- 4922 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Benim Küçük Güneşim
Bana doğru koşa koşa gelen bir kız çocuğu... Sıcak hava, ılık esen rüzgar, yüzüme vuran, gözümü de alan hafif güneş ışığı, birde o kız çocuğunun gülüşü...
Ve yaklaşıyor, gittikçe artıyor o tatlı gülüşü. Çocuklar, gülüşlerini de yanına alarak koşarlar. Gülüşleriyle birlikte koşarlar.
Diz çöktükten sonra kucaklayıp sarılacakken uyanıveriyorum birden...
Sürekli aynı rüyayı görüyorum. Hep aynı yerde bitiyor. Ne daha gerisini ne de daha ilerisini görebiliyorum. Küçük bir sahne gibi, sadece küçücük bir kesit gibi... Bir fragman ya da, tadımlık.
Adım mı? Adımın bir önemi yok. Bir sokak serserisiyim ne de olsa, nerede yattığım kalktığım bile belirsiz, evim yok. Karım ve çocuklarım da yok. Hiç olmadı. Hiçbir şeyim yok. Bir hayalim var sadece, bir kız çocuğum olsun istiyorum...
Ama benim gibi bir serserinin böyle bir isteği olmamalı değil mi? Çünkü imkansız. Hem kim inanır ki kirli sakallarımda küçük bir elin gezmesini istediğimi?
Herkes hayal kurabilir doğru, herkes isteyebilir ama hayal kurarken dahi, az da olsa gerçekçi olmalıyız değil mi?
Sizi bilemem ama ben olamıyorum. Olmakta istemem.
Saçma olan hayaller değil gerçeklerdir. Böyle bildim ben...
Peki neden bunu istedim? Neden bir kız çocuğum olsun istedim? Neden böyle bir karara vardım. Ciyak ciyak bağıran, zırlayan küçük problemler demiyor muydum çocuklara? Böyle şeyler midemi bulandırmıyor muydu? Ne oldu da çıktı bu isteğim saklandığı yerden? Sordum kendime, hâlâ soruyorum da...
Hatırlamaya başlıyorum sordukça. Hafızam iyi değildir zaten. Biraz yormam gerekir bir şeylerin peşindeysem.
Ve aklımda tutabildiğim, tutmam gereken tek şey de içki adları sanırım. Hiçbir şeyi tutmamak için aklımda, hatırlamamak, unutmak için her şeyi, aklımda tuttuğum tek şey bu zıkkımların isimleri...
Birkaç hafta önce salı günü (galiba salıydı) öğleden sonra bir parka düştü yolum. Adı neydi tam olarak hatırlamıyorum. Bir çicek ismiyle ilgiliydi, ama neydi? Orada bir çalının arkasına saklanıp çocukları izlemiştim. Neden bilmiyorum ama bunu yapmak istemiştim o an.
Bir kız çocuğu takıldı sonra gözüme, açık renkte sarı saçlarıyla... Gözlerinin kahverengisiyle, üzerinde tatlı bir elbiseyle. Rengarenk bir tesbih gibi bileğinde boncuklardan bir bileklik... Birde parlak, kırmızı ayakkabılara sahip. Kıkır kıkır gülüyor, kaydırağa binip kaydığında tekrar aynı şekilde gülüyor. Merdivenlere hızla tırmanıyor ve bir daha kayıyor, bir daha kıkır kıkır gülüyor. Bir daha...
Şimdiye kadar tekrar tekrar izlemekten bıkmadığım tek şey bu oldu sonra. Sevdiğiniz bir film vardır elbet ya da sevdiğiniz bir an. Başa sardığınız bir şarkı, doymayıp bir porsiyon daha söylediğiniz bir yemek, elbette vardır. Adı her neyse bu isteğin, benimkisi bir kız çocuğunu izlemekti, kendi tabirimle benim küçük güneşimi izlemekti...
Genelde parklara geceleri giderim, banklarına oturur, içer, bağırır, çağırır, sızlanır, sızarım. Aynı fiilleri, aynı sırayla tekrarlarım.
Kuşluk vakti ya da sabahın ilk ışıklarıyla, sersem adımlarla uzaklaşırım sonra oradan. Olay yerinde bir çok delil bıraksam da...
İzmaritler, boş şişeler, çiğdem kabukları...
İnsanlar beni sevmiyor, insanlar benden rahatsız, onlara göre ben dev bir bok böceğiyim belki de. Ve bir bok böceği olarak onlardan kaçışım ezilme korkusundan da değil. Gitme, kaçma isteğinden... Kaybolma, toz olma... Saklanma isteğinden.
Kendimi bildim bileli hep bunu isteyişimden...
Belki de hayallare bu yüzden bu kadar çok yakınım. Gerçekler uzağa düştükçe hayaller yaklaşır.
O parka (adı bir çicek ismiyle ilgili olan) daha sık gitmeye başlamıştım. Artık bir amacım vardı hayatımda, bir hobim ya da, onu oyun oynarken izlemek... Gülüşünü duymak... Bu sefer ne giymiş, bu sefer ne kadar çok yakışmış, ne kadar güzel olmuş benim küçük güneşim görmek...
Diğer serseriler bu yazdıklarımı okusa, yani kokuşmuş ceketimin iç cebindeki defterimi okusa ya da küçük güneşimi izlerken görseler "sübyancı pislik" gibi bir lakap takabilirler, bir sapık sanabilirler. (Parktaki ebeveynler için de geçerli tabii bunlar) Oysa öyle bir şey söz konusu bile değil.
