Bayat
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Sessizlik,
Ve benim umutsuzluğum.
Ömrün epey bir çoğunluğu geçmiş, yine geçer. İster penceredeki mevsim güz olsun ister yaz olsun, yine geçer. İçinde bulunduğun mevsimin gereğince geçer. Keşke geçmese.
Geçenlerde aynı cümleyi farklı kelimelerle ben de düşünmüştüm. Bak dedim kendi kendime, iki adım sonra tamamen silinecek varlığımın o ufak tefek delilleri de. Hatta bir an firavunlaşıp bütün kalemleri toplatmak geldi içimden, tek kelime yazılmasın diye. Ama Musa geldi aklıma, hüzünle kabul ettim silinişi sayfalardan ve belleklerden.
Kızgın mıyım kendime?
En büyük ve acımasız kızgınlıklar kişinin kendisi için hissettiği. Bu kızgınlıklar affedilmek bahsinde en çaresiz olanlardır. Kendime yalvarıyorum “affet artık beni!”
“Ben ağaçların soyundanım
Ve bu”bayat havayı solumak
Kederlendiriyor beni”(Füruğ)
Zamana her şeyi çürütmeyi bırakması için yalvarabilirim ama boşuna, biliyorum.
Hem zamanın neler yaptığını görebilmek için insana bakmak yeterli . Zaman yok etmek için bu kadar acımasızken, ben nasıl bu kadar yavaş olabiliyorum ki.
“Yokluk” tebessüm etse de görülemiyor. Yokluk hep asık suratlı. Yokluk hep nefretle birlikte anılıyor.
Zaman da nabza göre şerbet veriyor çünkü kiminde yokluklar geçiyorken kimini aynı yokluk kötürüm bırakıyor.
Köprüler geliyor aklıma. O upuzun, çoğuna ferahlık verip bana hep ürkütücü gelen köprüler. Tam ortasında duruyorum, bir tarafı ayrılık diğer tarafı yalnızlık olan bütün köprülerin. İki ucu da ağrıya ve sızıya çıkan köprüler. Hastalıklı köprüler.
Siz beni tanımazsınız. Az umursayan ya da hiç umursamayan olmadım ben hiç. Öyle bir umursadım ki ben, bir atlas gibi sırtımda taşıdım bütün u(mu)rlarımı. Bir lanettir bu. Kocaman.
Siz beni tanımazsınız. Hiç varmış da hep yokmuş gibidirim. Beni çürüyen yel değirmenlerinden bahseden o kadın anlar bir tek. Onu bana bulur musunuz, çünkü en az onun kadar karışık onun kadar hüzünlüyüm.
O, ölen kuşun öğüdünü tuttu ve uçmayı tek bir an unutmadı, ben ise uyudum kısacık bir an. Uykuda her şeyi unuttum, uçmayı da. Şimdi kanatlarım bir cesetten ibaret, siz bunu göremezsiniz.
“Beni çiçeklerin kanlı soyu
Yaşamaya sorumlu kılmış
biliyor musun? Çiçeklerin kanlı soyu” (Füruğ)
Sinem Ilgın Omay / Ey,lül
YORUMLAR
Hüzün verici bir çalışma.
Günün ilerleyen saatinde düşüverdi bakışlarımız bu güzelliğe ama,
edebi dili kadar tebessümlerde bulmadık içeriğini.
Hayatın önemli bir gerçeği,
inanılmaz bir ahenkte dile getirilmiş...
Yazarın, yazı diline hayran kaldık doğrusu...
Ne yazmalı?
Yorumcular, yazılacak her şeyi, tas yamam yazmışlar.
Güne gelmeyi,
günlere gelmeyi,
hatta ve hatta,
tüm gönüllere gelmeyi hak eden bir yazı bu...
Seven ama, vuslata erişemeyen tüm gönüllere...
Adaşım senin iki soluğun yaşama bir çok d/eğer katmaya yetiyor...
Kendime kızmalıyım evet... Bilhassa hayâtın hüzün kısmına ara veripte iki kelâm mutluluktan bir nefes çekmedim...
Ne günahkârım değil mi...
Senin yazılarında aslında kendime biçilen bir takım yargılarımı esirgediğimi... Fazla lafı sevmem...
Gerçekten güzeldi(n)
Sevgimle...
E F T E L Y A...
(Akdenizi cebinde taşıyan kız... )
" Kızgın mıyım kendime?
En büyük ve acımasız kızgınlıklar kişinin kendisi için hissettiği. Bu kızgınlıklar affedilmek bahsinde en çaresiz olanlardır. Kendime yalvarıyorum “affet artık beni!” "
Buranın görünmeyeni nereye nasıl çıkar az çok bilirim, daha ne çok yazdıracağını da..ve fakat hüzünlensem de hiç bayat hava solumadım ben bu sayfalarda...
Kişisel değil. Dokunduğum hiçbir harfi kişilerden türetmiyor ya da harflerime kişileri giydirmiyorum. Arsız, biraz da huysuz ve hattâ delinin de tek diri kalmış şâhidi benim.
