- 803 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
SİNEMACI fikret - 1
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Tahta kasalı, boyaları dökülmüş, köylülerin ulaşım amacı ile de kullanılan, aslında çok eski model bir kömür kamyonu.
Elektriği olmayan, elli- altmış haneli köyün merkezine vardığında, yolun kenarında durdu. Kamyonun durduğu yerden, köyün üç kahvehanesi de görülüyor. Solda bir tanesi, sağda bir diğeri ve sağdakinin karşı çaprazında da üçüncüsü. Üç kahvenin de bir yanları hayvan ahırı, diğer yanları bakkal dükkânıdır.
Sekiz yaşlarında, küçük bir erkek çocuğuydu tek yolcusu, kamyonun. Çocuk, hayatında, belki de bir - iki defa ancak binmişti kamyona. Hele ki ön tarafına, kesinlikle ilk defa. Nereye ve neden gittiğini bilmiyordu aslında. Annesi, onu , bu kamyona bindirirken, hiç bir şey söylememişti. Öpmemişti de..
Yol boyunca, etrafını seyrederek, bu gezmenin tadını çıkarmaya çalışmıştı, çocuk. Birden bire kamyon durunca, mutluluğu yarım kalmıştı sanki.
Kamyondan , önce inen şoför, onun da kapısını açıp ’ Haydi bakalım, in aşağıya, babana geldik !’ deyince, çok şaşırdı . Duraksadı. İnmek istemedi kamyondan. Fakat, şoför, elinden tutarak, adeta zorla, aşağıya indirdi onu. Çocuğun eşyalarının bulunduğu, bez çanta, adamın diğer elindeydi.
’ İncirliiiiiiiii ! Bak, sana kimi getirdim !’ diye haykırdı, karşıdaki kahveye doğru.
Kahvenin önündeki ağaçlardan, serçeler uçuşmaya başladı önce. Karabaş köpek, havlamaya başladı. Kahvenin bitişiğindeki bakkalın ,’ Buraya işeyen eşektir !’ yazılı duvarına, ağzında sigarası, işemekte olan bir adam, sesin geldiği tarafa bakarken, pantolonunu ısladı. Kahvenin bahçesinin uç başındaki, yeşil çınar ağacının dibinde, her zamanki gibi, sandalyeye ters oturmuş, güvenlik kamerası gibi, etrafı seyretmekte olan, ’ Kör Tahsin ’ de, gözlerini ve tüm dikkatini, sesin geldiği tarafa çevirdi.
Çocuk, iyice afalladı. ’ İncirli ’ kimdi ? Şaşkın bir halde, etrafını seyretmeye başladı. İlk gözüne çarpan, karşıdaki kahvelerdi. Bir de , adamın seslendiği kahvenin bahçesinde, o güne kadar hiç görmediği büyüklükte, kara çınar ağacı.
Biraz sonra, adamın seslendiği kahveden doğru, kırklı yaşlarda, orta boylu bir adam, onun kadar şaşkın bir halde, onlara doğru yaklaşmaya başladı.
’ Bak, işte baban !’ dedi adam. Çocuk, bu defa, ürkmeye başladı. Gelen adam, kötü bakmıyordu ona, hatta sevecen olmaya çalışıyordu bir parça. Fakat, baba kötüydü, öcüydü. Annesi, öyle anlatmıştı. O yüzden, babası diye tanıştırılan bu adamdan, korkmaya başladı.
Yaklaştığında, eğildi adam. Diz çöktü. İki elini birden uzatıp ;
’ Gel oğlum, gel yavrum. Fikret’ çiğim ’ diye, adeta yalvardı. Ağlamaya başladı çocuk. Gitmek istemedi babasına. Korkuyordu. Annesinin söylediklerini unutamıyordu. Şoförün de yardımıyla, zorla kucakladı adam.
’ Bu da çantası .’ deyip, dönüp, kamyonuna gitti şoför.
Kucağında hüngür hüngür ağlayan, ondan kurtulmaya çalışan çocuğuyla , kahvesine döndü adam. Müşterileri biraz şaşkın, biraz da acıyarak seyrediyorlardı , baba - oğulu.
’Oğlun mu İncirli ? ’
’ Annesi mi göndermiş ? ’
’ Vay anasını be !’