Aynaya baktığımda (en son ne zaman baktığımı hatırlamıyorum) gördüğüm yüz elbette güzel değil, temiz değil. Uzayan sakallarım, sırıtınca meydana çıkan kırık ya da çürük olan dişlerim, alnımdaki ve yanağımdaki yara izleri, pis, yağlı saçlar falan... Ama kalbimin aynasına baktığımda (her gün bakarım) çok temiz, çok berrak...
Bir sokak serseri olduğuma, içtiğime, ara sıra da sövdüğüme bakmayın. Kimseye en ufak bir zararım dokunmaz aslında. Hani derler ya, karıncayı bile incitmem. Öyle işte...
Öğleden sonra bütün gün yine küçük güneşimi izlemiştim. Salı, Çarşamba ve Pazar günleri öğleden sonra geliyordu parka, bunu da aklıma not etmiştim. Annesiyle geliyordu, annesi akşam hava kararmadan onu kolundan hafifçe tutup ya da kucaklayıp götürüyordu sonra...
Evlerini öğrenmek, takip etmek istiyordum ama bu çok riskli olduğundan, fark edilirsem mesela, onu bir daha görememe korkusundan böyle şeylere kalkışamıyordum...
Benimle konuşmasını daha doğrusu onunla konuşmak istiyordum. Bana "baba" demesini istiyordum laf aramızda, deli değilim, sadece istiyordum... Hem kim istemezdi ki sıcacık, yakan değil de ısıtan küçücük bir güneşe sahip olmak? Ama bana "amca" derdi herhalde diye düşünmüştüm sonra bir şekilde konuşsak. Abi demezdi çünkü 40’larımdayım, Dede de demezdi haliyle. Evet, eğer konuşursa benimle, amca diyecekti bana, amca...
Kulağa ne hoş geliyor değil mi?
Gece olduğunda o parktaki banka uzanmış bunun hayalini kuruyordum. Bana amca diyişini...
"Merhaba amca. Nasılsın amca? İyi günler amca. Seni seviyorum amca. Çok komik amca. Çok eğlenceli amca. Bu ne amca? Şu ne amca?"
Birden minik bir elin yanağıma dokunduğunu hissettim güneş ışıklarıyla birlikte. Sakallarımda gezindiğini minik parmakların...
Gözlerimi açtığımda gördüklerime inanamadım, benim küçük güneşim karşımdaydı...
Hayatınızda durdurmak istediğiniz anlar vardır. Hatta hayatınız sadece o andan ibaret olsun bile istersiniz. Uzun sürsün değil, sonsuza kadar sürsün istersiniz. Benim de bahsettiğim an bu andı işte...
Sakallarımla oynuyordu küçücük elleriyle... Gülümsüyordu, onu korkuturum diye kalkmadım yattığım banktan, kıpırdamadım. Sabah erkenden kalkamamıştım anlaşılan ve de benim küçük güneşim planda bir değişiklik yaparak sabah gelmişti parka...
Bir yandan anın tadını çıkarırken, bir yandan da annesini aradı gözlerim... Annesi, yanındaki birkaç kadınla sohbet ediyordu oturduğu bankta. Çok geçmez farkedecekti, biliyordum. Bu yüzden bu kısa anın tadını çıkarmalıydım.
Ona sarılmak, onu öpmek, onu kucaklamak geliyordu içimden ama korkuturdu bu onu. Birde çığlık falan atmaya başladı mı, al başına belayı...
Sustum... Beni sevmesini izledim. Sakallarımla oynarken kimi zaman acıtsa da hiç ses etmedim. Bir nevi hayallerime kavuşmuştum çünkü. Ve bozuldu bu anın da büyüsü...
Annesi belirdi, "Dokunma sakın o adama" dedi kızarak, benim küçük güneşim korktu ve geri çekildi sonra... Annesi kucakladı onu ve gözden kayboldular...
Hayallerim gözden kayboldu. Ondan sonra onu hiç görmedim.
Bir kız çoçuğum olsun istiyordum, bir çok şey de olduğu gibi istediğimle kalmıştım ama vazgeçmedim. Hayallerden vazgeçemem, her ne kadar vazgeçtiğimi söylesem de bazen, yapamam bunu.
Belki bir parkta bir daha rastlarım küçük güneşime, belki bir daha okşar pis sakallarımı minik elleriyle?
Neden olmasın?
Ahmet Kastancı
YORUMLAR
Çok güzeldi zevkle okudum.Çocukların masumiyeti herkeste olsaydı dünya ne güzel olurdu fakat büyüdükçe kirleniyor saçma sapan kuralları hayatımıza baş tacı ediyoruz.Bir çocuk için parkta yatmak ,derbeder biri olmak hiç önemli değildir.Çocuklar kalbi okur sevilince severler,oynayınca ısınırlar insana.Erkekler kız çocuklarına çok düşkün oluyorlar bu yüzdendir peygamberin siz erkekleri sevin demesi.Kızlar kendini zaten sevdirir çünkü.Rüyada bir şey sevdirildi mi insana dünyada da seviyor insan bunu yaşamıştım hem de hiç düşünmediğim bir konuda.Kendisine ön yargı ile yaklaşan bir çocuk bu kahraman içinde bir hayat bağı olmuş ,ne güzel .Selam ve sevgilerimle .