- 898 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HARAM
Çöl uçsuz bucaksız uzanıyordu. Cehennemi bir sıcak vardı Afrika’da. Kaktüs bitkileri, bazı çöl dikenleri ve birkaç çalıdan başka bir bitki örtüsüyle karşılaşmamışlardı bu saate kadar. Yanındaki kameramana baktı alnında boncuk boncuk terler sıralanmıştı. Aracın kliması sonuna kadar açık olmasına rağmen fayda etmiyordu. Kameraman her an bir görüntü elde edebilirim düşüncesiyle kamerasını hazırlamış ve pusuya yatan bir avcı hassasiyetiyle beklemeye başlamıştı. Konak yerlerine az kalmıştı. Yol boyunca birkaç antilop, birkaç sırtlan ve bir tane de kocaman kertenkele görmüşlerdi. Biraz daha ilerleyince konaklayacakları yer göründü. Konak yerlerine vardıklarında ilk iş aracı gizlemek oldu. Burası baharda az da olsa yağan yağmurlarla suyu yükselen yazın ortalarında da suyu çekilen bir nehirdi. Burası sürek avı yapan maceraperest avcılar ve belgesel film yapımcıları için eşine az rastlanır bir yerdi. Ortalık oldukça sakin görünüyordu. Bu arada son hazırlıkları tamamlamak için araçtan indiler. Çöl havası gölgede bile çok sıcaktı. Biraz sonra yabani hayvanlar buraya su içmeye gelebilirlerdi. Çok sürmeden dişi bir kaplan yavrularıyla su içmeye geldi. Bu yavrular avlanamayacak kadar küçük süt ememeyecek kadar da büyüktü. Nehir timsahlarla doluydu ve yavrular bu görünmez tehlikelere karşı son derece tecrübesiz ve savunmazdı. Bu nedenle su kenarında bir süre bekledi ve yavrularını da sudan uzak durmaları konusunda uyardı. Yavrularına su içirirken onları timsahlara yem etmek istemiyordu. Bu nedenle nehrin -içinde timsahların yüzemeyeceği-derin olmayan bir yerini seçti. Yavrular suyu içtikten sonra anneleri onları güvenli bir yere götürüyordu. Birazdan burası çok kalabalık olacaktı ve yavrular bu kalabalıkta zarar görebilirlerdi. Anne kaplan yavrularını birkaç yüz metre ilerideki yuvasına götürdü ve kendisi tekrar nehir kenarına gelerek avlanma hazırlığına başladı. Önce gergedanlar geldi oldukça kalabalık olan bu gruba tek başına olmasından ve gergedanların kolektif savunma anlayışını bildiğinden saldırmaya cesaret edemedi. Biraz daha beklemeliydi. Bu arada yavrular yuvada açtı ve bugün mutlaka bir şeyler yemeliydi. Nehrin kenarında timsahlardan arta kalan leş artıkları vardı; ama anne kaplan bunları yavrularına götürmek yerine beklemeyi tercih etmişti. Biraz sonra bir grup ceylan ürke ürke su içmeye gelmişlerdi. Onlar da sudaki görünmez tehlikenin farkındaydı ve bu yüzden oldukça temkinli hareket ediyorlardı. Grubun lideri suya çok ağır adımlarla yaklaşıyor ve sık sık duruyordu. Bu arada anne kaplan sinsi sinsi yaklaşıyordu otların arasından. Grubun lideri kaplanın kokusunu almıştı ve bütün dikkatini o kokunun geldiği tarafa yoğunlaştırmıştı. Bu arada beklenmedik bir şey oldu ve bir timsah sudan başını çıkararak bir hamlede geyiği ayaklarından yakalamıştı. Bu ana kadar ne belgesel çeken ekip ne de ceylanlar timsahın orda olduğunu fark edememişlerdi. Liderini timsaha kaptıran grupta tam bir panik hâkimdi. Sürü hızla kaçışmaya ve sudan uzaklaşmaya çalışıyordu; oldukça kalabalık olmaları ve su içecekleri yerin dar olması manevra kabiliyetlerini sınırlıyordu. Bu arada sürünün içinde yavrular da vardı ve onlar ne olduğunu