Umur.. Umurumda değil. Üzerime ne giydirip nereye gömdükleri ve üzerine tek taraflı taşın, ne yazıp çizdikleri. O yel değirmenlerinden bahseden.. Deyi bir tanıyanımsa hiç yok. Kişisel değil asla ve yazdığım yalan ben talan hiç değil.
Sonra. Bu okuduğum öykü müydü. Lütfen. Suâl değil benimki, lakırdı yalnızca.
Neyse ne diyordum, evet öykü. Ne bir elbise ne bir saç modeline. Kişisel değil desem de bu kütüğüme varana dek kişisel gelecek ki özen merak yâni buna benzer tüm kelimeleri yazdığımı düşünün. Ben kimseyi hiçbir şeyi kıskanabilme kâbiliyetine sâhip değilim. İmrenmekten de anladığım söylenemez. Gıptâ nedir hiç bilmem.
Ammâ!
Şu kalemin.. Afedersin yâni Sînem - ki bu ismi pek severim- kaleminin kelâmında hep eksik yanıma tutuklu kaldım. Çok istediğim fakat zerre mürekkep değdirmediğim yanım. Kişisel olmamalıydı çünkü. Benim ağladığımı kimse bilemez, ne haddine(!) Böyle bir takıntı değil, nasıl bir takıntıysa öyle bir takıntı .
Ve mayın tarlasında olduğuma bahse girebilir, asla yenilmeyeceğim için yemin edebilirim. Hep eksik olduğunu bildiğim buna rağmen damla kurşun akıtamadığım belki çok ama hiç yok yanım. Bu kaleme çok yakıştığını ve bunu okurken hayran hayran uzaklara daldığımı söylemeliyim.
Düzeltme yapmayacağım! Yazıları çok yakışıyor. Ne yakışıyor nereye yakışıyor. Tenim beyaz ve zâti al dudağıma beter al sayılan bordo çok yakışıyor diyebilirim de kaleme hangi harf nasıl yakışır. Kızkulesi için destansı zâfı olan o kıymetli şâir buna az değinseydi keşke. Havîn şimdi kırk dereden su getirmeyle uğraşmasaydı - bin desem yalan olur en çok kırka kadar sayabilirim dereleri-.
Düzeltme yapmayacağım. Hangi harf nerede nasıl durup nasıl bir kimlik oluşturacağını çok iyi bilir. Kişisel değil. İnsanlar yalan söyler harfler değil. Neden ben o 114 kitabı harmanlayıp yeniden bir kitap yazan yazarın yazdığı kitabı sevemedim de isminde yok oldum. Bu hâlde neden başka çok kişi sevebildi. Çünkü ben kendi annemin kızıyım ve annemin adını sorduklarında başka bir annenin adını söylemiyorum. Söylesem de çiçekgillerden söylerdim yine.
Virgüller ve noktalar. Mühim. Ve şapkalar. Ben bâzen unuturum çünkü aklım ve yüreğim haçlı seferleri yüzünden tâkatsiz. Ama kalkıp da başkasının yazdığının altına imzâmı iliştirmiyor ya da başkasından satın almaya uğraşmıyor ya da benzeyeyim deyi kaşını gözünü dağıtmıyorum dilimin. Lâkin yapanı bilirim.
Bir şey daha söyleyeceğim ve bu yine çok kişisel. Fî târihi diyoruz ya. Sînem buna benzer bir başlık kullanmıştı birgün. Ben onu gördüm ve sonra unuttum. Sağlık.. gibi çapsız hacimsiz tamamen gereksiz sebeplerden ötürü siteden uzak kalmıştım. Hastaneler olmasa buradan kimsenin koparmaya gücü yetmez herhâlde beni. En son doktor tâtile git dedi. Ve o günlerde çok uzak günlerdi. Bir rüya görmüştüm.
"Fî saati"
Böyle bir yazı yazıyorum. Ve bunun mânâsı:
Sıfır meridyen var hani, ingilizcem kötü diye yazmıyorum. Onun gibi.
"Sıfırdan başlamak" anlamına geliyormuş. Târihimi yeniden yazacakmışım, baştan başlamak gibi. Çok kişisel oldu kesiyorum hemen... Birgün Sînem sayfalarından birindeyim yine. O yazıyı ve bu anlattıklarımın hepsi bir anda.. Dağıtmak ve eş anlamlılarını buraya yazdım say...
Bu kadar işte. Yazacaksa, böyle yazmalı insan dediğim nâdir kalemlerden birisin benim için. İnsan bâzen hiçbir şey bilmemeli. Bundan dedim, kişisel değil asla. Yazılanların kişi üstüne hayranım.
Bunlar hep neden mi yazıldı.. Öyle basit bir yanıtım ve öyle büyük bir engelim var ki.. Umur. Umurumda mı ki.. demesem ayıp olmaz mı?
"Kendime yalvarıyorum 'affet artık beni'.."
Çok gelmeyeceğim söz - bu gelmek inan gelmek değildi-..
Hep yaz en çok sen yaz - böyle sayfalardan sonra aklım ve yüreğim haçlı seferlerinde şehit olsunlar derim de arada uğruyorlar, ondandır kırık dökük iki kelam yazarım ama keşke gelmeseler hiç-...
Dilediğin ne varsa - kişisel olmayacak ahdım var- duâmı bırakıp ayrılıyorum.