- 3100 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Tarih Boyunca Mektuplaşma
Mektuplaşma...
Günümüzde yerini kısa msj ve netteki mailleşmelerin aldığı ama bir zamanlar çok önemli bir yeri olan mektup olayına gelelim mi... Ben şahsen özledim... o süslü kağıtlarla içini rahatlata rahatlata doya doya sevdiğine, bir arkadaşına, bir büyüğüne yazmak ne kadarda farklı bir duyguydu İlk çağlara uzanalım mı mektuplaşma nasılmış M.Ö. : 1650-1200). Hititler, Babilli katiplerden öğrendikleri Eski Babil tarzında çiviyazısını dillerine uyguladılar. Başkentleri, Çorum’un Sungurlu ilçesi yakınındaki Hattuşa=Boğazköy kazılarında ele geçen, devlet arşivlerine ait otuz bine yakın kil tablet arasında, birkaç yüz tane mektup bulunmaktadır.
ESKİ AŞK MEKTUPLARI
Bir zamanlar, aşkın, sevdanın, sevginin mal olmadığı günlerde insanlar sevdiklerine mektup yazarlardı. Mal olmayan kavram saygı gören bir kavramdır. O yüzden sevda, aşk saygı görür, insanlar yaratıcıya duyulan saygıyla karışık hayranlığa da aşk derler, doğaçlama şiir okuyanları da aşık diye adlandırırlardı. O zamanlar gerçi seçim yoktu ama olsa da aşk kavramı seçim sloganı olmazdı. Neyse efendim sevgiliye mektup gönderip tutkunluğu, kıskançlığı anlatıp, kırgınlıkla sitemi dile getirmek o derecede yaygındı ki... bu duyguları anlatacak sözcükler maddelerle somutlaştırılırdı.
Muhabbet dili de diyebileceğimiz bu somutlaştırmada çiçek, sebze, eşya adlarının, renklerin yakıştırılan (ve çoğu adlarla kafiyeli) anlamları olurdu. İşte o maddeler bir arada yazılı mektupların yerini alır, maddelerin bulunduğu mendil, kese vb. taşıyıcılar ’muhabbetname/ sevgi mektupları’ diye adlandırılırdı. Bilmeyenler için burada bir açıklama yapmam gerekecek, muhabbet sevgi kadar bağlılık ve dostluk anlamlarını da içeren bir sözcüktür. Bu yüzden eski metinlerde ’aşk’ sözüne eklenerek bu kavramı pekiştirir: ’Aşk-ı muhabbet’.Türkiye’ye elçi olarak atanan kocasıyla birlikte 1712’de İstanbul’a gelen Lady Montagu arkadaşlarına yazdığı mektuplardan birinde muhabbetnameleri anlatıp örnek verir: ’Bir muhabbetname ele geçirdim; bu içinde birçok şey bulunan bir kesedir.. Sırasıyla çıkacak şeylere göre tercümesini yazayım: ‘İnci :Sensin güzellerin genci. Karanfil: Karanfilsin kararın yok/ Gonca gülsün tımarın yok/ Ben seni çoktan severim/ Senin benden haberin yok. Pul: Derdime derman bul. Kâat (kağıt) Bayılırım saat saat. Armut: Ver bana bir umut. Sabun :Aşkınla oldum zebun (güçsüz). Kömür: Ben öleyim size ömür Gül: Ben ağlayayım sen gül. Hasır: Olayım sana esir. Çuha: Üstüne bulunmaz baha. Tarçın: Sen gel, ben çekeyim senin harcın(masrafın).Çıra: Aşkınla oldum çıra. Sırma: Gözünü benden ayırma. Saç: Başıma sensin taç. Üzüm: A benim iki gözüm. Tel: Ölüyorum tez gel. Biber : Bana yok mu bir haber’. Görüyorsunuz, bu muhabbetname manzumdur. Zannediyorum ki Türk erkeklerinde bu çeşit muhabbetnamelerde kullanılmak üzere bir milyon mısra var. Renk, çiçek, ot, meyve, çalı, çakıl taşı, tüy yoktur ki özelliğini göstererek düzenlenmiş bir dizesi olmasın.’ İngiliz hanımefendi, Osmanlı haremlerindeki sohbetlerinde anlaşılan yalnızca erkeklerin muhabbetnameleriyle ilgili bilgi almış. Oysa kadınlar da bu tür muhabbetnameler gönderirlermiş. Musahipzade Celal, ’İstanbul Efendisi’ adlı piyesinde, erkeklerle haberleşmesin, sevda ilişkileri yaşamasın diye okuma yazma öğretilmeyen bir genç kız, İstanbul Efendisi’nin (bir tür belediye reisi) kızı, beğendiği delikanlıya attığı mendille adresini bildirir. Delikanlı bu tür haberleşmelerin cahili olduğu, bu mendildeki maddelerden bir şey anlamadığı için bu işleri bilen yaşlı bir kadından yardım ister.
Kadın mendili şöyle yorumlar: ’Mendil pembe. Pembe, gönlüm sende. Bu kız seni beğenmiş. Mendilin bir köşesinde altı tane mermer parçası var. Demek Altımermer’de oturuyor. Mendilin bu köşesi ıslak mıydı, çeşmenin karşısıymış. Hah burada da aşı boyası var, evleri aşı boyalı.’
