ayfer’ i nasıl sevdiğini, Ayfer’ in o günlerdeki mutluluğunu konuşuyorlar. Neyse ki, kimsenin Ayfer’ in karnındaki kaza kurşunundan haberi yok.
İlk defa nöbetçi olduğum ve eve o akşam gidemeyeceğim için şükürler ediyorum. Akşama kızın Denizli Devlet Hastanesine kaldırıldığını duyuyor ve bir saat izin alarak mecburen ziyaretine koşuyorum. Ayfer gözlerinde mor halkalarla , ölü gibi yatakta yatıyor. Kıza serum falan takmışlar, hamilelik ortaya çıkmış. Doktor , çocuğun zehirlenmiş olabileceğini söylüyor. Alınması gerek ama bu işi Denizli’ de yaparlarsa , herkes öğrenecek, kızın dedikoducu toplumumuzda adı çıkacak. Garibimin düştüğü duruma bak.
Kadıncağız , kızını bu hale düşüren Mustafa’ ya beddualar etmekte. (Oysa daha önceleri , aslan damadım diye çok severmiş) Onun için de , çok zor bir durum doğrusu. Onun elinden tutmam , onu bu rezil durumdan kurtarmam lazım.
Kızı ertesi gün evine getiriyorlar. Annede durmadan suçlama, lanet okuma , kızından utanma ve beddualar var. Bir de duyuyoruz ki, Ayfer çok miktarda uyku hapı alarak intihara teşebbüs etmiş. Yine hastanede alıyoruz soluğu. Elimi avuçlarının içine alıp,
“Yalvarıyorum kurtar beni . Çocuk ölmemiş yaşıyor karnımda ve sürekli büyümekte. Onu bu halde doğuramam üstelik. Çok ilaç aldığım için , özürlü de doğabilir. Yalvarırım beni yalnız bırakma”
Yapımda birini ortada bırakmak diye bir şey yok ki, neden telaş ediyor bu kız?
Cuma günü öğle tatilinde Ayfer ile buluşuyoruz. Kızın annesinden başka kimsesi yok zaten. Baba, o daha küçükken ölmüş, kardeş de akraba da yok. Zavallı anası tekstil fabrikalarında çalışarak kızı okutup, resmi bir işe sokabilmiş. “Korkma “ diyorum.
“Seni İzmir’ e götürüp , o çocuğu aldıracağız. “
“Duyulursa ben ne yaparım, kesin kıyarım bu sefer canıma”
“Kurtulacaksın Ayfer, etrafa da bir şey belli etmene gerek yok”
Oysa bilmiyorum ki, kürtaj bu kadar büyük bir çocuğa olmaz, üstelik anne için de çok tehlikelidir. Üstelik her doktor bu kadar büyümüş çocuğu almaz ve bu işi yaptırmak kanunen yasaktır. (O zamanlar bu işi çok sıkı tutuyorlardı. Hele ki , sekiz haftalığı geçmiş bir bebeği asla almazlardı)
Öğleden sonra benim külüstür ile yola çıkıp, İzmir ‘de tam dürt muayenehane dolaşıyoruz. Kimse bütün yalvarmalarımıza ve kızın göz yaşlarına rağmen kabul etmiyor. Bu safhada para da sökmüyor, hatır da. Son olarak Karşıyaka’ da ki muayenehaneden çıkarken, hastabakıcı küçük bir kağıda yazdığı telefon ve adresi elimize sıkıştırıyor. Aydın ‘ da bunu yapabilecek biri varmış. Çok seviniyoruz.
Yolda bir telefon kulübesi bularak , doktor olup olmadığı bile şüpheli , telefonda zorla konuşan adamı arayıp , durumumuzu anlatıyorum. Cevap çok net. “Gelin”
Son sürat , hava kararmadan , Aydın’ da ki , adrese ulaşıyorum. Arka sokaklarda metruk bir üç katlı binanın en üst katına çıkıyoruz. Öyle tabela falan gibi bir şey yok tabi ki. Sirkeci’ de , amele hanları gibi bir yer burası . İçindeki eşyalardan , bir tek o aklımdan çıkmayan , beyaz muşambasının yarısı kanlı, silindiği halde temizlenememiş, iyice bulaşıp, rengini pembeye çevirmiş , pis , kürtaj masası kaldı hafızamda , yabancı filmlerden tanıyıp ,ürperdiğim.
Daha pazarlık sırasında yenik düşüyoruz. O zamanlar benim maaşım 3200 TL. Normal bir kürtaj 450 TL. Kasap, pardon doktor, bizden 6000 TL. istiyor. Çaresiz kız biriktirmiş olduğu 5000 TL. yi veriyor. Üzerine ben de , yeni aldığım maaşımdan 1000 TL. ekleyerek , dirhem kıpırdamayan pazarlığı bitiriyoruz. Para peşin ödeniyor. Onun, kasıla kasıla parayı sayıp da, bu geçmez diyerek bir onluğu iade edişini hiç unutamam . Yenisini vermiştik.
Masaya neyse ki, temiz bir örtü seriliyor. Beni odadan dışarı çıkartarak kızı yarım bayıltıyor. Yardımcısı falan da yok, kovboy kasabası doktorunun. Biraz sonra içeriye çağrılıyorum. Çıkarttıklarını yerdeki kü vezin içine atmış. Kol , bacak, kanlar ve en korkuncu küçük bir baş. Bakmaya gerçekten yürek gerek. Başımın döndüğünü , neredeyse kusmak istediğimi hissediyorum. Kendimi çok metin olarak bilirdim ama bu başka bir şey.