anlayamadan bazıları ezilme tehlikesi geçirmişti. Anne kaplan bu anı çok iyi değerlendirmeliydi ve öyle de yaptı sürü o dar bölgeden çıkmadan saldırıya geçti ve bir yavru ceylanı yakaladı. Sürü timsahın şokunu üzerinden atamadan kaplanın saldırısıyla da karşılaşınca daha da büyük bir kargaşa oldu. Bu kargaşa ve korku sürünün ordan çıkmasını hızlandırdı. Anne ceylanlar bu kargaşa içerisinde yavrularını aramaya koyuldular. Yavrusunu bulamayan bir anne ceylan sürüden biraz geride kaldı ve kaplanın ağzındaki yavrunun kendi yavrusu olduğunu görünce kaplana uzun bir süre baktı ve hüzünlü bir ses tonuyla yavrusuna hoşça kal der gibi yaptı. Sürünün ardından koşmaya başladı. Koşarken ara sıra dönüp arkasına bakıyordu. Belgesel film çeken ekibin bu manzara karşısında gözleri doldu. “Allah rahmeti yüz parçaya böldü bir parçasını kâinata dağıttı doksan dokuz parçası kendi yanında.”hadis-i şerifi aklına geldi. O bir parça rahmetten kâinattaki bütün canlılar nasiplenmiş diye düşündü ve ardından büyük bir zatın : “ İnsan olsun hayvan olsun bütün annelerin yavrularına olan şefkatleri Allah’ın kullarına olan şefkatlerinin yanında denizde bir damla kadar bile değil.”sözünü hatırladı. Kaplan yakaladığı yavru ceylanı birkaç yüz metre ilerideki yavrularına götürdükten sonra kendi karnını doyurmak amacıyla yeniden avlanmak için nehrin kenarına yaklaşıyordu. Kaplanın ceylanı yakalayışı ve ceylanın sürünün arkası sıra gidişi bir sinema perdesi gibi gözünün önünde tekrar tekrar canlanıyordu kameramanın. İçinde kabaran isyan duygularını bastırmaya çalışırken ruhuna bir tefekkür penceresi açılmıştı ki az sonra üç el silah sesi duyuldu. Bu silah sesi onu ve ekip arkadaşını çok şaşırtmıştı. Gerçi burası avcıların uğrak yerleriydi; ama gelirken yolda kimseleri görmemişlerdi. Biraz sonra dört kişilik bir safari ekibi vurdukları dişi kaplanı neşe büyük bir iş başarmış gibi içinde araçlarına yüklerken kameraman olanlara manasız gözlerle bakıyordu. Belgesel yapımcısı arkadaşı ona bir açıklama yapma gereği duydu.
Arkadaş! Masum bir insana veya hayvanlara gelen felâketlerde, musibetlerde, insan aklının anlayamadığı bazı sebepler ve hikmetler vardır. Allah’ın iradesinin kanunlarından oluşan şeriat-ı fıtriye hükümleri, yalnız aklın bulunmasına bağlı değildir ki, aklı olmayan bir şeye uygulanmasın. O şeriatın hükümleri kalp, his, yeteneğe bakar. Bunlardan ortaya çıkan işlere, suçlara, o şeriatın hükümleri uygulanır ve suçlular cezalandırılır. Arkadaşının anlamadığını görünce konuyu biraz daha açıklama gereği duydu. Meselâ: Bir çocuk, eline aldığı bir kuş veya bir sineği öldürse, Allah’ın yazılı olmayan kanunlarından olan şefkat kanununa aykırı hareket etmiş olduğundan bu hareketinden dolayı, bir yerden düşüp başı kırılırsa buna müstahak olur. Çünkü bu musibet, o hatasına cezadır. Bunun şimdiki olayla bağlantısı, alakası ne?”dedi kameraman. Belgesel yapımcısı şöyle devam etti. Bu dişi kaplan