Kadınlar beğendikleri erkeğe böyle anlamlı işaretler göndermeyi, sorumluluğu erkeğin yorumuna bırakmayı hep sürdürmüşlerArzuhalciler de, dilekçe yazma alışkanlığıyla, aşk mektuplarının başlangıçları için de kalıplar bulmuşlar: ’Tende canım, kaşı kemanım.’, ’Meleksima canım, gül yüzlü şahım, derde dermanım.’ Kafiyeli mektup metinleri uydurmuşlar: ’(...) gözüm yaşı ile yazıldı bu mektup. Nuş edip aşkın hun ile ciğer dolsun (aşkı içip ciğer kanla dolsun), aşifte gönül derd ile dahi beter olsun. Siz de buna şahit olun, hercai dilber sevmeyeyim bir dahi tövbeler olsun.’
Bugün bize gülünç gelen bu kalıplar kuşkusuz zamanında çok canlar yakmış. Bu yapmacıklı dilin ısmarlama mektuplarda olduğunu, kültürlü sevgililerin birbirlerine yazdıklarında böyle abartıların bulunmadığını Ahmet Mithat Efendi ile Fitnat Hanım’ın 1876’da yazdıkları mektuplarda görürüz. Örnekler:Ey servi bülendim, Zatıalinizin yokluğunda badiyeden farksız bu diyarda münferid kalalı, firak badi barid gibi sinemde esmekte. Sizi özlememek ne mümkün. Siz ki nuri aynım; sevdacü, şebi tar misali sineme tevellüd eden sepidedem gibisiniz. Hüsnü aşkınızsa nesimi neb. Ah dildarım, sizin o dilfuruz, dilrubayiniz hayalime geldi geleli dildanenizim bendenizim. Aynı elam, cananım, o aguşbe aguş, lebe leb, des bedest, neşvament hallerimiz hayalime geldikçe giryeban olurum, terahı firak çöker sineme, düri şem gibi giryeler dökerim, sinem şerha şerha bölünür. Filhal yegane virdim tez bir vuslat. Busemi izam ediyorum, kabul buyrun efendim.
NOT: Gülden Kale Düştü, Ahmet Karcılılar’ın kitabından alınmıştır.Cânum Pâresi Sultânum; Öyle nam sahibi ki sabah rüzgarı gibi merhamet artırıp saçar, öyle selâm ki gönül kapan şeker dudakların kavuşması gibi, öyle dualar ki âşıkların avazı gibi yanık, öyle övgüler ki derûnî arzuların ve kalbin meyillerinin sözleri gibi ateşi şûlelendirir, öyle kalp sâfiyatları ki sanki safâ nuruyla nurlanmış selvi boyluların yanakları gibi, öyle mensup olmalar ve bağlanmalar ki lâle yanaklıların sünbül gibi vefa kokularıyla kokulanmış, öyle yakarışlar ki başı göklere uzanan sancağın alemi gibi, öyle Mehdiler ki kendisinden yardım istenen Allah Teâlâ Hazretleri’nin katında ’Allah’ ’Allah’ nidaları gibi makbul (...) Benim Yûsuf yüzlüm, şeker sözlüm, latîf, nazenin sultanım, Allah dergahına yüzüm süpürge kılıp, bir derecede niyaz ederim ki, sizi benden ömren ayırmak sözü haram ola, mübarek yüzünüzü yine tez zamanda bana göstereKaynak: M. Çağatay Uluçay - Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları-
MEKTUPLAŞMANIN NE KADAR ÖNEM TAŞIDIĞINI GÖRÜYORUZ
GELELİM YÜCE ATATÜRK E GELEN BİR AŞK MEKTUBUNA BAKALIM NASILMIŞ -
Eleni’nin müzede dağıtılan ve Atatürk’e hitaben yazdığı aşk mektubu şöyle:’Çok seneler geçti, ben halen her gün senden haber bekliyorum. Herhangi bir zamanda mektubumu alırsan, beni hatırla. Kağıttaki gözyaşlarımı görebileceksin. Yıllar ve olaylar geçiyor, seninle ilgili çok şeyler konuşuluyor. Mektubumu okurken, başka kadını seviyorsan, mektubumu yırt.Manastırlı Eleni Karinte, bir gün tanıdığı ve aşık olduğu adama bütün ömrünü harcamıştır. Benim seni sevdiğim kadar, o kadını o kadar çok seviyorsan, kendisine hiçbir şey söyleme, senin kadar mutlu olmasını diliyorum. Fakat, balkondaki kızı hatırlıyorsan ve başkasını sevmiyorsan, seni beklediğimi ve ömrüm boyunca bekleyeceğimi bilmeni istiyorum. Döneceğini, beni unutmayacağını biliyorum. Babam vefat etti. Beni senden ayırdığından tam bir yıl geçti, beni eve kapattı ve bir ay çıkmama izin vermedi. Ağladım, biliyorum ki tüm kilitleri ve hapisleri boşuna harcadı. Beni evlendirecekleri adamı sadece bir kez gördüm ve kendisi bana onu sevebileceğimi söyledi. Ben kendisine, ‘Hayır, ben sadece ilk aşkımı seviyorum’ dedim. Babam beni hiç bir zaman affetmedi ve ben de kendisini affetmedim. O zamanlardaki gibi artık genç ve güzel değilim.Ebediyen seni seven ve seni bekleyen, Eleni Karinte’n.’