Kızın nabzı çok düşük. Zaten biraz sıska gibiydi. Ona zorla yemek yedirmeyi düşünüyorum. Kıçına sopayı basıp , dalak ,bal, ceviz falan yedirmek gerek, tabi buradan sağ salim çıkabilirsek. Sürekli kanaması var . Bana aldırttığı pamuklar ve sargı bezleri de bitti. Ayfer , yavaş yavaş kendine geliyor. Sürekli ağlayarak , hıçkırıklarla anlamadığım bir şeyler sayıklıyor. Kasap işini bitirmiş , ellerini acele ile yıkarken , yüzüme iğrenç nazarlarla bakarak, “Başıma iş açacaksınız. Allah belanızı versin, düşüncesizler” diyor.
Sabit telefonu sökerek ,içine bütün malzemesini koyduğu bavul gibi büyük çantasına tıkıyor. Gitmeye, kaçmaya hazırlandığı belli. Bizi tanımadığını , hiç görmediğini söylüyor. Kızın kanaması umurunda bile değil. Birden , ben kızla uğraşırken, daire kapısından çıkıp , kırık dökük kapıya , okkalı bir tekme atarak kırıyor. Tekrar yanımıza gelip son talimatlarını veriyor. ( Telefonu kimseyi çağırmamam için mi söktü bilemiyorum)
“Bak kardeşim. Çok tehlikeli bir iş yaptık .Eğer bu kadına bir şey olursa , al götür nereye atarsan at, kurtul ondan . Yoksa ikimizin de hayatı kayar . Beni silahla tehdit ettiğini , kapıyı kırarak depoma girdiğini söylerim. Kapıyı, bu yüzden kırdım. Saat şu anda 23.30, eğer sabah 09.00 da burada olursanız, polise haberim olmadan , eşyalarımı koyduğum depoya girdiğinizi söylerim. İkinizi de tanımıyorum. Anladın mı beni? Çocuk iki gün önce ölmüştü. Kadında zehirlenme başlamıştı ve bünyesi çok zayıf. Şu ağrı kesici ilaçları, yarım saat sonra ona mutlaka yuttur. Bu haltı yer , bir de vebalini bize çektirirsiniz. Hoş bundan sonra biraz zor hamile kalır ya. Hadi eyvallah “
Ayfer’ in yattığı muayene masasının yanına bir sandalye çekip oturuyorum. Kanama durmuyor. Öbür odanın perdesini indirip onunla da tampon yapıyorum . Giderken kesip biçtiği parçaları da toplayıp almış. Belli ki delil bırakmak istememiş. Kızın elini tutup onu teselli ederek sabahı ediyoruz. Kanama biraz daha yavaşlıyor. Sabaha karşı uyumuşuz ikimizde.
Kapının açıldığını , gıcırtısından duyarak hissediyorum. Saat 09.30 olmuş. İçeriye kasap giriyor . Hemen kızı uyandırıp , beni yine dışarı çıkartıyor. Bir kese kağıdında , simit ve peynir getirmiş. Akşam yemeği de yememiş olduğum için , deliler gibi tıkınıyorum. Getirdiği yeni tamponlarla , eski kanlanmış olanları değiştiriyor. Oda perdesini görünce gülümseyerek, ” Takımı bozmuşsunuz , neyse feda olsun “ diyor.
“ Bana yalan söylediğiniz için çok kızdım. Kız 3.5 aylık değil , tam 4.5 aylık hamileydi. Çocuk ölmüştü, sanırım aldığı ilaçlardan zehirlendi. Ucuz kurtuldunuz bence. Sen de onun hiçbir şeyi değilsin, bunu kızın sana hitabından anladım .”
Mutlu bir yüzle rahatladığını , atlatacağımızı söylüyor.
” Keşke şu anlattıklarınız olmasaydı . İntihar etmek ne demek? Sen her şeyden , dünyandan , annenden bile vaz geçmişsin . Değmezdi be kızım. Senden, imzalı bir kağıt aldım delikanlı. Nişanlıydık ayrılıyoruz yazmış, imzalamıştın . Çok büyük, evet çok büyük bir sorumluluk üstlenmiştin. O kağıdı işte yırtıyorum . Kusura bakma ama sen KERKENEZ misin , nesin? “
Ayfer’ i , arabanın arkasına yatırıp bizim eve getiriyorum. İki gün, ağzına ne bulursam tıkıyor, vitaminler yutturuyorum. Kız epey toparlanıyor.
Yıllar ne çabuk geçip gitti, rüzgar neleri süpürdü hayatımızdan . Kanımızı delirten , korkuyu silen , ölümüne dostluk duygularını en yüce inançlarda yaşatan neydi acaba?
Ayfer evlendi. Düğününe gidemedim , çok sonraları verebildim hediyesini.
Bazen telefonda hatırımı sorar, dertleşiriz.
“ Hey KERKENEZ nasılsın ? Özledim seni be dostum”
E.Yaşar Ovalı 01.10.2013
YORUMLAR
Böyle bir kerkenezi tanımış olmaktan, Ona '' Dostum, ağabeyim '' Diyebilmekten son derece mutluyum. Rabbim senin gibilerini bu milletin başından eksik etmesin
İşin doğrusu yazıyı okumadan önce '' Kürtaj bir hak mıdır, değil midir'' konulu o meşhur tartışma üzerine yazılmış bir olduğunu düşünmüştüm.
Yapılan şey günah olmasına günah da insan böyle bir durumda başka ne yapabilir? Ah bir de bu sorunun cevabı olsa.
Selam ve sevgilerimle can Abim.