- 873 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
kript
"gecedeki kutsallık namına."
م ل ا
Elif, Lâm, Mim.
Soluklanıp, bir “elif” zarafeti ve kararlılığını yüklenip çıktık yola…
“Tanrı, yolu elifle açtı.” Düz bir çizgiyle başladı her şey. Adım atmayı öğrenmeden önce çizildi yol. Elifle çizildi vücut ve gözlerinin üzerine uzandı iki tanesi. Alacağın ilk nefeslerdeki yaşam, elif kadar düz ve meşakkatsizdi. Elifin yüreğine attığı çiziklerden damlattın kendini. Zayiatını yazdın kalemle, bir elif elegantlığından yoksun, eğri büğrü harflerle. Ve mihr(güneş) günü aydınlattığında, önce elifi serip ayakucuna başladın “yürümeye”. Elif yolundan gelir her gelen.
Sen yürüdükçe meşakkatlenir yol. Öyle de oldu zaten. Dönemeçler eklendi yürüdüğün yola. Her şey zorlaşmaya başladı bir an. Sen “büyüdün”. Güneşin en tepeye ulaşma vakti gelmişti. Çizikler, kanca şeklini aldığında daha çok canın yandı ve daha fazlası damladı senden. Zarafetten zerre kalmadı elinde, ve yalnızdın elindeki eğri harflerle. Ancak “kararlılık” hala kaybetmediğin bir meziyetti eliften arta kalan. Kozunu iyi kullandın; “yazdın”. “Elif’in çizdiği yol kuyruklanıp elem eklendiğinde “lâm” dediler adına.”
Sonu görünmeyen yol daha da katlanılmaz oldu her adımında. “kararlılık” eyvallah etmiyordu aklına artık. Yaralar kabuk bağlamıştı, ancak yorgundun. Zira düşünceler kemirmeye başladı ervahını. Yüreğinde kabuk tutan çiziklerden sızamayan sen, birikmeye başladı içinde. Yüreğinde soru işaretine benzeyen fakat noktasız bir iz kaldı geriye, yol boyu aldığın darbelerden. Dönüp geriye bakmak istediğin her an sorguladın yürüdüğün yolu. Emin değildin yaptıklarının gerçek değerinden. Yazdıklarında hep sorular vardı artık. Cevaplarını aramaya vaktin yoktu çünkü elif incelmeye başlamıştı bir kere. Zaman yolla birlikte aleyhine işliyordu artık ve sen sorularınla baş başa kaldın. “Lâm, biraz daha bükülüp yerini sorulara bıraktığında “Mim” aldı bayrağı.”
Elifin açtığı yolda, Lâm’ın gösterdiği hedefe yürürken Mim’ in sonuna konuldu “nokta”.
Lâm ve mim. Elifle başlayan günün Buhran saatleri. 23 ve 24 arası…(ki lam 23. mim 24. harftir)Her gece karanlıkla birlikte çözülen acıların hatırlandığı perde arası. Gecenin iğnesini batırdığı saatler. Yürekteki çiziklerin iyileşirken kanamaya başladığı an. Geriye aksın zaman.
…
Veni, Vidi, Vici.
-Elif ile geldin ve başladın.
-Lâm sana kederi ve zorlukları bahşettikçe gördün gerçekleri”
-Peki ya soruları cevaplayıp kazanabildin mi bu masum oyunu ?
Sustun. Kelimelerin konuşmasını bekledin. Her bir sorgunun altına “mahfer” yazdın, bıktın. Tanrı’nın fısıldadığı şifreyi ne yaptın?
“Sen Ömer Çelakıl değilsin yapma.” cümlesini kendisine söyledi gözlerini kısarak. Sabahtan beri kendisiyle konuşuyordu. Köşede unutulan televizyonda iyi bir film oynuyordu, gözü kaydı. Bu birkaç kez izlediği “Avatar” isimli filmdi. Ve heybetli bir ağaç görünüyordu o sahnede. Beyaz uçuşan yapraklarla sarmaşık, dev bir ağaç. Mavi benizli kız arkasını dönüp repliğini söyledi sonra:
-“yaşam ağacı”
Beyninde şimşekler çaktı o an. Sabahtan beri tartıştığı kendisi ona yaşamı, surelerin başında gördüğü üç harfle, anlamı ve şifresi henüz çözülememiş, oldukça düşüntülü görünen ve İslam âlimleri tarafından huruf-u mukataa denilen “ayrı harfler” ‘in şifresini vermişti. “ağaç.”
م ل ا / E-L-M / ?
Birçok antik kültürde yaşamın kaynağı olarak bir ağaç tasviri söz konusuydu. Bunu biliyordu. Peki, neden insan ve yaşam bir ağaca atfedilmişti? Ağaç metaforu neden bu kadar sık kullanılıyordu üstelik bu gün bile örneklerine rastlamak mümkündü. Bir çırpıda açtığı google’a önce “elma ağacı” yazdı. Fakat okuduğu bilimsellikler ona hiçbir şey kazandırmamıştı. Anlamıyordu. Bir şey yanlıştı, bir şey eksikti
.
“Hayır, aksine bir şey fazla” diye haykırdığında elma ağacına kendiliğinden eklediği a harfini çıkarttı ve “elm ağacı” yazdı. Ulmus campestris isminde İngilizcesi “elm tree” olan bir ağaç bulmuştu sonunda.
“Karaağaç.”
Okumaya başladığında ise bunun sadece kendisine özel bir şifre olduğunu farketti. Ve o da araya düşüncelerini sokuşturduğunda şöyle diyordu satırlar:
“Karadeniz bölgesinde çoğunlukla yetişen Karaağaç’ın, yaprakları yürek biçiminde, kenarları dişli (ki yüreğine dokundurtmayan), koyu yeşil renkte olup orta damarın iki yanında kalan yaprak parçalarından birisi diğerinden büyüktür( daha önce yazılarında belirttiği gibi “kendine küçük geldiği zamanlar vardı.”) Dalları aşağı doğru eğiktir.(üzgünmüş gibi)” Bir çok kültürde ve ülkede, özellikle Avrupa’ da “the tree of death” (ölüm ağacı) olarak da bilinir.”
…
+ Nasıl yani !? Bir ağaç yaşam ağacıyken nasıl ölümü tasvir edebilir? Bu çok saçma değil mi? Aklım almıyor hiçbir şeyi. Ne tür bir oyun oynuyorsun bugün bana ?
Sustuğunda, bu sefer yüreğinin kendine küçük gelen tarafı konuştu. “Sen Tanrı’nın sana “yaz” diyerek bahşettiği yeteneği bir yetenekten çok lanet olarak görebiliyorsun da neden buna şaşırdın ? Aslında yarım görünen bütün bardaklar doludur. Mevlana’yı duymadın mı hiç sen? “Her şey zıttı ile birlikte yaratılmıştır” düşüncesinden bihaber misin?
“Bardağını doldur, zıttıyla.”
Ses haklıydı. Acıların üzerine mutluluk konulmalıydı. Lanetle yaşamak öğrenilmeliydi.Elinde kalem, bir kez daha titredi ürkek bedeni. Tanrı onun böylesi bir hayat yaşayacağını 1500 sene önceden biliyordu. Aferin öksürük şurubunun ona hediyesi olan küçük not kâğıtlarından birini alarak bir şeyler karalamaya başladı gitti ve uyudu. Kamera nota zoom yaptığında notta şunlar yazıyordu:
“Kader mi dediniz ?”
-ayıpsın.
Mahfer.