Değerli okuyucular gelelim dünyadakiilk mektup nasılmış bu gerçekten çok heyecan verici bir araştırma
Dünyanın İlk Aşk Mektubu
Dünyanın ilk aşk mektubu, Türkiye’de yazıldı...
Philadelphia Üniversitesi profesörlerinden Hilprecht, 1889-1900 yılları arasında Mezopotamya’nın Niffer Vadisi’nde bir kazı yaptı. Bu arada topraktan çıkarılan önemli bir vesika, içeriğinin ne olduğu bilinmeyen çivi yazısı ile yazılmış diğer binlerce levha ile birlikte, kazı yapılan yerin sahibi olan Osmanlı Hükümeti’ne teslim edildi. 70 bin levhanın içine sıkışmış bulunan bu tarihi vesika; 58 yıl sonra, dünyaca ünlü Sümerolog Muazzez Çığ ve Hatice Kızılay tarafından ele alındı. Bu taş levha üzerindeki yazının ne anlam içerdiği çözülünce, uzmanlar hayretler içinde kaldılar. Çünkü bu taş levha, dünyanın ilk aşk mektubuydu. Hem de Sümer Medeniyeti’nin en büyük kral ve kraliçesinin aşkını anlatan bir mektup...Milattan önce 2300 2500 yılları arasında Mezopotamya’da yaşayan ve şahane bir güzelliğe sahip olan Enlil adında Sümerli bir rahibe, Kral Su-Sin’e aşıktı. Sümerlilerin yeni sene bayramında, tesadüfen kralın gözüne çarparak onunla evlenmeğe muvaffak oldu. Evlendiği gün de aşk ateşi ile, sevgilisi krala bir şiir yazdı. Gerçek sevginin sembolü olan şiir sarayda o kadar beğenildi ki, daha sonra o devrin en ünlü mûsıki üstadları tarafından bestelendi ve kısa zamanda halk arasına kadar yayılarak ebedîleşti... Aşkını taşlara kazıtan güzel rahibe Enlil, mektubunda şöyle yazıyor:Güveyi, kalbimin sevgilisi,
Senin güzelliğin fazladır, bal gibi tatlı
Beni büyüledin,
Senin önünde titreyerek durayım,
Güveyi, seni okşayayım,
Benim kıymetli okşayışım baldan hoştur,
Bağışla bana okşayışlarını,
Benim beyim Tanrım,
Benim beyim baygınlığım,
Enlil’in kalbini memnun eden Su-Sin’im,
Bağışla bana okşayışlarını.Güzel bir rahibenin 4500 sene önce bir krala çivi yazısıyla yazdığı dünyanın ilk aşk mektubu, İstanbul Arkeoloji Müzesinde bulunmaktadır.
Topkapı Sarayı’nda Hürrem Sultan’a ait altı mektup bulunuyor. Aşkını süslü cümlelerle anlatıyor. Yazdıklarına bakarak onun yetenekli bir şair olduğunu bile söyleyebiliriz. Kanuni, yazılanlar karşısında mest oluyor. Bu mektuplarda bir kölenin hükümdara nasıl hakim olduğunu görebiliyoruz.Kanuni sürekli seferde olduğu için Hürrem Sultan ile sık sık mektuplaşıyorlar. Ona : ‘‘Canım paresi Sulltanım, biçare, aşkınız ile mübtela, Ferhad ile Mecnun’dan beter şeyda çakeriniz’’ diye hitap ediyor.
Bazı mektuplarında Hürrem Sultan isteklerde bulunuyor. Bir mektubunda padişahtan kendi adına yaptırdığı hamam için para istiyor. Ancak en önemlisi Kanuni’nin çocukluk arkadaşı ve sadrazamı Pargalı’yı idam ettirmesine neden oması. Kendi oğlu Murat’ın sultan olmasını istiyor. Bu hırsı Pargalı’nın idamına dahi sebep oluyor. Saraydan haberler de veriyor. Hatta bir mektubunda Kanuni’nin ilk eşi Gülfem Sultan’ın kolonyayı nasıl kullanılacağını bilmediği için içtiğini ve iki gün hasta olduğu için yattığından söz ediyor.”
Hürrem Sultan kendisinden söz ederken ‘‘zayıf, fakir cariye, çirkin yüzlü, ben fakiri yerden kaldırdınız’’ diyor. Bize kalan yedi mektupta Hürrem Sultan padişaha olan aşkını süslü cümlelerle anlatıyor, savaştaki Süleyman’ın kalbini teshir, asabını teskin, gönlünü feth ediyor…
İki oğlunu, sevgili sadrazamını öldürtürken, savaşırken gözünü kırpmayan Muhteşem Süleyman, bu mektuplarla mest oluyor. Öyle ya, her zaman hükümdarlar kölelere hakim olmazlar. Bazen de köleler hükümdarlara hakim olurlar.
