- 454 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yanlış Adrese Mektup-2
Çetin Bey,
Aslında hiç gerek yoktu, ama gene de sizi rahatlatacaksa söyleyeyim: Özrünüzü kabul ettim… Oldu mu?
Siz bilerek bir hata yapmış değilsiniz. Üstelik sizi üzen bu durum, benim açımdan sevindirici bir sonuca yol açtı. Yani siz, farkında olmadan bana iyilik etmiş oldunuz. Galiba benim size teşekkür etmem gerekiyor!
Evde bulaşıkları yıkarken bir yandan da yazdığım mektubun Metin’in eline geçtiğini düşünüyor ve nasıl bir tepki verebileceğini hayal etmeye çalışıyordum. Tam o sırada telefon çaldı. “Kalp kalbe karşıdır, derlermiş.” Diye aklımdan geçirdim ve telefona koştum. İşte, Metin ya benden af dileyecekti ya da buluşma teklif edip beraberliğimizi kalıcı kılmanın yollarını birlikte arayacaktık.
Evet, telefondaki Metin’di. Merhaba bile demeden, hal hatır sormadan soğuk bir sesle “Ben, bu ilişkiyi burada bitiriyorum. Haberin olsun!” Dedi. O zaman yanıldığımı anladım. Acaba mektuptaki bazı sözlerime mi kızmıştı da böyle konuşuyordu? Bunu sordum. “Saçmalama, ne mektubu? Bitti diyorum, anlasana bittiiii… Bundan sonraki hayatında sana mutluluklar dilerim.” Diye sorumu cevapladı. “Sen bugün sinirlisin, istersen bu konuyu daha sonra konuşarak halledelim.” Diyecektim ki, cümlem yarım kaldı, telefonu “çat” diye yüzüme kapattı.
Telefonun “çat” sesi adeta yüzümde patlayan şamarın sesiydi. Üstelik yanaklarım da acıyordu. Ellerim, ayaklarım titremeye başladı. Bu titreme bütün vücuduma yayılınca telaşla mutfaktan balkona çıktım. Derin derin nefes aldım. Faydasızdı. Banyoya girdim elimi yüzümü yıkadım. Biraz rahatlamıştım.
Kendime geldiğimde yazdığım mektup için pişmanlık duymaya başladım. Ben ilişkimizi kurtarmanın yollarını ararken o bir çırpıda her şeyi bitirivermişti.
Gururum kırılmıştı. O geceyi balkonda oturarak geçirdim. Çünkü ne zaman yatağa uzansam “Haberin olsun! Bittiiii…” sözcükleri beynime üşüşüyordu. Yüzlerce, belki de binlerce defa aynı sözcükler zihnimde yankılandı durdu.
Gecenin ilerleyen saatlerinde ortalıkta hiç kimse kalmamıştı, birbirlerine hırlayan iki köpekten başka… Rüzgâr önceleri hafif hafif esiyordu, daha sonra şiddetini artırdı. Sonbaharda kuruyan yapraklar kucak dolusu yerlere düşmeye başladı. Rüzgârın sürüklediği yerdeki sarhoş yapraklar bazen birbirlerine bazen de kaldırıma çarparak oraya buraya savruluyordu. Kendimi bu sarhoş yapraklara benzettim. Benim bu halimin onlardan ne farkı vardı ki?
Ve… Bu olaydan iki gün sonra sizden gelen mektup… Nasıl sevindim bu yanlışlığa biliyor musunuz? Eğer Abbas Efendi’yi, o dalgın kapıcınızı tanımış olsaydım mutlaka boynuna sarılırdım. Bunu yapmaktan yanlış anlaşılır diye belki çekinirdim, ama en azından ona teşekkür ederdim. Çünkü Abbas Efendi’nin unutkanlığı sayesinde incinen gururum biraz tamir olmuştu.
Sanırım neden özür dilemenize gerek olmadığı şimdi daha iyi anlaşılmıştır.
Metin’le altı yıllık bir beraberliğimiz var. Metin’e karşı hissettiğim aşkı, sevgiyi bundan sonra bir başkasına duyup duyamayacağım şüpheli. Onunla birlikte yaşadığımız o kadar çok güzel anı var ki… Kurduğumuz hayaller, sanki hayal değil de gerçekmiş, hemen oluverecekmiş gibi gelirdi bana. Metin ile olan birlikteliğimizde mutluluk duyduğum çok anlarım oldu. Ya bundan sonra? Bazen Metinsiz hiç mutlu olamayacakmışım gibi bir hisse kapılıyorum. Bu his doğruysa, geriye kalan üzüntü dolu bir hayata nasıl katlanacağım?
