''BALTIKLARIN PARİSİ''
Say dur günleri. Baktım da şimdi, 54 gün öncesinden geri sayımı başlatmışım bile ben. ‘’95 gün nasıl geçer yahu, geçmez bence.’’ Diye diye geriye son 3 günüm kaldı. Resmen kendimle savaştım burada günlerce. Nasıl zormuş ülkenin dilinden uzak kalmak, anlaşabilmek belki de… Az İngilizce bilen vardı, ondandır diyorum ama bakmayın siz, teselli bunlar. Gençlik ateşinin yaratıcı tesellilerinden hem de.
Letonya soğuk ülke derlerdi de inanmazdım. Hakikaten öyleymiş. Havasıyla beraber, insanı da… Özgürlüğü yeni kazanmış bir ülkenin Güneş misali ısıtması gerekmez mi yahu? Gerekir işte… Gelin görün ki aşırı milliyetçilik soğuk edivermiş insan kanını. Amma velakin insanın içini bir nebze de olsa ısıtan şahane yeşilliğini unutamam Letonya’nın. Her ne kadar, sokakları çoğunlukla insandan yoksun olsa da, insanların yerini yemyeşil doğanın almış olması, Türkiye’den biraz koparıyor sizi. Bol oksijen soluduğumdan mıdır bilinmez, ülkeden uzak kaldığımı unuttum ben ilk geldiğim günlerde.
Şehrin merkezine ilk gittiğim günü hatırlıyorum. Buram buram özgürlük kokuyordu başkent Riga. O muhteşem özgürlük anıtının bende yarattığı büyüydü belki de hissettiğim…
Özgürlük anıtının adı ‘Milda’. Anıta bu ismi gülümseyerek verdikleri ve tepesindeki üç yıldızın da üç bölgenin (Vidzeme, Kurzeme, Latgale) bağımsızlığını temsil ettiği söylenir. Eski şehir (Old Town), kısmı, Riga’nın en hareketli ve en çok turist çeken yerlerinden biri. Gece dışarda olmayı sevmediğimden, geç saatlerde gözlemleme şansım pek olmadı ancak en az gündüz saatleri kadar kalabalık olduğunu söylerler. Şehri gezerken, şahsen ben, sürekli boyun ağrısından şikayet ettim. Neden mi? O kadar görkemli, binaları o kadar ihtişamlı ki bakmaktan yorulsanız dahi gözünüzü ayıramıyorsunuz. Mimarisi oldukça gelişmiş, kültürel zenginliklere kıymet veren bir ülke, Letonya. Sanata verdikleri önemi, insanların yürüyüşlerinden anlamanız bile mümkün olabiliyor bazen. Kadınların yürüyüşü bir o kadar estetik ve bir o kadar da büyüleyici oluyor. Demem o ki ben bile bir kadın olarak pür dikkat kesildiysem neylesin erkekler.
İnsanların spor faaliyetlerine çok zaman ayırdıklarını görürsünüz. Su sporları, doğa yürüyüşleri, fitness, bisiklet gibi… Ben ilk geldiğimde vücutlarının oldukça kaslı olduğunu düşünmüştüm. Zamanla bu görüntüye alışıyor, kendinizde bir eksiklik hissetmeye başlıyorsunuz diyebilirim.
Mevsimsel geçişlerde büyük sıkıntı var yalnız. Ben Haziran ayında gelmiştim bu ülkeye. O zamanlar sıcacıktı. Türkiye gibi kavurucu değil, korkmayınız. Sıcaklık 30 dereceyi geçmiyor. Sıcak hava en fazla 1-1.5 ay kadar sürüyor. Sıcak havaya deli gibi özlem duyuyorsunuz. Eklemeden geçemeyeceğim başka bir husus da, eğer Letonya’ya gelirseniz sokağa çıkarken çantanızda mutlaka şemsiye veya bir yağmurluğunuz olsun. Lakin buraya ne zaman yağmurun yağacağı konusu muamma. Şehrin merkezini gezmek isterseniz, sırt çantanıza atıştırabileceğiniz birşeyler almanızı tavsiye ederim. Eski şehir tarafı turistik olduğundan restoranları oldukça pahalı. Tabi, bu gözlemlerin bir öğrenciye ait olduğu düşünülürse, pahalılık kavramı da göreceli bir hale bürünüyor haliyle.
Letonya’da neler yenilir sorusuna gelelim yavaştan. Sebze ve meyvenin oldukça pahalı olduğu dikkatimi çekti benim. Tarım yapılacak alanlar pek olmadığından olsa gerek… Farklı ekmekleri var Letonya’nın. Diyet yapanlar için, tatlı ekmek denemek isteyenler için, enerji versin diyenler için… Ekmek konusunda gerçekten devrim niteliğinde bir ülke. Balık, et ürünleri oldukça fazla tüketiliyor. Aman evden uzaktayız ne ederiz gibi düşüncelere kapılmayınız.(Ben ilk geldiğimde bu tip naralar attığımdan söylüyorum).
Alkol sevenlere güzel haber; oldukça ucuz. Farklı biraları ve şarapları var, denemenizi tavsiye ediyorum.
Son olarak şunu da ilave edeyim, hazır sonbahara gelmişken, Sigulda’ya mutlaka gidin geldiğinizde. Muhteşem, rengarenk yapraklarla, parklarda örtüler görürsünüz.
Her ne kadar bir gezi tadında olsa da yazdıklarım, sonbahara ithaf olsun.
YORUMLAR
Gezip görmüş gibi oldum...
Bu ülkeleri hep merak ederim.
Haritaya baktığımızda deniz seviyesinen yüksekli fazla olmayan alanlar yeşil renge boyanır...
Nedendir buna dayanarak o ülkeleri yeşil olarak düşünürüm.
Aslında hastasıyım yeşilin.
Fakat yeşili bu kadar bol olan bir ülkede tarım arazilerinin azlığını pek anlayamadım.
Demek ki tarım bitkileri başka, yeşillik bitkileri başka oluyor.
Çok güzel bir tanıtım yazısıydı.
Teşekkür ediyorum...
superbaba tarafından 9/30/2013 9:50:39 PM zamanında düzenlenmiştir.