**********************************************************************************
Canum Paresi Sultanum
Öyle nam sahibi ki sabah rüzgarı gibi merhamet artırıp saçar, öyle selam ki gönül kapan şeker dudaklıların kavuşması gibi, öyle dualar ki aşıkların avazı gibi yanık, öyle övgüler ki deruni arzuların ve kalbin meyillerinin sözleri gibi ateşi şulelendirir. (…) Benim Yusuf yüzlüm, şeker sözlüm, latif, nazeninSulltanım, Allah dergahına yüzüm süpürge kılıp bir derecede niyaz ederim ki; sizi benden ömren ayırmak sözü haram olsun, mübarek yüzünüzü yine tez zamanda bana göstere. Eğer denizler mürekkep, ağaçlar kalem olsa dahi bu ayrılığın açıklamasını yazabilirler mi? (…) BenimSulltanım, ‘Eğer yazımı okumuş olsaydın daha çok hasretler yazardın’ demişsiniz. Şimdi benimSulltanım, bu kadar yeter, canıma tesir ziyade oldu. (1. Mektuptan).
**********************************************************************************
Bu elbiseyi hatırım için giyesiniz :
1526 yılında Hürrem Sultan, Kanuni Sultan Süleyman’a yazdığı bir mektupta gözyaşını damlattığı bir elbise gönderdiğinden bahsediyor:
“Ömrüm, azizim, sultanım, Allah’tan tek dileğim ve yüreğimin biricik arzusu, size tekrar kavuşabilmek ve ışık saçan yüzünüze bir defa daha bakabilmektir. Rabbimden elbette dilerim ki benim sultanım, candan ve gönülden sevdiğim şahım, dünyada ve ahirette hep mutlu olsun. İyi biliyorum ki benim sultanım, bu kulunu, kaderin bir cilvesiyle gördü ve sevdi, bu kuluna mutluluk ve huzur ihsan etti. Bu yüzden, mutlu olacağım gün, sadece size kavuşacağım gündür. Size, gözyaşlarımı damlattığım bir elbise gönderdim. Hatırım için giyesiniz. Fakir ve hakir cariyeniz Hürrem”
********************************************************************************
“Hazret-i Sultanım,
Yüz(ümü) yere koyup kutsal ayağınızın bastığı toprağı öptükten sonra, benim devletimin güneşi ve sermayesi sultanım, eğer bu ayrılığın ateşine yanmış ciğeri kebap, göğsü harap, gözü yaş dolu, gecesi gündüzünden ayırt edemeyen, özlem denizine düşmüş çaresiz, aşkınız ile divane, Ferhat ile Mecnun’dan beter tutkun kölenizi sorarsanız ne ki sultanımdan ayrıyım. Bülbül gibi ah ve feryadım dinmeyip ayrılığından (öyle) bir halim var ki Hak kafir olan kullarınadahi vermesin. Benim devletim, benim sultanım, ayrıca bir buçuk ay oldu ki sultanım tarafından bir haber belirmedi. Hak en çok bilenlerinbilenidir ki, bu gidişle rahat yüzü görmeyip gece sabaha dek, sabahtangeceye dek bidüziye ağlayıp kendi hayatımdan el yuyup, dünya gözüme dar olup, bilmem ne edip neyleyeceğim. Zar eyleyip ağlayıp inleyerek gözüm kapıları gözlerken o eşi ve benzeri olmayan alemlerin Rabbi, aleme acıyan Allah, bütün aleme yardım edip, fetih haberini yetişti ve işitince Hak biliyor ki benim padişahım, benim sultanım, ölmüş idim taze can bağışladı. Yüce Allah’abin şükürler, o yüce kapısına varılıp şenlikler mutluluklar oldu. Bütün alem karanlıklar içinden çıkıp Hakkın esirgeyiciliğine daldılar Allah’a şükürler olsun, minnet o Hüda’ya. Daima benim sultanım, benim padişahım, dünya ve ahiret sultanı dayanağım, dünyaya baktığım iki gözümün ışığı, şahım sultanım, gazalaredip düşmanları toprak olup memleketler alıp yedi iklim zaptedesin. İnsan ve cin emrinize boyun eğip her bela ve kazadan Hak saklayıp kutsal kalbinden geçen her muradını kolay ede. Yardımcın olan Hızır İlyas arkanda olsun. Bütün emriler, peygamberler üzerinizde hazır ve nazır ola. Bütün dünya, mutlu gölgenizde hoşça yaşayıp mutlu ve gülen olalar.” (3. Mektuptan)
**********************************************************************************
“Canımın Paresi Sa’âdetlü Sultânım Hazretlerine derûn-ı gönülden enva’-ı büsyâr can u dilden sad-hezârân hezâr bin dürlü hasret iştiyaklarıyla bin bin du’alar ve senalar edüb yüzümü hâk-i pay-i şerife sürüb mübarek dest-i şerifinizi pus ederim.
Benüm iki gözüm yoluna kurban olduğum devletlüm Padişahım, ümiddir ki, ben biçare cariyenizi kabul-ı müştak-ı azîm buyurula. Benim devletlüm ve benüm saadetim sultanım, mübarek mizac-ı şerifiniz nicedir? mübarek başınızdan ve cemi” azanızdan olsun ve mübarek ayağınızdan nicesiz? Şimdilik benüm devletlüm benüm sultanüm tamam hüsn-i afiyet üzeresiniz.