,kendi evlatlarına olan şefkatinden onların karnını doyurmak için zavallı ceylanın susuz yavrusunu parçalayıp yavrularına rızık yaptı. Bu hareketi Allah’ın tabiattaki kanunlarına uygun düşmedi ve Allah(CC) onun bir avcı tarafından öldürülmesine müsaade etti. Yavruları açtı ve kaplan onları doyurmak zorundaydı.”dedi kameraman. Yapımcı ise aslan ve kaplan İyi yırtıcı hayvanların helal rızıkları ölmüş hayvanlardır sağ hayvanları öldürüp rızık yapmak Allah’ın kâinatta koyduğu şeriat kanunlarına göre haramdır. Kaplanın görevi bu değil mi avlanmak? Hayat bir mücadeleden ibaret değil mi? Güçlüler güçsüzleri yutar. Hayır, dedi yapımcı. Hayat bir mücadele değil, hayat bir yardımlaşmadan ibarettir. Mesela bir hayvan ölünce onu önce başka bir hayvan yer ve hem karnını doyurur hem onun cenazesini kaldırmış olur hem de insanların o leşin kokusundan rahatsız olmasının önüne geçmiş olur. Sonra kalan parçaları çürükçül adı verilen küçük kurtçuklar yer ve o leşin kırıntılarının toprağa karışmasını sağlar. Madensel tuzdan ibaret olan bu kırıntılar topraktaki su vasıtasıyla çözüldükten sonra bitkiler tarafından topraktan alınır. Sonra o bitkileri bir etobur hayvan yer ve onu da bir otobur hayvan yer bu şekilde bir besin zinciri oluşmuş olur. Gördün mü sana göre bir savaş bir mücadele gibi görünen olayın perde arkasında bir yardımlaşma kanunu işliyor.
Bu dünya, mükemmel bir şehir gibidir. Bu şehrin fertleri arasında hikmetli bir tanışma, yardımlaşma ve ikramlı bir cevaplaşma vardır. Çünkü görüyoruz ki; şu âlemin bütün fertleri birbirinin yardımına uzun ve eğri büğrü yollardan ve umulmadık bir vakitte, tam ihtiyaç zamanında vazifelerini hiç aksatmadan süratle koşuşuyorlar.
Eğer dikkatle bakarsan her baharda bitkilerin rahmet hazinesinden erzakı alarak yüklenip kışta erzakı tükenen hayvanların imdadına koştuklarını görürsün. Sonra güneşin bunları yaz sofrasında pişirdiğini görürsün. O aklı olmayan güneş Allah’ın kâinatta cari olan kanunlarına göre hizmetkârı olduğu insana hizmetten bir an olsun geri kalmamıştır. Patlıcanı morartmak, biberi yeşertmek ve domatesi kızartmak gibi her gün gördüğümüz; ancak kıymetini takdir edemediğimiz büyük hizmetiyle insanın yardımına koşmaktadır. Sonra hayvanlara baktığımızda, bal arısı ve ipekböceği gibi hayvanlar Rahman’ın hazinesinden balı ve ipeği alıp, insanlara ulaştırdıklarını görüyoruz. Tavuk yumurtasıyla, inek, koyun keçi vb. hayvanlar sütüyle insanların yardımına koşuyorlar. Diğer hayvanları sen kıyas et.
Canlı ve cansız bütün varlıklar farkında olsunlar veya olmasınlar Allah’ın askerleridirler. Onun koyduğu kanunlara uymak zorundadırlar. Bu kanunlar insanlara ilahi kitaplar vasıtasıyla yazılı olarak hayvanlara ise yazısız olarak bildirilmiştir. İnsanların tabiat kanunları dedikleri bu kanunların uygulanması ve canlıların bu kanunlara aykırı hareketlerinden sorumlu olması için aklı olmasına gerek yok. Çünkü bu kanunlar yazılı kanunlar değil. Bu kanunlara uymayanlar bugün şahit olduğumuz gibi anında cezalandırılır. Boynuzsuz koçun hakkını boynuzlu koçtan alan Allah hiçbir suçu cezasız bırakmaz. Affederse o müstesna tabi ki. Şefkatini Allah’tan ileri sürme ki, acı çekmeyesin. Onları yaratan zat elbette onlara senden daha merhametli o abes iş yapmaz. Kameraman hep televizyonlarda izlediği manzaraları bu bizzat yaşamıştı. Çekim malzemelerini toplarken bir yandan da “Aslan ve kaplan gibi hayvanların helal rızıkları ölü hayvanlardır. Canlı hayvanları yemek şeriat-ı fıtriyece haramdır.”diye mırıldanıyordu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.