- 1192 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ŞAİR OKTAY YİVLİ İLE MÜLÂKAT
Kübra BEKMEZ
Pelikan Edebiyat Dergisi,2007
Öncelikle sizinle görüşme isteğimi kabul ettiğiniz için teşekkür ediyorum Oktay hocam.
Sizden kısa bir özgeçmiş alabilir miyim?
-1964 yılında Milas’ta doğdum. İlk ve orta öğrenimimi aynı şehirde tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesini bitirdim. Daha sonra on yıl süreyle Millî Savunma Bakanlığında öğretmenlik yaptım. 1996 yılının sonunda Günce Yayınevi’ni kurarak 2001 yılının başına kadar yayıncılık ve editörlük yaptım. 2001 Mayıs’ında Millî Eğitim Bakanlığında öğretmenliğe başladım. Eş zamanlı olarak Eskişehir Osmangazi Üniversitesinde misafir öğretim üyeliği yaptım (2002-2008). Şu an Gebze’de öğretmen olarak çalışmaktayım.
Şiir yazmaya ne zaman başladınız?
-Şiire henüz ortaokul birinci sınıf öğrencisiyken 1976 yılında başladım. O zamanki konularım daha çok doğa ve aile sevgisiydi. Bunlar gerçek şiirden çok birer deneme niteliğini taşıyordu. Lise yıllarında ise neredeyse gün aşırı şiir yazmaya başlamıştım. Doğal olarak şiirimin içeriği de bu yıllarda değişmişti. Aşk, özlem, ayrılık konusuyla doluydu şiirim. Lise yıllarında şiirlerimi okuyup beni yüreklendiren Sabriye Onat ve Ayşe Kaya hocalarım vardı. Sabriye Hoca ilk kitabımın kapağını yapmaya söz vermişti. Tabii sonradan her iki hocamla da iletişimim koptu. Üniversite birinci ve ikinci sınıfta yazmaya devam ettim. Ama sonra 1998’e kadar yazma konusunda bir suskunluk yaşadım. Andığım yıldan itibaren tekrar yazmaya devam ettim.
Şiirlerinizi yazmak için seçtiğiniz özel anlarınız ya da ortamlarınız var mı? İlham perinizi nasıl yakalarsınız?
-Şiir yazmanın özel bir zamanı var mıdır? Bu şairden şaire değişen bir keyfiyettir sanırım. Ancak benim şiir perimin daha çok beni akşam ve geceleri ziyaret ettiği bir gerçektir. Akşamla birlikte bütün günü yaşamış olarak eve, odama, kendi köşeme çekildiğimde şiirle buluşmam, şiiri yazmam ya da şiirin kendisini bana yazdırması daha fazla olmuştur. Paul Valéry’nin bir sözü vardır, “İlk dize Tanrı vergisidir, gerisi matematiktir.” diye. Benim de şiiri yazmam belleğime kendiliğinden yerleşen ve itici bir güce sahip olan bir dizeyle başlar. Bu ilk dizenin çağrışımları sonra şiiri oluşturur.
Şiir yazarken hiç umduğunuzu bulamadığınız ve şiire veda ettiğiniz oldu mu?
-Şiir zor bir sanattır. Çok emek ister. Bu çok çabalar karşısında da bol ürün alınmaz. Geçen yıl aramızdan ayrılan şair dostum Hasan Çelebi, şiirin bu zorluğu karşısında yılıp bir süre şiiri bıraktığını söylemişti. Buna benzer duyguları yaşamak her şair için mukadderdir. Zaman zaman yazılanları değersiz bulma, zaman zaman şiiri bırakma isteği birçok şairin hayatında karşılaştığı durumlardır.
Şiirlerinizi yazarken, geçmişte yaşamış olan hangi edebiyatçılardan etkilendiniz? Günümüz edebiyatçılarından hangilerini beğeniyorsunuz?