Benim iki gözüm devletlüm Padişahım, Bârî-i Te’alâ Hazretinden hâcetüm budur ki, Hazret-i Hak vücud-ı şerifini cem? hatalardan ve belâlardan saklayub hemîşe hakkın hıfz-ı emânında olub ömr-i Nuh süresiz inşaallah.
Benim Padişahım, benüm devletlüm, andan sonra Sultânım Cihangir Şah’ımın gözlerinden öperim. Andan sonra benüm saadetüm Hanum Peyk dürlü iştiyak ile yüzler sürüb hâk-i pay-i şerifinizi öper. Hüma Şah Ayşeciğim dahi Peyk Kadun hâk-i pay-i şerifinize yüz sürerler. Ümiddir ki, kabul oluna. Benüm Devletlüm, andan sonra sultanüm şehir ahvâlinden sorulursa, bi hamdillah emn ü emân üzere olub can u dilden sultanıma du’alar edüb cemî1 âlem sultanıma müştaklardır. Benüm devletlüm baki ne demek lâzım vesselam. Kemine Cariyen”.
**********************************************************************************
Yüzümü yere koyup ayağına kapandığım sultanım hazretleri, güneşim ve mutluluk kaynağım, ayrılık acısıyla ciğeri kebap olmuş, gecesi gündüzüne karışmış, hasret denizinde boğulmuş bu çaresiz kulunuzun halini sorarsanız, biliniz ki sultanımdan ayrı kaldığım için inleyen, feryat ve figan eden bir bülbül gibiyim. Allah çektiğim bu acıyı kimseye yaşatmasın…”
TARİHTE GİZLİ KALMIŞ AŞK MEKTUPLARINDA BAKALIMMI
SEVGİLİ DOSTLAR
Victor Hugo’dan Juliette Drouet’ye (31 Aralık 1851)
Bu, zulmet ve şiddet dolu günler boyunca harikuladeydiniz, Juliette’im. Sevgi istedim, verdiniz, teşekkürler! Gizlendiğim yerlerde, sürekli tetikte beklemekle geçen gecelerin sonunda, kapımda, parmaklarınızda titreşen anahtarların sesini işittiğimde o kötülükler ve karanlıklar yok oluyordu; içeriye ışık giriyordu. Çatışmanın kesildiği demlerde yanıbaşımda olduğunuz o korkunç ama bir o kadar da tatlı saatleri asla unutamamalıyız. O küçük karanlık odayı, tavandan, duvarlardan sarkan o eski şeyleri, yan yana duran iki koltuğu, masanın bir köşesinde yediğimiz yemeği, getirmiş olduğunuz o soğuk tavuğu ömrümüzce unutmayalım; tatlı s ohbetlerimizi, okşamalarınızı, kaygılarınızı, adanmışlığınızı hep anımsayalım. Beni sakin gördüğünüze şaşırmıştınız. Bu dinginlik nereden geliyor biliyor musunuz?
Sizden...
---------------------------------------------------------
Einstein’den Mileva’ya (6 Ağustos 1900)
Babam da bir ahlak dersi mektubu yazdı bana. Ama asıl işin konuşularak halledileceğini söyledi, bu yüzden çok sevinçliyim. Büyüklerimi çok iyi anlıyorum. Kadını erkeğin bir lüksü olarak, erkeğin ancak çok iyi yaşam koşullarına sahip olunca hak edebileceği bir şey olarak görüyorlar.
Açlık ve aşk yaşamın çok önemli güdüleridir. Öyle ki öteki layt-motifler bir kenara bırakılsa bile hemen her şey bunlarla izah edilebilir. Bu yüzden anne ve babama –iyi ve güzel bulduğum bir şeyden taviz vermeden – saygılı davranmaya çalışıyorum. Ve o da sensin, benim sevgili hazinem.
Sen, kendi ailene henüz söylemediysen, bırak söyleme. Sanırım böylesi herkes için daha iyi. Belki onlar da tıpkı benimkiler gibi bir sürü lüzumsuz dert yaratırlar ve çile çekerler. Ama sen akıllı bir kızsın, ve onları tanıyorsun, dolayısıyla nasıl davranman geretiğini de çok iyi bilirsin.
Sen yanımda olmadığında sanki ben tam olarak kendim değilmişim gibi geliyor bana. Oturursam yürümek istiyorum, yürüyorsam eve dönmeye can atıyorum, eğleniyorsam, çalışmak istiyorum, çalışmıyorsam huzursuz oluyorum ve yatmaya gittiğimden yaşadığım günden hoşnut olmuyorum.
Sevgili Pisiciğim,
Az önce, Leonard’ın ultraviyole ışıktan katot ışınlarının elde edilmesine dair muhteşem bir makalesini okudum. Bu güzel yazının etkisiyle öyle bir mutlulukla doldum ki, s enin de bundan mutlaka payını alman lazım. Moralini bozma sevgilim ve kuruntulara kapılma. Seni bırakmayacağım ve her şeyi mutlu sona vardıracağım. Sadece birazcık sabır.
