- 972 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
LEYLA’NIN GÖZLERİNDE HÜZÜN -1-
Sabah ezanı okunuyordu. Mahallenin camisi Leyla’nın oturduğu eve yürüme mesafesindeydi. Bu yüzden yıllardır hiç saat kurmamış, gününü beş vakte bölerek yaşamaya alışmıştı.
Besmele çekti, kalktı , salâvat getirdi, ardından kelime–i tevhit… Işığı açtı. Abdest uzuvları ışıl ışıl parlıyordu bu gün. Gökyüzünde yıldız kalmamış, hepsi birden Leyla’nın evine inmişti adeta. Dört rekât namaz nasıl da bir çırpıda tükeniverdi birden? Alelacele seccadesinin ucuna çengelli iğneyle iliklediği tespihini aldı nefes nefese “subhanallah”, “elhamdülillah”, “allahuekber” kelimelerini ardı ardına sıraladı.
Bugün bir telaşı var gibiydi. Her zamanki âdeti üzere pencereyi aralayıp gökyüzüne bakarken iç geçirdi. Akşamdan kirli bir çay bardağı kalmıştı, onu yıkadı. Tüpü açtı. Dört yıl evvel Ömer beyin ölmeden önce ona aldığı son tülbendi çoğu beyazlamış, birkaç teli sarı kalmış saçlarına örttü. Yeşil gözleri mavi tülbendin altında nemlenmişti.
Yatak odasında duran küçük yaldızlı sandığı getirdi sonra oturma odasına. Üzeri epey tozlanmıştı, üfledi. Uçuşan tozlar, odanın havasını griye boyadı. Bir iki kez öksürdü, durdu. Sandığa kutsal bir emanete dokunur gibi dokundu. İçini açtı. Yıllardır biriktirdiği onca anıyı bu kadife astarlı, altın yaldızlı, eski sandığa sığdırmayı nasıl başarmıştı? Sandığın içinde, onca hatıranın en üstünde bir fotoğraf vardı. Bir gelin ve bir damat… Arkalarında figüranlık yapan kalabalık…
………
Köyün en yakışıklı genciydi Ömer. Uzun boylu yağız bir delikanlıydı. Askerden geleli birkaç gün oluyordu. Leyla, amcasının oğluna nişanlanmış, nazlı bir dilber… Gözleri iki yıldır Ömer’in yolundaydı oysa. Düğün dernek kurulmuş, Leyla’nın gelinliğinin kemerini babası gözyaşları içinde, besmelelerle bağlamış, dualar konvoyu gelini yeni evine uğurlarla ulaştırma gayretine girişmişti. En az gelin kadar süslenmişti, gelinin atı da.
At, toprak yolu toza buluyor, Gelin ağlıyor, amcası çocukların başına çerez atıyor, davulcu davuluna, zurnacı zurnasına hakkını verdiriyordu. Güneş köyün genç kızlarının oyalı yaşmaklarıyla oynaşırken, yolun sonu gelmek bilmiyordu. Bir martini sesi dağıtıvermişti o günün hay huyunu. İnsanların başından aşağı kurşun yağıverdi birden sanki. Havada mermi izi, barut kokusu havada, martiniyi hiddetle kavramış bir el, elin sahibi Ömer…
Ömer Leyla’yı taşıyan ürkek atın yularını tuttuğu gibi yok oluvermişti birden. Uzun kış gezelerinin efsunlu hikayeleri gibi olup bitivermişti her şey. Leyla tılsımlı sözcükler biriktiriyordu yıllardır dudaklarının ardında ve şimdi uzun soluklu bir aşk masalının mutlu sonunun başlangıcında başı Ömer’in omuzlarına dayanmış, elleri sevdiğine sokulmuş, aynı soluğu alıp veren iki ciğer taşıyordu göğsünde.
………..
Fotoğrafın sol alt ucu ıslanmıştı. Yaşlı solgun dudaklarına uzun uzun dokundurdu resmi. Sonra kalbinin üzerine bastırdı bir müddet, fakat sandığa koymadı nedense aldığı şeyi. Sandık Leyla’yla konuşuyordu sanki. Yalnız ikisinin bildiği bir lisana aitti kelimeleri. Sandık “bir tutam saç “ diyordu sarı örgülü , Leyla, Zehra diye ağlıyordu hıçkıra hıçkıra.Sandık gümüş bir yüzük gösteriyordu, gülümsüyordu, rengarenk gökkuşakları ışıldıyordu Leyla’nın gözlerinde. Sandığın kapağı gıcırdıyordu,” Ömer!” oluyordu Leyla’ca bunun anlamı… Eski bir bindallı şeklinde konuştu sandık sonra, suskunluk oldu bunun karşılığı da. Bindallı köyünün havası kokuyordu, annesinin saçları, babasının elleri, genç kızlık hayalleri… Bindallı sandığın verdiği en büyük ağrıydı boğazına şimdi.