-Nermi Uygur, ustalaşmak için mutlaka bir ustaya bağlanmak gerektiğine inanır. Ustasız birinin yetişmesi ancak yüz yılda bir görülebilir der. Bu sözü liseli yıllarımda okusaydım, ben de bir ustaya belki bağlanmak isterdim. Ancak o yıllarda bağlandığım bir şair, taklit etmek istediğim bir usta olmadı. Ancak aramızda olsun ya da aramızdan ayrılmış olsun sevdiğim, severek okuduğum birçok şair var. Ahmet Muhip Dıranas, Ahmet Hamdi Tanpınar, Edip Cansever, Turgut Uyar, Attilâ İlhan, Hilmi Yavuz, Haydar Ergülen, Tuğrul Tanyol hemen sayabileceğim isimlerdir.
Şiir yazmaktaki amacınız nedir? “Sanat için sanat” diyenlerden misiniz yoksa “Toplum için sanat” diyenlerden mi?
-Şiir yazmanın amacı, bütün sanatlarda olduğu gibi öncelikle kendini ifade etmektir. Sonrasında bir güzellik yaratmak, bu güzellik karşısında heyecanlanmak, bu heyecanı da herkesin yaşamasını istemektir. Şair öncelikle şiiri kendisi için yazmalıdır, sonra da şiir için şiir yazmalıdır. Şiir bir şey öğretmeye kalkışmaz, bir düşünceyi körü körüne aşılamayı arzu etmez, şiirin sorunu yine kendisiyledir. Ancak böyle bir şiir, böyle bir sanat başka insanlara bir şey diyebilir, bir şey anlatabilir. Bunun dışında kalanlar manzumeden ya da düz yazıdan ibarettir.
Şiirlerinizde en çok öne çıkan özellikler ve imgeler nelerdir?
-İzlek olarak aşk ve aşkın türlü durumlarını işlemem şiirimin bir özelliği olarak görülmelidir. Ben de bir okuyucu ve eleştirmen gözüyle şiirlerime baktığımızda aşk, yalnızlık, acı, özlem, doğa, akşam kavramlarının çevresinde imgelerimin kümeleştiğini söyleyebilirim. Özellikle akşam ve gece imgeleri bende yoğun biçimde yer alıyor. Doğanın aşkla birlikte sunulması yine dikkati çeken bir nitelik. Şiirimi kurarken dikkat ettiğim bir başka şey müzik, yani sözü ezgili söylemektir. Çoğunlukla serbest tarzda yazdığım hâlde ses, aradığım bir olgudur.
H. Fethi Gözler, Çağrı’nın 401. sayısında sizin kullandığınız bazı kelimeleri eleştirmişti. “Peliperişan” gibi, “begonvil” gibi. Ve de noktalama işaretlerini kullanmamanızdan dert yanıyordu. Bunlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
-Söz ettiğin eleştiri yazısını ilk okuduğumda Gözler’e bir cevap vermeyi düşündüm. Ancak iyi niyetle kaleme alınmış bir yazı olduğu için gereksiz buldum. Zira her iki sözcük de Türkçede vardır. Olmasa bile şairin, yazarın bir görevi de dili zorlamak, yeni sözler, yeni söyleyişler aramaktır. Noktalama işaretleri ise bizde Attilâ İlhan’dan, İkinci Yeni’lerden beri modern şiirde gözden düşen, işlevi azalan bir sistemdir. Şiir kitabı yazım kılavuzu değildir. Hiç kimse şiirlerin yazımına bakıp da doğru yazıma karar veremez. Şiir kitabının da, yazım kılavuzunun da işlevleri ayrıdır. Noktalama işaretlerinin şiirden atılması ya da şiirde göreceli olarak azaltılması; okuyucuyu sınırlandırmamak, onu şiir karşısında daha özgür bırakmak endişesinden kaynaklanmıştır.