Metin’in maddi durumu iyi değildi. Aylarca işsiz dolaştığı zamanlar olurdu. Bırakın lüks mekanlara gitmeyi, bir çayhanede bile oturabilecek durumda değildik. Parklarla idare etmek zorundaydık. Olsun. Birlikte olmaktan mutluyduk ya, bu bize yeterdi.
Metin bir gün benim kahramanım da oldu. Benim yüzümden aylarca hapiste yattı. Çıktıktan sonra yaptığından en ufak bir pişmanlık duymadı, dört duvar arasında aylarını geçirdiği için hiç yakınmadı. Bu olay bizi birbirimize daha sıkı bağladı. Neden hapse girdiğini ileride anlatırım.
Anlatacak o kadar çok şey var ki! Ben bugüne kadar bunları çok az kişi ile paylaştım. Oysa şimdi size anlatmak için adeta can atıyorum. Ama bir yandan da rahatsız edeceğim diye çekiniyorum. Bir süre size yazmama izin verir misiniz? Siz sıkıldığınız, istemediğiniz anda da hemen yazmaya son vereceğimden emin olabilirsiniz.
Okurlarınızdan söz etmişsiniz. Öyleyse siz bir yazar olmalısınız. Kitaplarınız varsa okumak isterim. Ben de arada sırada yazıyorum. Sanırım yazdıklarım bir kitap oldu bile.
Ben size daha çok bilgeliği yakıştırdım. Yazdığınız mektubu defalarca okudum. Her okuduğumda da başka anlamlar çıkardım.
Hoşça kalın.
Nilay
***
Nilay Hanımefendi,
Yanlış adrese yani bana gelen mektubunuzla ilgili anlattıklarınıza çok sevindim. Böylece üzerimden ağır bir yük kalkmış oldu. Bunu söylerken bencillik yaptığımın da farkındayım. Çünkü ortada sizin açınızdan üzücü bir olay varken, ben sevinmekten söz ediyorum. Evet, ben gerçekten bencil bir insanım. Çünkü yalnızlıktan hoşlanıyorum ve şurası da bir gerçek ki bencil insanlar gönüllü yalnızlık mahkûmlarıdır.
Bana bilgeliği yakıştırmışsınız. Teşekkür ederim, ama değilim. Keşke olabilsem! Bilge kişi, bilge olduğunun farkında değildir. O nedenle de “Ben bilgeyim.” Diyen bir bilgeye hiç rastlamadım. Oysa bilge olduğunu düşündüğüm insanlar da karşıma çıktı. Hatta bunların bazıları tahsilsiz kişilerdi. Bu da bana öğretti ki, bilgeliğin tahsille pek bir ilişkisi yokmuş.
Yazarlığa gelince, bu sıfatı da hak ettiğimi sanmıyorum. Birkaç kitap yazmış olmam beni yazar yapmaz. Yani, yazarlık ve şairlikte de aynı durum söz konusu. Adam, “Ben yazarım.” Diyor. Yazar olduğunu nasıl anladın, diye sorduğumda, “Çünkü yazıyorum.” Diye cevap veriyor. Her yazan yazar olsaydı dünya yazardan geçilmezdi. Kimileri de birkaç kelimeyi bir araya getirdiği için adının önüne “şair” etiketini ekliyor. Her yazılan şiir olmadığı gibi şair olmak da öyle sıradan bir iş değildir. Kendimden örnek vereyim: Ben, şiir yazmayı denedim, başaramadım, vazgeçtim. Ve anladım ki şiir kalemle değil, yürekle yazılıyor.
Bana yazabilirsiniz. Rahatsız olmam. Ben de size yazarım. Zaten karşılıklı yazışmalarda kişilerin birbirlerinden alabilecekleri biterse rahatsızlık o zaman ortaya çıkar ve yazışma da sonlanır. Yazma aynı zamanda terapi yerine de geçer. Çünkü yazan insan, yaşadığı olaylar üzerine bazen duygusal bazen de mantıklı düşünceler üretir. Bu da gerçekleri daha kolay kabullenmesini sağlayabilir.