Sandığı öylece bırakıp kalktı oturduğu minderin üstünden. Perdeyi yeniden araladı, bu kez gün epey aydınlanmıştı. Seher yeli, şehri nuruyla aydınlatmaya, insanlar yalnızlıklarını dinleyen gecenin şefkatli kollarından, gündüzün gürültüsü ve acımasızlığı içinde kendilerini yitirmenin yollarını aralamaya başlamıştı.
Gündüz bir uyuşturucuydu Leyla için. Artık kimse kapısını çalmıyor, Ömer bey gideli yapacak hiçbir şey bulamıyordu. İdam mahkûmu olsa sayılı gün çabuk geçer, bir an sonra Ömer’ine kavuşurdu. Evin duvarları üzerine üzerine geliyor, kapılar yüzüne yüzüne kapanıyor, insanlar arksından ağız dolusu konuşuyordu. Tabir caizse, kapı gıcırdasa ağlar olmuştu. Oğullarıyla içinde yaşadıkları, Ömer’inin kendi elleriyle, tırnaklarıyla yaptığı evi müteahhide vermek istememesi yüzünde artık onunla tek kelime bile etmiyorlar, torunlarının evine girip çıkmasına müsaade vermiyorlardı.
Komşular “Seni evlendirelim artık!” diye kafa bulmaya başlamıştı bile.
Son zamanlarda nefes alamaz olmuştu. Ne evde, ne dışarıda huzur buluyordu.
Perdeyi yeniden kapattı. Eline tespihini aldı, diline yine o tılsımlı kelimelerini ekledi, sofada, akşamları Ömer’le beraber üzerine oturup çay içtikleri sedire uzandı. Yavaş yavaş uykusu gelmeye başlamıştı. Gözlerini kapadı, artık her şeye hazırdı.
…………
“Leyla teyze!” “Leyla teyze!”
Kapı gürültüyle vurulduğu halde içeriden hiç ses gelmiyordu. Elinde tuttuğu un helvası tabağını dış kapının önündeki masanın üzerine bıraktı Elif, tekrar daha şiddetle yüklenmeye başladı kapıya. Sanki Leyla teyze kapının arkasında değil kapının içindeymiş gibi, onu uyarmak adınaydı bütün bu girişim.
Vakit öğleye eriyordu. İşe gidenler çoktan işbaşı yapmış, sabahçı çocuklar okullarından dönmüş, öğlenciler okullarına doğru yollanmışlardı çoktan. Hoca mahalleliyi kurtuluşa, felaha çağırıyordu.
Fuzuli sokakta her şey aynıydı. Kuşlar havalanıyor,ağaçlar mevsim gereği yeşilden sarıya boyuyorlardı dallarını. Tek farkla; Bütün mahalleli Leyla’nın oturduğu evin önünde yığılmış , kadınlar ağlıyor, çocuklar sorgu dolu gözlerle ne olduğunu anlamaya çalışıyor, Leyla sofadaki sedirin üzerinde , başında mavi tülbendi , tatlı tatlı gülümseyerek huzur içinde ölüyordu.
...............
"İnşaat alanına girmek yasaktır" yazısının yanına inşaa edilmiş derme çatma bir kulübenin önünde, bir ellerinde yarısı bitmiş sigaraları, diğerinde tavşan kanı çayları, iki adam konuşuyordu.
"Bu evi satmıyorlar sanıyordum Rüstem abi, sen nasıl aldın ki?" dedi başına geçirdiği bareti ara sıra öne arkaya taşıyarak oturtmaya çalışan, tıknaz, eğri burunlu,mavi gözlü, kirli sakallı adam.
Rüstem bitmek üzere olan sigarasından derin bir nefes çekti, duman adamın dudaklarından gırtlağına, nefes borusuna, ciğerlerine doğru hızla doldu hemen arkasından tazyikle ciğerlerinden dışarı doğru püskürüldü. Gözlerini kısarak gizemli bir konuyu fısıldar gibi konuşuyordu Rüstem; "Evin sahibi bir sabah evinde ölü bulunmuş. Doğal gaz kaçağı olmuş herhalde. Belediyeden adamlar gelip ellerinde detektörler arama yapmışlar günlerce.Hani kadın yaşlı olmasa intihar etti diyesilermiş. Koskoca kadın ,kesin öldürdüler kadını. Hem boş ver bunları ben aldığım mala, kazandığım paraya bakarım ..."
Bir rüzgar esti sonra. Bir gazete sayfası uçup ayaklarının yanına kondu. Gazete manşeti şöyleydi:
"RANTSAL DÖNÜŞÜMDE İNCE AYAR"
Foto: Ö.E. Yücebaş