--------------------------------------------------------
Napoleon Bonaparte’tan Josephin’e Paris (28 Ekim 1795)
Bir tek günüm bile geçmedi yüreğimde senin sevgin olmadan, bir tek gecem bile geçmedi seni kollarımla sarıp sarmalamadığım, beni yaşamımın ruhundan uzaklaştıran zafer ve tutkuya lanet etmeksizin bir tek fincan çay bile yudumladım. İş güçle meşgulken, orduları komuta ederken, savaş meydanlarını aşarken, benim tapılası Josephinem, hep kalbimin tahtında oturuyor, zihnimi meşgul ediyor, düşüncelerimi alıp uzaklara götürüyorsun. Senden, Rhöne’un suları kadar hızlı ayrılmamın nedeni seni en kısa zamanda yeniden görmek isteyişimdir. Eğer gece yarıları çalışmak için kalkıyorsam bunu benim tatlı sevgilim belki birkaç gün önce gelir diye yapıyorum, ama sen 23-26 Ventöse tarihli mektubunda bana ’siz’ diye hitap ediyorsun.Sensin ’siz’! Ah, kötü kız! Nasıl yazabildin böyle bir mektubu? Ne kadar da soğuktu! Ve değerli dostlarım çok farklı bir mektup işe yazımız sona eriyor ..
bu da çok değerli bir mektup
Ey Oğul!
Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar,
uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana..
Ey Oğul!
Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teala yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç,
ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize vaat edilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz.
Ey Oğul!
Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin.. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima
sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!.. Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır.
İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin gördüğügibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve
adaletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir...
Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.
Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervasız, kahraman, gözü pek) derler.
En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir. Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar.. (Bu nasihat Osmanlıyı 600 sene yaşatmıştır.) İnsan bir kere oturdu
mu, yerinden kolay kolay kalkmaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar. Laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!..
Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur. Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı... Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü,
zaman yok, süre az!..
Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek
ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!.. Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez.
Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın.
Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın.
Not: Osman Bey, vefatında 68 yaşında idi. Tarih ise, Ağustos 1326’yi gösteriyordu. (Allah rahmet eylesin.)
Vefat ettiğinde geriye bıraktığı mal varlığı şunlardı : Bir at zırhı, bir çift çizme, birkaç tane sancak, bir kılıç, bir mızrak, bir tirkeş, birkaç at, üç sürü koyun, tuzluk ve kaşıklık ......................
Evet değerli dostlar siz siz olun mektup yazmayı bir kezde günümüzde deneyin inanın çok rahatlayacaksınız çünkü yazmaktır insanı dertlerinden ayrı tutan ...
sevgilerimle
hoşça kalın ama dostça kalın
Ayşegül Aşkım Karagöz
YORUMLAR
Harika bir çalışma.
Baştan sona sabırla okudum...
Buraya ekleme yapmak isterdim ama onlar mektup kategorisine girer mi bilmem...
- Oğuz Kağan'ın oğullarına öğütleri (Oğuz kağan Destanında geçer)
Ay oğullar, köp men aşdum.
Uruşgular köp men gördüm.
Çıta birle köp ok atdum.
Aygır birle köp yürüdüm.
Düşmanlarımnı ığlagurdum
Dostlarımnı men kültürdüm
Kök tengrige men ötedim
Senlerge bire men yurtum
Günümüz Türkçe'sindeki karşılığı:
Ey oğullar ben çok yerler aştım.
Çok savaşlar gördüm.
Yay ile çok ok attım.
Atla çok yürüdüm.
Düşmanlarımı ağlattım.
Dostlarımı güldürdüm.
Gök Tanrı'ya borcumu ödedim.
Yurdumu sizlere veriyorum.
- Bilge kağan'ın öğütleri (Orhun Yazıtlarında geçer)
Türk oğuz begleri, budun, eşiding: Üze tengri basmasar, asra yir telinmeser, türk budun, ilingin törüngin kim artatı, udaçı erti? Türk budun ertin, ökün! küregüngün üçün igidmiş Bilge Kaganıng ertmiş barmış edgü ilinge kentü yangıldıg yablak kigürtüg.
Günümüz Türkçe'sindeki karşılığı:
Türk, Oğuz beyleri, Ulus, işitin: Üstünüzdeki mavi gök çökmese, altınızdaki yer delinmese, Türk Ulusunu, ilini, töreni kim bozabilir? Türk Ulusu, vazgeç, pişman ol! Disiplinsizliğinden dolayı, beslemiş olan Bilge Kağan'ınla, hür ve bağımsız iyi ülkene karşı kendin hata ettin, kötü hale soktun.
- Maryus'un Kozet'e mektubu (Sefiller romanında geçer)
Evrenin küçülüp bir varlık haline dönüşmesi, tek bir varlığın genişleyip Tanrı'ya kadar erişmesi, işte aşk budur...
Aşk, meleklerin yıldızlara selamıdır.
Aşkla üzüntülü olan gönül ne kadar üzüntülüdür!
Tek başına tüm dünyayı dolduran varlık ortada yoksa ne büyük bir boşluk duyulur. Sevilen varlığın Tanrılaştığı ne kadar doğru. Tanrı yaradılışı ruh için,ruhu da aşk için yaratmamış olsaydı aşkı kıskanırdı.
Krepten beyaz, süslü bir şapkanın altında yarım yamalak görülen bir gülüş, rüyaların sarayına girmesini bile sağlar.
Tanrı, her şeyin ardındadır. Ama her şey Tanrı'yı saklar. Nesneler kap kara, yaratıklar arkaları görülemeyecek gibi renklidir. Sevmek, her şeyi saydamlaştırmak demektir.