Mektubunuzda mutluluktan bahsediyorsunuz. Mutluluk nedir? Maddi imkânlara sahip olmak mı, şans oyunlarından ikramiye kazanmak mı, bir makam elde etmek mi, insanlara hükmetmek mi? Gerçek mutluluk insan yaşamı boyunca geçen her andır. Durup da bir düşünelim: Bir nefes alışta, bir yaprağın nazlı nazlı düşüşünde, bir bitkinin tek bir çiçeğinde ne kadar çok mutluluk duyulacak güzellikler var... Nitekim gecenin ilerleyen saatinde, çok acı çektiğiniz bir anda rüzgârın sürüklediği sarhoş yapraklardan söz ediyorsunuz. Belki farkında değildiniz o sıra, ama bu yaşadığınız anın içinde mutluluk vardı.
Mutluluk belki de bir denizdir ve mutluluk denizinde boğulanlar da vardır. Ama kimse bu boğulmadan şikâyetçi değildir.
İnsanlar kavramları, değerleri maalesef erozyona uğrattılar. Birçok şeyi ve bu arada kendilerini de hiçleştirdiler. O yüzden hiçleşen bireylerin saçmalıklarıyla dolu bu dünyada, mutlu insanlar artık parmakla gösterilir oldu!
Geçen gün elimdeki poşetlerle marketin kapısından çıkar çıkmaz ayaklarıma bir kedi dolandı. Normalden büyük olmasına rağmen ezmekten çekindiğim için kendimden uzaklaştırmak istedim. Kedi önce uzaklaşır gibi olduysa da, sonra miyavlayarak gene yanıma geldi. Benden yiyecek bir şeyler istiyor olmalıydı. “Sana göre yiyecek bir şey yok bende sevgili kedicik.” Dedim. O, istemeye devam etti. Bir poşetin içindeki ekmek gözüme ilişti. “Bunu yiyeceğini pek zannetmiyorum, ama biraz koparıp şu köşeye koyayım.” Dedim. Yanılmıştım. Ekmeği öyle bir iştahla yedi ki… Daha büyük bir parça koparıp verdim ve oradan ayrıldım. Bu olaydan şu dersi çıkardım: Hayvanlar isteklerini, sevgilerini ve kızgınlıklarını bir şekilde biz insanlara anlatıyorlar.
Bu yaşadığım basit bir olaydı. Buna rağmen bu olayın etkisiyle o gün yüzümde bir gülümseme ile dolaştığım muhakkak. İşte küçük bir mutluluk örneği…
Metin Bey ile aranızda geçenler konusunda yorum yapmak istemiyorum. “Karı koca arasına girilmez.” Diye bir sözden hareketle diyorum ki; sevgililer arasına hiç girilmez. Bugün küserler yarın konuşabilirler, bugün kavga ederler yarın barışabilirler, bugün ayrılırlar yarın birleşebilirler…
Yalnız Metin Bey’le ilgili anlattıklarınızın şurasına bir açıklama getiremedim: Maddi durumunun iyi olmadığını hatta aylarca işsiz dolaştığını söylüyorsunuz. Oysa benim tanıdığım, komşumuz Metin Bey’in ekonomik durumu oldukça iyi. Sonradan işleri çok iyi gitmiş olmalı, yoksa bu kadar servet kolay kolay elde edilemez.
Bayan arkadaşım, son zamanlarda sık sık benden sevgiden başka bir şey beklemediğini, buna karşılık benim beklentisini karşılayamadığımı söyler oldu. Tartışmalarımız bu yüzden giderek arttı. Ona bir gün, “Yasemin, sence sevgi nedir? Bana bir tek örnek verebilir misin?” diye sordum. “Senin benim kalbime, benim de senin kalbine girmiş olmamız.” Diye cevap verdi.
Yasemin’e “Ben kalbi bir dergâh olarak kabul ediyorum. Bu dergâha; yalnız gönlünde sevgi olanlar girebilirler. Çünkü dergâhın kapısını açan anahtar sevgiden yapılmıştır. Birileri kör, sağır ve dilsiz bir yürekle yola çıkmış, sevgi ve sevgili arıyor. Komik, hem de çok komik!” deyince kıyamet koptu. Ya ben ne demek istediğimi anlatamamıştım, ya da o anlayamamıştı! Daha doğrusu anlatmama fırsat vermemişti ki… Çünkü “birileri” derken, o öyle anlamış olmasına rağmen ben onu kastetmemiştim. Savunma yapma hakkı elinden alınmış bir mahkûm gibi kala kalmıştım.
Teselli bulmak için kendime dedim ki: Düşündüğünü söylemek istediğin şeyi söyleyemedin mi? Boş ver! Söyleseydin de zaten belki gene anlamayacaklardı.
Selamlar…
Çetin
(Devam edecek...)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.