- 838 Okunma
- 4 Yorum
- 1 Beğeni
Ben Martıya Öykününce
Şimdi galata kulesi, yapma kanatlar. Sonra uçmak, uçmak, uçmak. Gökdelenlerin üzerlerinden, köprülerin yanıbaşlarından, insanların şaşkın bakışları arasında öylece.
Az ileride trafik kilitlenmiş. Klaksyonlar sanki yol açan alet edevattan sayılıyorlar. Bağırışlar, yüksek desibelli müzik yayınları. Cam silen çocuklar, biri ötekine yabancı ama balık istifi otobüslerden birinci dereceden akraba olarak ayrılanlar.
Eski yapılar, kütüphaneler, cisimli cisimsiz olgular olanlar bitenler başlayanlar. Tümü hem de perdesiz bir biçimde aşağıdalar. Hafifçe bir rüzgar yalıyor yüzümü. Bazan alçalmakta olduğumu sezip kanatlarımı çırpıyorum. Yukarıya, yukarıya, daha yukarıya. Sesler kayboluyor, görüntüler küçülüyor.
Fakat düşünceler yakamı yine bırakmadılar. Zahire odalarını, kilerleri düşünüyorum. Küpleri, sonra derin kapları. Topraktan yapılmış kazanları. İçlerinde saklanıp gizlendiğim günler geliyor aklıma. Uçurtmaları anımsıyorum. Kollarım kısacık. Duvarlara, kapılara yaklaşıyorum. Vücudum olması gerekenden daha sıcak. Ateş çıtırtıları duyuyorum. Özensizce kesilmiş kağıt parçalarını ateşe atıyor birileri. Konuşuyorlar kendi aralarında. Bilmediğim bir dilde.
Balık çekiyor canım. Geceden ağ atıp nasiplerini arayan balıkçıların yanlarına doğru kanat çırpıyorum. Yaygaramı duymalarıyla ellerindeki balık parçalarını bana fırlatmaları bir oluyor balıkçıların. Sevmiyorum balık artıklarını. İştahım bölünüyor. Tanıdık bir lezzete erişebilmek umuduyla vapurlara yöneliyorum. Ellerindeki simitlerden bana ayırdıkları bölümleri beni nişanlayarak ulaştırıyor gülen yüzler. Ben kaptıkça gülümsüyorlar.
Yazmak istiyorum. Kanatlarımı sağa sola oynatıp havaya harfler çiziyorum. Kalıcı olamıyor çizdiklerim. Kendi yazgımı, sonra başkalarınınkileri. Hepsini biriktirmişim içimde bir yerlerde. Yok uçarak olmayacak bu iş diyorum, kurtuluyorum kanatlarımdan, yavaşça yere iniyorum. Martı kılığında çıktığım bu yolculuktan, daha bir insan geri dönüyorum...
YORUMLAR
Sevgili Fırat.
Tarihte varlığı tamanen tartışmalı olan hazrfen Ahmet Çelebi Galata köprüsünden uçarak Üsküdar-Doğancılar Meydanına inmiş derler. Genelde hikaye burada biter. Oysa hikayenin sonu acıklıdır.
Fitnebazlar devreye girerler ve padişaha derler ki:
-Sultanım..Bu adam uçtu.
-Eeee?
-Olmaz sultanım.
-Neden olmaz?
-Kul uçar da sultan uçamazsa hali nice olur o sultanın?
-Hımmmmm..Tedbir nedir peki?
-Kellesi urula...
-Doğrudur...Urun kellesin.
Aman ha derim... Uçma işini martılara bırakalım biz. Ne olur ne olmaz.
Selam ve sevgilerimle.
MARTILAR
Bıkmışlar mıydı denizden ,karşı evin çatısında martılar .
Plaj gibi serilmişler,kimisi gagalarıyla kanatlarını vücutlarını temizliyorlar.
Demekki tok karınları; balık ile atılan simitle vapurdan .
Güvercinden büyük cüsseleriyle dolaşırlar evin çatısında .
Alışmışlar şehir hayatına, umursamaz olmuşlar kalabalıktan.
Hiç bakmadılar ,denizi seven adam sen misin?
Hal hatır bile sormadılar.İn misin, cin misin?
Belliki istemiyorlar deniz ile ilgimi
O bizim sen kim oluyorsun da giriyorsun aramıza .
O yosma değilki ,
Canın istediği zaman git oyalan .
Bazen bir ’’ Çak ’’ diye seslenmen yeter miydi ona .
Mart kedisi de değilsin ,
Neden bu çatı üstlerinde dolanmam..
Ben de bakıyorum camdan İstanbul ’a ,
Sen de çatıdan.
Beyaz tüylerin olmuş ;
Tuttuğum takımım renginden .
Belli ki İstanbul’da ,
Hayat zormuş ondan...
Tebrik ederim saygılarımla.
Bazen, etrafımız ne kadar kalabalık olursa olsun, sesleri duymaz, yüzleri görmeyiz. Biz, o anlarda kendi iç dünyamızda seyahate çıkmışızdır. Bazen, çocukluğumuzdaki erzak küplerinin arasına kaçırdığımız kuşu arar gözlerimiz. Bazen, bir martının kanadına tutunup kuşbakışı bakarız dünyaya. Ama eni sonu uyanıp gerçek dünyaya dönmek olur sonumuz.
Güzel bir yazıydı Fırat, tebrikler...