Bazı düşüncelerle dualar arasında fark yoktur. Vücut ne halde durursa dursun, ruhun diz çökmüş durumda olduğu anlar vardır.
Ayrı düşmüş sevgililer, gerçekliği olan binlerce hayalle bu ayrılığı yenerler. Birbirlerini görmelerine, yazışmalarına engel olurlar, ama onlar yine de iletişimdedirler. Kuşların şarkılarını, çiçeklerin kokularını, güneşin ışığını, yıldız parıltılarını birbirlerine gönderirler. Neden olmasın! Tanrı'nın tüm yarattıkları sevgiye hizmet etmek içindir. Aşk, bildirileriyle tüm doğayı değiştirecek kadar güçlüdür.
Ey bahar, sen, benim ona yazdığım bir mektupsun.
Gelecek, kafalardan çok gönüllerindir. Sevmek, işte sonsuzluğu doldurabilecek ve ilgilendirebilecektir. Sonsuzluğa tükenmez olan yaraşır.
Aşk, ruhtan çıkar. İkisinin de özü aynıdır. Ruh gibi tanrısal bir kıvılcımdır. Onun gibi bölünmez, yitip gitmez, bozulup çürümez. Aşk, bizde bulunan ateşten bir noktadır. Ölümsüz ve sonsuzdur. Onu hiçbir şey sınırlayamaz ve söndüremez. Onun da iliklerimizde yandığını ve göğün derinliklerinde ışıldadığını görürüz.
Ey aşk, tapınmalar... Birbirini anlayan iki düşüncenin, uyuşan iki kalbin, biribirine sızan iki kalbin tadı... Bana döneceksiniz mutluluklar, değil mi? Kimsesizlikte iki kişinin dolaşması. Kutsal ve ışıklı günler. Arada bir meleklerin getirdikleri zamanlardan bazılarının yeryüzüne inip insanların alın yazısına karıştığını hayal etmişimdir.
Tanrı'nın sevgililerin mutluluğuna, sevginin süresini uzatmaktan başka katkısı olamaz. Bir aşk hayatından sonra bir aşk sonsuzluğa. Bu, bir fazlalaştırmadır. Ama bu dünyada duyulan aşkın dile gelmez mutluluğunu arttırmak Tanrı'nın bile elinde değildir. Tanrı göğün doluluğu, aşk insanın doluluğudur.
İnsan bir yıldıza iki nedenle bakar. Öncelikle yıldız ışıklıdır, sonra içine sızılması, anlaşılması olanaksız bir varlıktır. Oysa bizim yanıbaşımızda daha tatlı bir ışık ve daha anlaşılmaz bir varlık yaşıyor: Kadın...
Kim olursak olalım, hepimizin nefes almamızı sağlayan yaratıklar vardır. Bu yaratıklar yanımızda olmazsa nefes alamayız, soluğumuz kesilir, ölürüz. Aşksızlıktan ölmek korkunç bir sondur. Bu ruhun zehirlenmesidir.
Aşk, ikl varlığı melekvârî ve kutsal bir birlik için erittiği zaman bu iki varlık hayatın sırrını bulmuş olurlar. Onlar aynı alın yazısının iki yüzü gibidirler. Aynı gönlün iki kanadıdırlar. Sevmek, uçmak demektir.
Bir kadın ışıkların içinden çıkıp önünüz sıra yürüdüğü an mahvoldunuz demektir. Artık aşıksınız. Yapacağınız tek şey onu sizi düşünmeye zorlayacak kadar, şiddetle düşünmektir...
Aşkın başladığı işi ancak Tanrı bitirir.
Gerçek aşk bulunan bir eldiven veya mendil yüzünden neşelere kapılır ve üzüntülerin en koyusunu çeker. Umutları ve bağlılığı için sonsuzluğa ihtiyacı vardır onun. Aşk, hem en küçük, hem de en büyük unsurlardan oluşmuştur.
Bir taşsanız, çekici bir taş olur. Bitkiyseniz, duyulur bir bitki olun. İnsansanız sevgi haline dönüşün.
Aşk, hiçbir şeyle yetinmez. Mutlu olunca Cennet arzu edilir, Cennet'e kavuşunca gökyüzünün özlemi çekilir.
Ey sevenler, bunların hepsi aşktandır. Arayıp bulmaya çalışın onları.
İnsanın öz benliğinin adresini bilmemesi ne acıdır.
Aşkın çocukça yanları, öteki ihtirasların küçüklükleri vardır. İnsanı küçülten ihtiraslar, ne kadar utansalar yeridir. İnsanı çocuklaştıranlar şerefli ihtiraslardır.
Bir garip şey, biliyor musunuz? Ben gecelerin içindeyim. Bir varlık çekip gitti ve kendisi ile birlikte gökyüzünü de götürdü.
El ele, yan yana aynı mezarda yatmak ve ara sıra parmaklarımızla sevişmek, bu benim ölümsüzlüğüme yeter...
Sevdiğiniz için acı çekiyorsanız, daha fazla sevin. Aşk yüzünden ölmek, o yüzden yaşamak demektir...
Sevmek... Bu acıya karanlık ve yıldızlı bir değişim katılmıştır. Can çekişmeye katılmış vecd halidir sevmek...