’ Bu çocuğun ne işi var, bu kahve köşesinde ? ’
Ocaklığın yanındaki, taş masaya dayalı bir sandalyeye oturttu çocuğu. Onun da gözleri yaşlıydı. Çocuğun oturduğu sandalyenin tam da üstünde, duvardaki tahta bir rafa oturtulmuş, kocaman bataryalı, kırmızı radyoda, sanki o günün anlamına uygun, ısmarlanmış, kederli bir müzik çalıyordu. Babanın da, oğulun da, kederini pekiştiriyordu müzik.
Aynı masada oturan, müdavim müşterilerden, Hamza dayı, severek , teselli etmeye çalışıyordu çocuğu. Babası, kahveden kapısı olan, bitişikteki, kahve sahibi İbrahim Ağa’nın dükkânına koşarak, elinde, kâğıda sarılı, bir avuç kaymaklı bisküi ile döndü.
’ Haydi, ye yavrum ! Ben sana, şimdi, bir de paşa çayı yaparım !’
Bir metre uzaklıktaki ocaklığa, adeta koşarak gitti adam. Kömür ateşinin yanmakta olduğu mangalın üzerindeki, sıcak su kaynayan güğümün üzerinde bulunan demlikten, çok az dem koyup, biraz sıcak, biraz da soğuk su kattı paşa çayına. Üç tane de kesme şeker koyup, hızla getirdi çocuğa.
Çocuk, çok severdi kaymaklı bisküileri. İştahlıca yemeye başladığını gören adam, çok sevindi. Yaşlı gözlerini acı bir mutluluk, bir gülümseme aldı bir an.
Çocuk, biraz kendine gelmiş, etrafını incelemeye başlamıştı. Kocaman bataryalı, kırmızı radyoda, şimdi, biraz da olsa neşeli türküler çalmaya başladı.
Kapkara bir tavanı vardı kahvenin. Sigara dumanından, gözleri yanmaya başlamıştı. Beş tane taş masa, etrafında eski - püskü, tahta sandalyeler. Duvar kenarlarında, boydan boya, oturmaya yarayan, tahta peykeler. Tavana asılı, iki tane , fitilli, pompalı, lüks lâmbası.
Kırık- dökük sandalyelerde, gençlisi- yaşlısı ile müşteriler, ağzında, hemen hepsinin sigarası, değişik oyunlar oynuyor, hararetli, küfürlü, yüksek sesle tartışıyorlar. Yaşlılar, sarı, demir taşlarla, gençler, kağıtlarla oynuyor daha çok. Her masadaki oyunda da, yandan seyreden, tartışmalara katılanlar var.
İki tane kapısı var kahvenin. Biri bakkalın olduğu tarafa, diğeri ise bahçeye açılıyor. Çocuğun bisküilerini ve çayını bitirdiğini gören adam, canı sıkılmasın diye, kolundan tutup, bahçeye çıkardı. Kocaman kara çınarı yakından görünce, daha çok şaşırdı çocuk. Yol tarafı, komple çiçek bahçesiydi. Güller, zambaklar, kasım patları. Uç tarafında, etrafı yüksek bir taşla örülü, su kuyusu var. Bu kuyuya sepetle sarkıtılan gazozlar, soğutuluyor.
Sevimli, küçük köpek, kuyruğunu sallayarak , yaklaştı.
’ Karabaş, onun adı. Bak, seni çok sevdi. ’
’ Benim köpeğim olsun mu , baba ? ’
Gözleri , bu defa mutluluktan yaşardı adamın. Bir buçuk yaşında bıraktığı, daha önce, baba dediğini duyamadığı oğlu, ilk defa, baba demişti ona.
’ Tabi olsun oğlum. Karabaş, senin köpeğin olsun. Hatta, bir de Tekir’imiz var. O da senin olsun.
Sevindi çocuk. İlk günden, çok sevdiği iki arkadaşı birden oldu. Karabaş ve Tekir kedi. Akşam oluncaya kadar, besledi ve oynadı onlarla.
(Devam edecek )
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Ne kadar güzel bir hikaye.
Anlatım diliniz de ne kadar harika.
Zevkle okudum...
Hayranlıkla okudum...
Kıskançlıkla okudum...
Edebiyatın güzelliklerini nasıl da seriyorsunuz insanların gözü önüne...
Nasıl da haz alıyor insan, bakışları akıp giderken cümleler üzerinde...
Bırakın okumayı, adeta yaşıyorsunuz olayı...
Bir çocuk oluyorsunuz,
bir babası...
Kamyon şoförü...
Dilinde sıradan küfürlerle oyun oynayan bir köy sakini...
Neresini anlatsak hikayenin.
Neresine dokunsak, öbür yanına haksızlık olacak.
Güzeldi...
Günü çoktan hak etmişti...