Şiirlerinizde Cemal Süreya etkisi görür gibiyim. Aşkı tabiatın süzgecinden geçirirken, saf ve katıksız aşkı anlatırken yer yer erotizme de yer vermişsiniz. Cemal Süreya’yı benimseme gibi bir durum söz konusu mu, şiirlerinizdeki tarzınız bu mu?
-Bu etkiyi görmedim kendi şiirimde, hiç de böyle düşünmemiştim. Ama yine de tarafsız bir gözün bakışına elbette her zaman ihtiyaç vardır. Cemal Süreya da sevdiğim, kimi şiirlerini beğenerek okuduğum bir şairdir. Cemal Süreya şiirinde daha çok cinselliği sorgulamıştır; bu konuda daha saldırgan bir tutumu yeğlemiştir. Bunun altında devrimci bir nitelik vardır. Bendeki erotizm ise daha masum olup aşkın bir uzantısı olarak görülmelidir.
Peki gelecekte Orhan Veli gibi her konuda veya toplumsal konularda da yazmayı düşündüğünüz oldu mu?
-Daha önce de söylediğim gibi ben şiiri daha dar bir çerçevede algılıyorum. Dolayısıyla şiirime daha fazla kavram sokmayı ya da şiirimin alanını genişletmeyi düşünmüyorum. Ancak mitoloji ve felsefe alanlarında şiirim için bir parantez açmayı düşünebilirim.
TSM’de bestelenmiş iki şiiriniz var. Bunlardan bahsetmek ister misiniz?
-Aslında benim şiirlerim daha çok serbest tarzda yazılmıştır. Ancak bir iki şiir vardır ki hece ölçüsüyle düzenlenmiştir. Bu şiirler de kendilerini bana yazdırırken heceyle dile geldikleri için ölçülü olarak ortaya çıkmışlardır. İşte bu şiirlerden ikisi bestelenmeye ve sanat müziği formuna uygun oldukları için bestelenmişlerdir. “Sulara Vuran Akşam” şiiri TRT repertuvarına da girmiştir. Söz yazmak niyetiyle yazılmayan bu şiirler, yine bestecilerin kişisel kararlarıyla bestelenmiştir.
Birçok şair, şiirde belirli bir mesafe aldıktan sonra roman ya da deneme türüne yönelmeye başlıyor. Siz de bunu düşünüyor musunuz?
-Roman değil ama deneme öteden beri gönlümü çelen bir türdür. 1990’lı yıllardan beri de çeşitli dergilerde denemeler yayımladım. Şiirin heyecanı ayrıdır ama bir deneme kitabımın olması da beni heyecanlandıran bir duygudur. Hem edebiyat üzerine hem de yaşam üzerine denemelerim var. Birkaç senedir yaşadığım yoğunluğu gelecek senelerde atlatabilirsem yeni yazılarla besleyerek yaşam üzerine denemelerden oluşan bir kitap çıkartmak isterim.
Bir şair ve öğretmen olarak sizce şiir nedir?
-İşte mülakatın en zor sorusunu sormuşsun şimdi. Her şairin, her düşünürün kendine göre şiir tanımları vardır. Şiiri tanımlamak mı zor olduğu içindir bu, yoksa şiir herkese başka bir yönünü gösteren çok yönlü bir sanat mıdır bilinmez. Eskiden beri şiirin bir gizem sanatı olduğuna inanırım. İçinde yaşadığımız evren çeşitli gizemlere sahiptir. Kimi zaman bir perde aralanır, oradan gizemli kimi şeyler gözümüzün önüne sergilenir. İşte şair tarafından görülen bu olağanüstü durumlar imgelerle dile aktarılır ve bundan şiir doğar.
İyi bir şiir için neler gereklidir? İyi bir şair nasıl olunur? Sizce şairlik doğuştan gelen bir yetenek midir?