Ey! kuşların neşesi. Onların neşesi bir yuvaları olmasındandır.
Aşk, Cennet havasının güzelce solunmasıdır.
Derin kalpler, ince düşkünler, hayatı, tanrının onu yarattığı gibi kabullenin. Bu uzun bir sınav, bilinmeyen bir geleceğe yapılan anlaşılmaz bir hazırlıktır. Bu gelecek, abu alın yazısı, insan mezara adımını attığı andan başlar. O an insana bir şey görünür gibi olur ve insan belirli olanı görmeye başlar. "Belirli olan" sözüne dikkat edin. Yaşayanlar yalnızca sonsuz olanı görebilirler. Oysa belirli olanı görmek yalnızca ölülere vergidir. Yaşadıkça sevin, acı çekin, umutlanın ve düşünün. Vücutlardan, biçimlerden, görünüşlerden başka birşeyi sevmemiş olan kişi, ne yazık ki seni umutsuzluk bekliyor. Ölünce her şeyi kaybedeceksin. Ruhları sevmeye çalışın, onlara tekrar kavuşursunuz.
Yolda, aşktan deliye dönmüş yoksul bir delikanlı gördüm. Şapkası eski, elbisesi delik deşikti. Ayaklarının içine sular ve ruhuna yıldızlar doluyordu.
Sevilmek ne yüce duygudur. Sevmek ondan da yüce bir duygudur. İhtiras duya duya kalp yalnızlaşır. İçinde yabancı tek bir şey bulunmayacak şekilde saflaşır. Yüce ve yüksek şeylere dayanır yalnızca. Bir buz dağına üzerinde bir diken nasıl iz bırakmazsa, aşağı düşünceler de böyle bir kalpte yer edemezler. Yücelmiş olan ruh aşağılık heyecanlara kapalıdır. Bu dünyanın bulutlarının gölgelerini, deliliklerin, yalanların, nefretlerin, kendilerini beğenmişlerin üzerinden bakar ve göğün mavisinde gezinir. Ve yalnızca alın yazısının ta derinlerden gelen sarsıntılarını duyar. Bu bakımdan yer, duyan doruklara benzer.
Seven bir tek insanın kalmadığı zaman güneşin ışığı da kalmayacaktır...
- Rhett Buttler'in Scarlett'e aşk sözleri (Rüzgar Gibi Geçti romanında geçer)
Hislerimin yüksek ateşiyle sizi rahatsız ettiğim için özür dilerim, sevgili Mrs. Kennedy... Beni bağışla, biricik Scarlett'im. Gel bana. Geçmiş yıllarda, kalbimde, size karşı beslediğim dost duyguların zamanla olgunlaşıp büyük bir aşk haline gelmiş olması gözünüzden kaçamaz. İnanın ki, aşk, dostluktan daha güzel, daha saf, daha kutsal bir duygu. Bilmem ki, nasıl anlatsam size bu duygularımı... Beni bu kadar cesaretlendirenin aşkım olduğuna inanmanızı isterdim.
- Atatürk'ün Türk Gençliğine Mektubu:
Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr-ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
Çalışma için kutluyorum Kızım.
superbaba tarafından 10/1/2013 5:29:00 PM zamanında düzenlenmiştir.
Uzunca bir yazı.
Böyle yazılara pek değer vermiyor, dikkate almıyor insanlar...
Oysa,
ne cevher gizli oluyor o uzun cümlelerin, paragrafların arasında.
Okuyunca,
gözlerinizden ruhunuza akınca zevkine varıyorsunuz değerin...
Çok güzel bir çalışma...
Mektuplara hasret kalmayan var mı?
Belli bir yaş sınırın üzerinde olan,
telefonların, santrallerden aktarılarak kullanılabildiği zamanlarda,
düşüncelerini, duygularını, haberlerini, mektuplarla sağlıyorlardı.
Bayramlarda,
postanelerin önlerinde,
boy boy, çeşit çeşit kartpostallar olurdu...
Ne çok mutlu olurduk postacı kapımızı çaldığında,
bir sevdiğimizden mektup getirdiğinde...
Çok güzel bir çalışma idi...
Her satırını, her cümlesini ilgi ve itina ile okudum...
Verilen örnekler de çok güzeldi...
En güzeli,
Osman Gazi'ye yazılandı...
Bu kadar uzun olduğunu bilmiyordum...
Gerçekten güzelmiş...
Elinize, emeğinize sağlık diyorum...
Döktüğünüz alın terine değdi inanın...
merhabalar gönlü güzel insan;
sıkılmadan okudum baştan sona kadar..çünkü mektup yazmayı ve almayı çok çok seven biriyim..zaten yazılarım kısmına göz atarsanız bunu çok rahat görürsünüz..bende çok üzülüyorum şu mektup olayının bitişinden..sanal haberleşmelerden..hala sakladığım eş-dost, sevgili seven mektuplarım var..saklıyorum çocuklara ve torunlara kalsın..bakın siz yüz yıllar öncesini getirdiniz gönüllere..ne güzel ne hayırlı bir iş yaptınız..çok haz aldım..bir kez daha saygı duydum duyarlı narin ve nezih yüreğinize..kutluyorum emeği ve sevgi dolu yüreğinizi..