-Elbette resimde, müzikte olduğu gibi şiirde de doğuştan getirdiğimiz kimi yetiler olmalıdır. Şair kumaşı olmayan birinden şair olmaz. Bir başka şey, yazmak için şairin bir meselesi olmalıdır. “Yazmasam deli olurdum.” diyen Sait Faik’i burada anmak yerinde olur. İşte böylesi bir iç dürtüye sahip olmalıdır şair. Sonra bolca okumak gerekir. Yaşamanın yanı sıra bolca metinle karşılaşmak, bolca metin tüketmek şair için, yazar için vazgeçilmez bir zorunluluktur. Okumak, hem beslenme için hem de şiirin geçirdiği macerayı anlamak için gereklidir. Geçmişten günümüze şiirin evrimini anlamak ve bugünün şiirinin nerede olduğunu bilmek gerekir. Doğru bir başlangıç için bu çok önemlidir. Bir başka şey, şiir kuma’yı sevmez. Yalnız kendisiyle ilgilenilmesini ister. Onun üstüne edinilen başka uğraşlar, şiirden uzaklaşmayla sonuçlanır.
Kimileri şiirin toplumdan koptuğunu, kimileri de toplumun şiirden koptuğunu söylüyor. Bunu siz nasıl yorumluyorsunuz?
-Daha önce de belirttiğim gibi bu şiirin sorunu değildir. Şiir kendisi için vardır yalnızca. Sonra başka insanlar ondaki güzelliği görüp ona hayran olurlar. Onun karşısında heyecan duyarlar. Politika gibi, ideoloji gibi şiirin toplumla doğrudan bir alışverişi, toplumu dönüştürmek gibi büyük gayeleri yoktur. Onun meselesi insandır, bireydir.
Türkiye’de edebiyat üzerine yapılan son çalışmalar sizi zihinsel ve duygusal yönden tatmin ediyor mu? Son dönem çalışmalarının edebiyat dünyasına kattıkları, olması gerekenler ve elbette olmaması gerekenleri bizimle paylaşır mısınız?
-Türk edebiyatı giderek gelişiyor, zenginleşiyor. 1872’de yazılan ilk romandan bugüne geçen sürede roman dilimiz, düz yazı dilimiz büyük gelişme gösterdi. Üzerinde çeşitli tartışmalar olsa da Orhan Pamuk’un Nobel ödülü alması bir tesadüf değildir. Bu Türk dilinin ve Türk romanının başarısıdır. Bu ödül, öncelikle romanımızın katettiği mesafeyi göstermesi açısından anlamlıdır. Yine on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından sonra ilk ürünlerini veren tiyatromuz da edebî açıdan birçok büyük esere imza atmıştır. Cumhuriyet döneminde ana çizgilerini bulan öykümüz, son yirmi-otuz yıldır hiç olmadığı kadar doğurgandır. Türk şiiri yüzyıllardır zaten büyük şairler yetiştirmişti. Cumhuriyetten sonra da, şimdi de iyi şairler yetiştirmeye devam etmektedir.
Son olarak, bizimle bir şiirinizi paylaşmak ister misiniz?
-“Senin İçin” şiirini paylaşalım, ne dersin!
Ellerin için sevdim seni
kedi gibi sokulgan
masum, ama cesur
üstümde uçuşan yüzlerce kelebek
bedenimi önce onlar tanıdılar
Gözlerin için sevdim seni
öfkeliyken cam göbeği /
buzda yürüyen çatlak
sevince bütün bütün yaprak yeşili
beceriksiz ve ürkek beni arzuladılar
Senin için sevdim seni
sevişirken çokça kadın
öpüşlerin ağzıma akıtılan kanyak
sevilince hepten çocuk
bunun için sevdim seni
Beni kırmayıp, mülakat isteğimi kabul ettiğiniz için tekrar teşekkür ediyorum. Edebiyat alanında çalışmalarınızın ve başarılarınızın devamını diliyorum… Şiirin güzelliğiyle kalın…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.